13: Batman’in Beyazperde Serüveni *
Sinemada ilk gittiğim film “Superman”di. Ama küçüktüm, büyük ekrandan ve yüksek sesten korktuğum için beni götürenlerin başının etini yemişim ve sinema salonundan kaçmışız, bu deneyimden aklımda kalan tek kare ise Christopher Reeve’in suratı ve kırmızı peleriniydi. Sinemada oturup başından sonuna kadar izlediğim ilk film ise Tim Burton’ın “Batman”iydi. Tabi o zaman yönetmen isimlerini bilmek, oyunculara hayran olmak gibi olaylarım yoktu ama filmin girişine, müziğine, Batmobil’e, pelerine hasta olmuştum. Filmin sonunda Joker’in cebindeki gülen oyuncağın sesi de uzun süre kâbuslarımı süslemişti, kısacası 6 yaşında bir çocuk olarak o filmden çok etkilenmiştim. Ama beni Batman efsanesine hayran bırakan ve birçok yönden etkileyen, sinemayı sevdiren film, devam filmi “Batman Returns” oldu.
Batman’i bilmeyen varsa diye kısaca bir özet geçelim. Metropol şehir Gotham City’nin koruyucusu Batman, Bob Kane ve Bill Finger tarafından yaratılmış ilk kez 1939’da Detective Comics’in 27. sayısında görünen bir DC Comics karakteri. Ailesinin ölümüne tanıklık ettikten sonra kendini suçla savaşmaya adayan ve ikinci kişilik geliştiren yarasa kostümlü Batman’in toplum arasında kullandığı kimliği dolar milyarderi ve “playboy” Bruce Wayne. Birçoklarının zannettiği üzere Batman Bruce’un maskesi değil, Bruce Batman’in maskesi. Batman’in diğer süper kahramanlar gibi özel güçleri yok. Düşmanlarıyla savaşmak için olağanüstü zekâsını, çevikliğini, dedektif yeteneklerini, bilimi ve üst düzey teknoloji oyuncaklarını kullanır. Genelde yalnız takılır ama ara-sıra yanına aldığı Robin gibi ortakları olur ve tabi ki sadık yardımcısı on parmağında on marifet Alfred Pennyworth. Batman’in süper- düşmaları kendisine nazaran daha renkli, Two-Face, Penguin, Mr. Freeze, Riddler, Poison Ivy, Catwoman ve tabiki Joker bunlardan bazıları.
1960lı yıllarda Adam West’in Batman oynadığı şimdi camp estetiği denilen tarzda, eğlenceli ve komik Batman dizisi ve aynı serinin bir de filmi yapıldı “Batman The Movie”; biz ona sadece selam yollayalım.
İlk film “Batman” daha sonra çok eserini beyazperdede izleyeceğimiz Frank Miller’ın efsane yapıtı “The Dark Knight Returns”le hikâye bakımından alakası yoktu ama aynı karanlık atmosfere, aynı sert üsluba sahipti. Çizgi roman uyarlaması olarak donlu taytlı kahraman hikâyelerinden çok farklı bir yaklaşımı vardı. Batman’in mekânı Gotham karanlık, soğuk, mutsuz, yozlaşmış ve kasvetli bir şehirdi. Oyuncaklar çok inandırıcıydı, ayrıca Batman tayt yerine kauçuk özel bir zırh giyiyordu – ki bu daha sonraları örneklerini çokça göreceğimiz bir teknik – ve inanılmaz güzel özel efektler. Ayrıca Jack Nicholson’ın inanılmaz Joker tiplemesi unutulamaz. Nicholson’ın rolü için yapım aşamasında David Bowie, James Woods, Willam Dafoe ve Robin Williams’ın adı geçiyormuş ama yazarlardan Sam Hamm daha başarılı olacağını düşündüğü Nicholson için senaryoyu değiştirmiş ve Joker karakterini usta aktör için yeniden tasarlamışlar.
Ne de iyi yapmışlar ki artık Jack Nicholson’dan başka kimsenin Joker olabileceğine inanmak çok zor. Bruce Wayne rolü için Mel Gibson, Pierce Brosnan, Harrison Ford, Kevin Costner gibi isimler düşünülmüş ama sonunda seçilen Michael Keaton o zamanlar bilinen bir oyuncu değilmiş ve açıkçası hiç kimse Batman maskesinin arkasına onun geçmesini istememiş. Burton’ın “Beetlejuice” filminde beraber çalıştığı Keaton’ın Batman için doğru aktör olduğunu düşünmesinin sebebi de gözleriyle oynayan bir aktör olduğu içinmiş. Maskenin ardında gözüken de sadece gözler olduğu için ve Batman de pek ifade dolu bir karakter olmadığı için bu düşüncenin ne kadar doğru olduğu ortada. Bir de dudak faktörü var tabi ki.
İkinci Batman filmi “Batman Returns” yine Tim Burton tarafından çekildi. Bu sefer daha büyük setler daha güzel oyuncaklar, daha fazla kötü adam var. Gotham ilk filmdeki halinden daha karanlık, daha soğuk. İlk filmde gördüğümüz politik ve ekonomik yozlaşmışlık daha belirgin. Ve unutulmaz Kedi Kadın maskesi altında Michelle Pfeiffer. Batman rolünde yine Keaton. Kötü adamlar Penguen, Danny DeVito ve Max Shreck, Christopher Walken. Bu filmi çok sevmemin nedenlerinden biri Selina Kyle/Catwoman, Bruce Wayne/Batman arasındaki kavgalı, baştan çıkarmalı ikilemlerle dolu ilişki ve bu ilişkinin en karmaşık halini aldığı Siouxsie & the Banshees şarkısı “Face to Face” çalarken ikilinin dans ettiği maskeli balo sahnesi. Müzik demişken Tim Burton filmlerinin olmazsa olmazı Danny Elfman bu filmlerde yine dehasını konuşturmuş ve unutulmaz melodilerle filmlerin sahnelerinin beynimize görselliğin yanı sıra işitsel olarak da kazınmasını sağlamıştı.
- ve 4. Filmleri es geçelim ki bunlar Batman ismine koca bir leke atmakla kalmamış aynı zamanda sinema tarihinin en kötü filmleri arasına da girmiş bulunmaktalar, Joel Schumacher’e teşekkürler. Gerçi “Batman Forever” biraz umut vaat ediyordu. Bence Val Kilmer’ın seçilme nedeni dudaklarıydı, ama rolde sırıtmıyordu, Nicole Kidman’ın oyunculuğundan çok güzelliğiyle filme katkıda bulunduğu ortada. Bütün bunların yanısıra Jim Carrey ve inanılmaz eylenceli Riddler tiplemesi.
Bütün o lazer gösterilerinin ve bilgisayar efektlerinin ortasında bu film “oyuncak satmak için yapıldııım” diye bas bas bağırmakta. Ama şunu da belirtelim bence U2’nun yapıp yapabileceği en güzel parça “Hold me, thrill me, kiss me, kill me” bu filmin soundtrack albümünde yer almakta. “Batman&Robin”e deyinmeyelim hiç, zaten George Clooney ve meme uçlu kauçuk kıyafeti he rşeyi açıklıyorlar. Film Altın Ahududu rekortmeni bu arada bunu da belirtelim.
İki muhteşem film ve iki inanılmaz kötü film sıralarında Warner Bros. Bünyesi altında çalışan Bruce Timm ve Paul Dini tarafından bir çizgi film serisi hazırlandı; Batman: The Animated Series. Kısaca değinemeden geçmemek lazım çünkü bu seri Burton’ın filmleri kadar başarılı. Animasyon kesinlikle çocuklara göre değildi. Atmosferi “Batman” ve “Batman Returns” kadar hatta daha bile karanlıktı. Bütün serinin siyah kâğıt üzerine çizilmiş olması bu etkideki başlıca neden. Seri geçmişle günümüz arasında bir zamanda sıkışık gibi ya da Burton’ın yansıttığı gibi zamansız olarak tasarlanmıştı. Karanlık filmlerin görselliği ve Art Deco tasarımlar koyu tonlarla birleştirildi ve ortaya “Dark Deco” dedikleri bir tür çıkardılar. 40’lı yılların estetik anlayışı ama aynı zamanda özellikle Batman’i kullanırken gördüğümüz yüksek teknoloji ürünü cihazlar çok şık bir biçimde harmanlanmıştı. Seslendirmeler inanılmazdı. Sesler, radyo programı gibi tek seansta bütün sanatçılar bir arada kaydediliyordu, çoğu animasyonda bu iş yapılırken aktörler birbirlerini hiç görmez ve bütün sesler ayrı ayrı kaydedilir. Ses sanatçısı Kevin Conroy Keaton’ın yaptığı gibi Bruce Wayne için ayrı Batman için ayrı ses tonu kullanıyordu. Usta oyuncular seslerini tanınmış kötü adamlarda kullandılar. Bunlardan en bilineni Star Wars serisinden sonra yüzünü pek göremediğimiz ama ses sanatçısı olarak kendine inanılmaz bir kariyer yapan Mark Hamill ve onun Joker seslendirmesi. Ayrıca 60’lardaki Batman Adam West de bir bölümde Bruce Wayne’in çocukluk kahramanı Gray Ghost olarak konuk olmuştu.
Schumacher’in filmlerinden sonra Batman projesinden vaz geçen WB çizgi roman uyarlamalarının yeniden popülerleşmesiyle Yarasa Mağarasına tekrar girmeye karar verdi ve bu sefer maskeyi Christian Bale’e taktı kamera arkasına da Memento, Insomnia ve The Prestige filmlerinin yönetmeni Christopher Nolan’ı oturttu. Hikâyeye yeniden başlandı hem de en baştan, genç ve öfkeli milyarderin “Dünyanın en iyi dedektifi” olmaya nasıl karar verdiğini ve nasıl bir yol izlediğini artık sinema izleyicisi de biliyor. Burton’ın filmleri karanlıktı dedik, esrarlıydı ama yine de film olduğunu unutmuyordu ve yer yer kendileriyle bile dalga geçiyorlardı, bunun yanında Nolan seriye son derece ciddi bir bakış açısı getirdi, her şeyin artık mantıklı bir açıklaması var ve masalsılıktan öte son derece ciddi bir gerçeklik söz konusu. Karakterler ince ince işlenmiş ve her detay düşünülmüş. Seriye kaybettiği “prestiji” geri getirdi “Batman Begins” ve 2008 de kaldığı yerden devam edecek bu sefer Joker’le karşılaşacağız. Genel kanı bu rol için Heath Ledger’ın iyi bir seçim olmadığı yönünde daha önce söylediğim gibi Jack Nicholson’dan başkası Joker olarak düşünülemez, ama Nolan’ın ellerinde bu malzemenin nasıl şekilleneceğini görmek çok ilginç olacak.
Burada yazımızın sonuna geliyoruz. Malzeme çok büyük o yüzden böyle derme çatma bir özet geçmek zorundaydım. Batman hakkında anlatılacak çok şey var gerek çizgi roman olsun gerekse filmler, son derece geniş bir dünya.