Paris’in En İyi Burnu Bir Katil – Göral Erinç Yılmaz

Paris’in En İyi Burnu Bir Katil *

Patrick Süskind’in, sıradışı bir katilin sıradışı öyküsünü anlattığı kitabı Koku, Tom Tykwer’ın yönettiği uyarlama filmiyle 2007 Şubat’ında vizyona girdi. Kitaptan bağımsız olarak değerlendirildiğinde tatmin edici bir film olan Koku, bir uyarlama olarak başarılı olamamış.

Patrick Süskind’in Grenouille’i, annesi tarafından daha doğar doğmaz ölüme tek edilmiş olmasına rağmen inatla hayata tutunur. Etrafındaki nesneleri kelimelerle anlamlandırmayı öğreniyor olması gereken yaşta, yaşadığı dünyayı kokularıyla tanır. Onun için kokuyla ilişkilendiremediği soyut şeyleri algılamak imkânsızdır. Bu tür kelimeler kullanmaktan kaçınır, bir süre sonra tamamen susmayı tercih eder. Işığa ihtiyacı yoktur, yolunu kokularla bulur. İçinde biriktirdiği kokuları birbiriyle karıştırarak yeni kokular duyar. Ve koklamakla kalmayıp kimsenin duymadığı yeni kokular yaratmak yavaş yavaş tutkusu haline gelmeye başlar.

Hayatında duyduğu en güzel kokuya, kızıl saçlı genç bir kızın kokusuna sahip olmaya çalışırken kızı öldürür. Artık Grenouille bir katildir. Ve kendi kendine söz verir: Bundan sonra böyle harika bir kokuyu böyle acemi bir şekilde kaybetmeyecektir. Bunun için kokunun özü ve yapımıyla ilgili her şeyi bilmelidir. Yaşlı, rekabet umudunu bile kaybetmiş bir parfümcünün yanında işe girer. Yaptığı kokularla yaşlı Baldini’yi bir kez daha zirveye oturtur. Ama damıtma yöntemiyle bir kedinin kokusunu elde etmeye çalışıp başarısız olduğunda çıldıracak gibi olur. Harika kokan genç kızların kokusunu nasıl elde edecektir? Tam bu esnada ölümcül bir hastalığa yakalanır Grenouille. Herkes ondan umudunu kestiğinde sorduğu soru, bir maddenin kokusunu elde etmenin damıtmaktan başka yolu olup olmadığıdır. Ustası Baldini bir maddeden koku elde etmenin üç yolu daha olduğunu, bunları güneyde öğrenebileceğini söylediğinde susar, iyileşir ve güneye doğru yola çıkar.

Grenouille’in hayatındaki en büyük hayal kırıklığı, en büyük acı kendi kokusunun olmadığını öğrenmesidir. Güneye doğru yaptığı yolculukta aylarca bir mağarada yaşadıktan sonra bir gün rüyasında kokusunun olmadığını görür. Uyandığında, karanlık mağarada kendine dair bir iz bulabilmek için  uğraşır. Ama Grenouille’in kokusu yoktur. Etrafındaki herkesi ve her şeyi kokularıyla tanımlar, anlamlandırırken kendisini anlamlandıramaz. O görünmezdir. İnsanlar, kokusu olmayan bu çirkin adamın varlığının bile farkında değildir. Bu durum, Grenouille’in hırsını ve tutkusunu artırır. İnzivaya çekildiği mağarasından çıkar ve hikâyesi anlatılan en ilginç katil olacağı yere, Rue de La Louve’a gider. Aklında, mümkün olabilecek en harika, en dayanılmaz kokuyu yapmak vardır.

Rue de La Louvre’daki insanlar, güzel genç kızların saçları kesilmiş ve yağa bulanmış halde ölü bulunduklarını gördüklerinde panik olurlar. Richis, kendi kızının o bölgedeki en güzel kız olduğunu, dolayısıyla en yakın zamanda tehlikeden uzaklaştırılası gerektiğini görmekte gecikmez. Ama Grenouille, Laure’yi en sona bırakmıştır. Bu mükemmel koku önce olgunlaşacak, sonra diğer kızların kokusunu tamamlayıp dünya üzerinde yaratılmış en dayanılmaz koku yapacaktır. Richis kızını kaçırmak için ne kadar uğraşsa da  başarılı  olamaz. Grenouille onları bulur, Laure’nin kokusunu alır ve parfümünü tamamlar.

Grenouille yakalanır, idam edilecektir. İdam masasına çıktığında cebinden küçük bir şişe çıkarıp üstüne birkaç damla damlatır. Nefret dolu kalabalık bir anda aşkla dolar, bu harika, bu dayanılmaz çekicilikteki adam nasıl bir katil olabilir? O kadar sevgiyle doludur ki insanlar, meydanda toplu  cinsel birleşmeler yaşanır. Grenouille kaçar ve Paris’e döner. Orada, sokakta yaşayan insanların arasına girer ve birkaç damlası bile koskoca bir kalabalığı akıldan yoksun bırakacak güçteki parfümün tamamını başından aşağı boca eder. Etrafındaki insanlar Grenouille’in üstüne çullanır, öpmek, ısırmak yetmez hale gelince parçalayarak öldürür ve kemiklerinin üzerindeki en küçük et kırıntısını bile yer. Kitabın en can alıcı paragrafı (ki aynı zamanda son paragrafıdır) işte bu noktada yazılır: “Sonra, önce kaçamak kaçamak, sonra doğruca göz göze gelmeyi başardıklarında, gülümsemeden edemediler: Olağanüstü bir gurur duyuyorlardı. İlk kez sevgiyle bir şey yapmışlardı.”

Tom Tykwer’ın filmine gelecek olursak, daha önce de belirttiğim gibi eğer tek başına, kitaptan bağımsız olarak değerlendirilecek olursa başarılı bir film olduğunu söyleyebiliriz. Grenouille’in başından geçenleri bir gözlemci     olarak izler, kokulara kafayı takmış bir adamın güzel kızları öldürüp kokularını çaldığını görürüz. Ama onun hislerine, düşüncelerine, onu bu cinayetleri işlemeye iten güdülere hâkim olamayız. Oysaki Grenouille’in öyküsünü bu kadar ilginç kılan şey yaptıkları değil, hareketlerinin nedenleridir. Bir başka konu da kokuların görselleştirilmesidir. Patrick Süskind kelimelerle bunu o kadar güzel yapmıştır ki, Grenouille gibi koklayarak girersiniz 1700’lerin Fransa’sına. Yazar yanılıp da görüntüleri kullanarak betimlemeye başladığında etrafı rahatsız olursunuz. Görüntülere ihtiyaç yoktur. Kokular ve içgüdüler yeterlidir. Ama Tom Tykwer’ın görüntüleri kullanmaktan başka bir şansı yoktur. Ve Paris’in en iyi burnu Grenouille’in dünyasına görüntüler aracılığıyla dâhil olmak, denize girmeden ıslanmak kadar imkânsızdır.

Filmi izlemiş ya da izlememiş herkese Patrick Süskind’in “Koku, Bir Katilin Öyküsü” kitabını tavsiye ediyorum.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2007

Bunu paylaş: