Güneşin Sarı Rengi Yok Olur Blow Up’da (Antonioni’de) – Ceyda Şahinoğlu

Güneşin Sarı Rengi Yok Olur Blow Up’da (Antonioni’de)*

Antonioni, İtalyan yeni – gerçekçiliğinin karşısına dikilmiş bireyci bir yönetmendir. 1590’da ilk filmi “Bir Aşkın Öyküsü”nü (cronaca di un amore) çekmiştir, devamında “Kamelyasiz Kadin”, “Ciglik” (il grido) “Serüven” (l’avventura) adlı filmiyle içindeki bombayı patlatıvermiştir. Bu filmle birlikte, o zamanlar için yeni yeni “sorunsal” olan “yabancılaşma, iletişimsizlik, kadın- erkek uyumsuzluğu” konularına, yeni bir sinemasal anlatımın kapılarını açmıştır. ”Gece “, “Kizil Cöl”, “Cinayeti Gördüm”( Blow up) 1970’lerde “Yolcu” ve 1980’lerde de “Bir Kadının Tanımlaması” adlı iki başyapıta da  imzasını  atmıştır. “Film çevirmek benim için yaşamak demek” sözleriyle kendi varoluşunu tanımlamıştır yönetmen. Yönetmen bizi zaman ve boşlukla yüz yüze getirmektedir. Bu iki kavramın gözümüzün ta içine bakması tüyler ürperticidir belki ama bir o kadar da özgürleştiricidir.

Karanlıkta mı kaybolur insan yoksa renklerin içinde mi? Yaşamı sorgulamadan ve anlamadan koyduğumuz kurallar ne kadar varlığımızı kanıtlar? Benim diyerek uyandığımız her gün hayat bize biraz daha sıkıcı gelir aslında çünkü aşılayamayacak engel kalmamıştır, dünya bizim etrafımızda dönüyordur artık. İnsanların hiç bir önemi yoktur yaşamda sadece birer objedir gerektiğinde kullanılacak. Kadın ya da erkek fark etmez vitrinde duran soğuk bir beden den ibarettir her şey. Maskeyi taktın mı bir kere istesen de çıkartamazsın yapışır ruhuna, rengarenk boyasan da her yerini donuk bakışlardan kurtulamazsın. Gözlerin sıcaklığını bir cam parçasına iade ettiğin an dönüşü yoktur artık ve soğuk bir bakışla izlersin dünyayı, istemesen de görürsün artık gerçekleri. Gözlerin affettiğini affetmez ve işte kaybolursun bu sefer siyah ve beyazın içinde.

Antonioni, Blow Up filminde üç farklı tema üzerinde durmuştur, ilk olarak insanın kendine olan yabancılığı , ilişki kuramama sorunu en önemlisi ise insan ilişkilerinin bile bir tüketim aracı olarak sunulması, sadece tüketmek için  üretilen bir maldan farksız görülmesi. İkinci irdelenen nokta ise ”Blow Up”da da Zabriskie Point`ta olduğu gibi bir karşıt hareket mevcut. Filmde alakasız gibi görünen ve sürekli üstü açık bir arabanın üzerinde görüntülenen hippi hareketini savunan ve filmin sonunda da pandomin oynayarak gerçeğin hangisi olduğunu sorgulatan bir davranışla izleyiciyi hedef alan düşünce hareketi grubu. Bir diğer tema ise imgeler neyin göstergesidir, gerçek dünyadan daha mı gerçektirler? Ya da gerçek nedir?

Yaşamda bir şeylere anlamlar yüklerken birer imgeye hapsederiz onu,değiştirilemez kalıplarımız farklı anlamlar yüklemeyi hayal etmeyi kısıtlar çoğu zaman. Yeşil, kırmızı, mor, düz çizgiler, eğri çizgiler, maskeler, olmayan bir nesnenin hayal edilmesi….. İnsan kendi isterse kabul eder istemezse iç dünyasına çekilir ve sadece yaşar. Çoğu zaman içinde bulunduğumuz yaşama dışarıdan bakmak, başka bir gözle onu algılamaya çalışmak gerekir işte o zaman gerçekleri görebiliriz. Cinayeti Gördüm filminde olduğu gibi karakterimiz Thomas izinsiz başka insanların hayatına girer ve onların fotoğrafını çekmeye başlar. Üçüncü bir gözdür artık o elindeki objektifle yakaladığı karelerde bambaşka bir gerçekle karşılaşır, artık bir cinayetin tanığıdır. Ancak cinayeti ortaya çıkaransa bir objektiftir. Yeşilin içinde kaybolan gerçek, kırmızıya tehlike sirenleri calar, morsa yalanlardır. Renkler gerçeğin maskesidir, onlar yoğunlaştıkça gerçeklerden uzaklaşırız. Diğer bir yandan gerçek nedir hem filmdeki karakter için hemde bizim için. Başkası olmadan gördüğümüz şeyi bile kanıtlayamazken, Ama bazen kimsenin göremediğimiz ama bizim görmek istediğimizde gördüğümüz gerçekler vardır, hayal edilen bir top…. Ama bazen durağan yaşamımıza anlamlar katmak için beynimizde yarattığımız gerçekler vardır. İnsan öyle bir psikolojiye sahiptir ki, kendine bir dünya yaratır, olaylar ortaya koyar ve kendini içine salıverir bu gerçek olmayan gerçeğin. Filmdeki karakterde gördüklerinden başta emindir ama sonrasında düşünür gerçekten cinayet oldu mu yoksa sadece bir yanılsama mıydı. Ne karakter ne de izleyici bunu hiç bir zaman algılayamayacaktır. Antonioni, karakter üzerinden izleyiciye gerçeği sorgulatmakta, onun yaşadıklarına hapsetmekte ve sonucu görmek istemektedir. İnsan imgeleri isterse beyninde yaratır. Onları gerçekmiş gibi hissedebilir, beyin bunu hayal ya da gerçek olduğunu algılayamaz. Hayal gücünün sınırları senin gerçeğindir çoğu zaman.

Bireyselliğin var olduğu, sadece ben kimliğinin var olduğu dünyada insan artık idealize olan yaşamında kendi istediği gerçeği yaratır . Renklerle süslenen ve oluşturulan bu sahte gerçekler, soyunduklarında, çıplak bedenleriyle kaldıklarında esas gerçek ortaya çıkar. Siyah ve beyaz tüm çıplaklığıyla  ortadadır yaşam. Filmlerde yönetmenlerin çocuklarıdır zamanla büyürler ve kendi dünyalarına devam ederler ama arada onlarla bir araya gelmek  insanı mutlu eder. Salt hayatta olmanın bile insana ne kadar acı ve muamma  yaşattığını keşfetmiştir yönetmen. Her şeye rağmen kendinden bir şeyler bırakır dünyaya bazen içinde yalanlardan oluşan kendi gerçekleri olsa da.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiaralik2007

Bunu paylaş: