Anadolu Şairi: Ahmed Arif*
“ Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne. Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı Gözlerin hani? ”
Ahmed Arif, yani dağların, dilsiz tarlaların ve asi geçitlerin şairi… Şiirlerini henüz deniz görmemiş, dünyanın sonunu kasabanın sınırı sayan çocuklar için yazan şair. Adiloş Bebe’yi var olmanın imgesi yapan ve sevgili özlemini, memleket sevgisini birkaç kelimeyle eksiksiz anlatabilen kalem, Ahmed Arif. Diyarbakır’da, Doğu’nun kalbinde, gözlerini yaşamaya dolu dolu, halkını halkına anlatmak için dikmiş sonra yine memleketinin hapishanelerini tanımış, yaşamış ve Ankara’da,1991’de o çok sevdiği dağlarına, düzlüklerine karışabilmek için, toprak olmak için yollara düşmüştür…
Çocukluğu Siverek ve Harran’da geçmiş, yörenin haklıya özdeşleşerek, töre adetlerine ve Kürtçe-Arapça’ya aşina bir hayat yaşamıştır. Liseyi Afyon’da bitirmiş, üniversiteyi Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde felsefe okurken tutuklandığı için bitirememiştir. Toplumcu gerçekçi kimliğiyle şiirlerini kaleme alan Ahmed Arif, Meydan, Militan, Soyut, Yeni Ufuklar, Yeryüzü, Kaynak gibi dergilerde yer bulmuştur.
Nazım Hikmet şiirinin izlerine benzer bir imgeleme yeteneğine sahip olduğu söylense de daha özgün bir tarz yakalayan Ahmed Arif, Doğu motiflerini en iyi işleyen şairdir. Nazım Hikmet’in kalemi şehirlerden, düzlüklerden seslenirken insanlığa, Ahmed Arif’in kalemi iki merdivenli evlerden, bacaları her mevsim ya soğuktan ya ekmekten tüten hanelerden seslenir. Gerisi ki hikâyedir, kelimeler Ahmed Arif’in, yanık tenli çocukların, kundaktaki bebeklerin ve dilsiz öğrenciler yetiştiren dağların kucağındaki en hür esirleridir.
Ahmed Arif’in kaleminden, Rıfat Ilgaz’a mektup:
13/11/1988 Yeşilköy
Sevgili Rıfat ağabey,
Halkımın, yurdumun büyük acısı, büyük hüznü, sonsuz sevinci ve yıkılması imkânsız onurusun.
Büyük şair, büyük inanç adamı, büyük namus anıtı ve büyük ozansın.
Sana “Ağabey” diyebildiğim için mutluluk duyuyorum. Şunun şurasında bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile, kahrolarak verdik gitti… Alnımız ak, yüreğimiz pırıl pırıl…
Merhaba Sevgili ağabey… Ahmed ARİF
Rıfat Ilgaz’ın kaleminden,Ahmed Arif’e mektup: Sevgili Ozan Kardeşim, Ahmed Arif!
Son kere Yeşilköy’den seslenmişin bana! Seni hep yeşillikler içinde düşünüyorum, anımsayınca…
“Bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile kahrolarak” verdin! Alnın ak, yüreğin pırıl pırıl… Benim eşsiz, değerli kardeşim, içli, özgün şairim! Hoşça kal, solmaz tükenmez yeşillikler içinde! Unutmadık, unutmayacağız seni, halkımızın yaşadığı sürece. Yapıtların, anıların belleklerimizden silinmeyecek!
Sevgili kardeşim, bekle yeşillikler içinde beni! Rıfat Ilgaz
YAPITLARI
Hasretinden Prangalar Eskittim (1968) Cemal Süreya’ya Mektuplar (1992) Yurdum Benim Şahdamarım (2003)
ANADOLU
Beşikler vermişim Nuh’a Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan, Ele, güne karşı çıplak… Üşür fidelerim, Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın, Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı, Şairlerin, bilginlerin dünyalarında, Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak. Biliyor musun ?
Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım, Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma Ve dayatmışım…
Görüyor musun ?
Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu’yu,
Karayılanı, Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda… Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı Minareden, barikattan,
Selvi dalından, Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim, Duyuyor musun ?
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip… Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının… Dayan kitap ile
Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden,
Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun ?
MERHABA
Gün açar,
Karın verir yağmurlu toprak. İncesu Deresi, merhaba.
Saçakta serçeler daha çılgındır, Bulutlarda kartal,
Daha çalımlı.
Koparır göğsünden bir düğme daha, Tezkere bekliyen biri.
İncesu Deresi, merhaba.
Genç bayraklar vardır, Barış düşünür,
Kuyularda işçi, mavilikleri. Ben hepsini düşünürüm, Yirmidört saat
Ve seni düşünürüm, Karanlık,hırslı…
Seni, cihanların aziz meyvası. İlan-ı aşk makamından bir mısra, Yeşerip, kımıldar içimde,
Düşer aklıma gözlerin…
Oysa murad alamam. Oysa akdan – karadan Bilirim, payım bu kadar…
Unutmuş gülmeyi gözbebeklerim. Unutmuş dudaklarım öpmeyi.
İncesu Deresi, merhaba…
İÇERDE
Haberin var mı taş duvar? Demir kapı, kör pencere, Yastığım, ranzam, zincirim, Uğruna ölümlere gidip geldiğim, Zulamdaki mahzun resim, Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş, Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…
SUSKUN
Sus, kimseler duymasın. Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra… Yağıyor yeşil.
En uzak, o adsız ve kimselersiz, O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine, Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim… Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni, Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları. Canımı, tüylerimi sarmada şimdi Kendi rüzgarıyla vurgun…
Sarıyor yeşil.
Rüya, bütün çektigimiz. Rüya kahrım, rüya zindan. Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram… Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret, İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının, Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde Çağlardır boğulmuş bir su…
Ağıyor yeşil.
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış, Susmuş bütün namlular…
Susmuş dağ, Susmuş deniz. Dünya mışıl-mışıl, Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş, Memeleri bereketli ve serin…
Sağıyor yeşil. Aydım yarı gecede,
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat, Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne Bak nasıl alıyor, yigit,
Binlerce yıl da sonra Alıyor yesil.
Vurur dağın doruğundan Atmacamın çalkara, Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz, Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri. Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır, Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi, Ve ilk gerillası Spartakus’un.
Susuyor yeşil.
Sus, kimseler duymasın, Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece, Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası. Seni, dişlerinde elma kokusu. Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Ruhum…
Mısra çekiyorum, haberin olsun. Çarşılarin en küçük meyhanesi bu, Saçları yüzümde kardeş, çocuksu. Derimizin altında o olüm namussuzu… Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği… Ağlıyor yeşil.