Köprüler 1*
“Ayrılığın omurgasıdır umut. Dik tutar ayrılığı ve katlanılabilir kılar verdiği acıyı. Ayrılık başladığı anda doğurur umudu içinde; çünkü her ayrılık yeni bir başlangıçtır ve her yeni başlangıç habercisidir yeni bir ayrılığın. Bu uzar gider hayat içinde, doğmak bir ayrılıktır kendi serinde ve de yeni bir başlangıç. Ölmek ise daha güçlüsü doğumların… Yani bir ucu ayrılıktır bir nefes boyundaki ipin, bir ucu yeni bir başlangıç önceki hiçbir gündüze benzemeyen. En uzun süren anı bu ipin ortasında yaşanır, sonrasında yaşanan ya bitişin verdiği acı ya başlangıcın verdiği heyecandır…”
…Aynaya baktım bir defa daha, saçlarımdaki kıvrımlara ölü bir yakarış gibi düşen solgun ışığın akışına ve gözlerimde dökülmeye her dem hazır, topluca durup yerçekimine yenik düşmeye, dağılarak ve ışıkla her noktada birleşerek başkaldıran aydınlığa… Aynı ışık altında günlerce önce görmüştüm hüzünlü gözlerini, her an yüreğini ortaya dökecekmişçesine suskun duran dudaklarını, şaşırmış gibi titreyen, çocukluğumun geçtiği memleketteki kar düşmüş çam ağaçlarına benzer kirpiklerini yüzünü… Hepsi aklımda yaz günlerinden kalma bir anı gibi. Sen aklımdasın, unutmaya çalıştığım her şey gibi. Derine itmeye çalıştıkça aynı istekle fışkıran yalnızlıklarım gibi aklımın en ucundasın. Ve ben varlığını yokluğunla bir tutana dek, orada kalacaksın…
Suretim değişmedi ne kadar baktıysam aynaya. Gözbebeklerimde belirdi tekrar kar yanığı hayalin. Şimdi durduğum yerdeydin yine, ellerin uzanmıştı bilmediğimiz denizlere doğru. Sustuğun tüm kelimeler aynı ışık altında dökülmüştü odanın her köşesine ve sesin, dağılmıştı dudaklarından çıkıp parmak uçlarımı titreterek… Sonra sabah oldu, sen açıp tüm perdeleri, o ölü ışığı da katarak yanına ve bana, artık kaybolan sesinin yankılarını, kederli tortular taşıyan gün ışığını bırakarak odanın orta yerine, gittin… Senden sonra ne ben açabildim ellerinin tadını alan o perdeleri, ne de çağırabildim gizli denizlerinden, kuytu köşelerden kaybolan sesini…
Şimdi aynı ışığın altındayım yine; ama ne kirpiklerin var gölgesinde yıldızlarımın, ne de nefesinin buğusu gözbebeklerimde. Bana kalan yalnızca yokluğun var ki ne ağır gelir yüreğime…
“Ayrılık demir çubuk gibi, sallanıyor havada Çarpıyor yüzüme yüzüme, sersemledim
Kaçıyorum ayrılık kovalıyor beni Yolu yok elinden kurtulmanın Dizlerim kesildi, yıkılacağım.
Ayrılık zaman değil, yol değil Ayrılık aramızda bir köprü Kıldan ince kılıçtan keskin Ayrılık aramızda bir köprü Seninle diz dize otururken de…”