“Hamdım, Piştim, Yandım”- Mevlana Celaleddin Rumi – Gizem Yaman

“Hamdım, Piştim, Yandım”- Mevlana Celaleddin Rumi*

Onu duymayan kaldı mı? Yediden yetmişe herkes bilir Mevlana’nın kim olduğunu. Peki ya gerçekten anlayan… Sadece bilmekle kalmayıp onu tanıyan! Yok ise neden hala bu savaş! Evet, bir kesim var onu felsefesini yaşatmaya çalışan, bir kesim ise kulaklarını tıkamış… Çünkü biliyorlar ki ona kayıtsız kalmak çok zor.

Tam 800 yıldır yolunun kesiştiği herkesi etkileyen bir bilgeden bahsediyorum. Mevlana Celalleddin-i Rumi’den. Ona sarılanlara değil bu yazım, kulaklarını tıkayanlara! Bir umut, belki gözleri takılır…

Mevlana’nın 800. doğum günü nedeniyle UNESCO, 2007 yılını “Mevlana yılı” olarak duyurdu. Yurt içi ve yurt dışında pek çok etkinlik düzenlendi. Sevginin, barışın, hoşgörünün sembolü Mevlana’yı, onun yaptığı gibi dil, din ve renk ayrımı olmadan her kıtadan insan bir kez daha kucakladı.

Mevlana Celalleddin-i Rumi, 30 Eylül 1207 yılında, günümüz Afganistan sınırları içersinde yer alan Horasan ülkesinin Belh şehrinde dünyaya geldi. Bazı siyasal olaylar ve Moğol istilası sonucu ailesiyle birlikte, pek çok duraktan sonra 1222 yılında Karaman’a göç eden Mevlana daha sonra Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemini yaşadığı zamanda (1228), sanat eserleri, ilim adamları ve sanatkârlarla dolup taşan Konya’ya yerleşti. Babası Sultan-ı ulema Mehmet Burhanettin Veled Horasan’ın en ünlü bilginlerindendi ve en az onun kadar tanıştığı herkeste hayranlık uyandıran Cellalediin Veled’de Konya’da coşkuyla karşılandı.

Babasının ölümünden sonra, onun yerine dersler veren Mevlana; Sokrat, Eflatun, Aristo’yu Doğu kültürü ile birleştirerek yeni bir sentez ortaya çıkarıyor ve etrafındaki herkesi adeta büyülüyordu. Yaşamını “hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen ve ölüm gününün doğum günü olacağını söyleyen bilgin, 17 Aralık 1273 pazar günü Konya’da vefat etti. Ölümü sadece Selçuk’lu da değil bütün dünyada büyük yankı uyandırmıştır. Her yıl, 17 Aralık’ta Konya da onu anmak için düzenlenen Şeb-i Arus (düğün gecesi) törenlerine dünyanın her köşesinden insanlar katılır.

66 yıllık bir ömrü nerdeyse bir asra taşıran bilge-ozan’nın, felsefesinde her şeyden mühim insan vardır. Mevlana’nın Tebrizli Şems ile tanışması önemli bir dönüm noktasıdır. Artık onun yaşamında “Enel Hak” kavramıyla karşılaşırız. Enel Hak’a göre; tüm kâinat yaratanındır ve her şey ondan doğmuştur var ettiği her şeyin içindedir o, yaratan her yerdedir, bu kâinatın bir parçası olarak, yaratan benim de içimde ve ben de onun bir parçasıyım. Ona göre her varlık yaratanın bir parçasıdır ve varlığa yapılan her şey yaratana yapılandır. Bu varlık birliği savunucusuna göre Hak’kı halkta ve halkı Hak’ta sevmek gerekir. İşte bu noktada yaratana sevgi somut bir hal alır. Dünyayı ve insanı anlamanın tek yolunun  kendi  içimize  bakmak  olduğunu  söyleyen  Mevlana  için,  insanların birlik olup mutluluğu paylaşmasının önemi ise tartışılmazdır. İnsanın benlikten sıyrılıp, biz olmasını öğütlemiş ve tüm insanlığa seslenmiştir:

“ Gene gel, gene, Ne olursan ol,

İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta, İster yüz kere tövbe etmiş ol

İster yüz kere bozmuş ol tövbeni

Umutsuzluk kapısı değil bu kapı; nasılsan öyle gel.”

Mevlana’yı birkaç satır arasına sıkıştırıp anlatmak imkânsız. Onu anlamak ve doğru yorumlayabilmek için onun kendi satırlarına bakmak gerekir. Hayatı kitaplar ve şiirler içinde geçen Mevlana’nın “Dinle neyden kim şikâyet etmekte, Ayrılıklardan şikâyet etmede” diye başlayan 25.700 beyitlik Mesnevisi, yaşamı yorumlayan ve insan olmanın anlamını öğreten bir kitaptır. Farsça ve aruz vezniyle yazılmış olan kitapta tasavvuf öğretisi, hikâyelerle şiirsel bir dille açıklanmıştır. İlk 18 beytini Mevlana kendi yazmış, kalan beyitleri ise semaya durduğu sırada söylemiş, Hüsamettin Çelebi kaleme almıştır. Pek çok düşünür ve sanatçının ilham aldığı kitap için, İran şairi Jami şöyle der; “ O bir  peygamber değil, ama yazdığı kutsal bir kitap”.

Mesnevi dışında Mevlana’nın sohbetlerin ve verdiği derslerden toplanarak oluşturulan Fihi Ma Fih, Şems’in kayboluşundan sonra söylediği gazelleri ve rubaileri barındıran Divan-ı Kebir, yine sohbetlerinden derlenen Meclis-i Saba, döneminde yöneticililere yazdığı yaklaşık 147 mektubun toplandığı Mektubat başlıca eserleridir.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiaralik2007

Bunu paylaş: