Sanayi ile Kentin Boşanması*
- yüzyılda başlayıp, yeni ekonomik sistemler doğuran, toplumlarda sınıf ayrımı yaratan Sanayi Devrimi dünya düzenini kökten değiştirmiştir. Devrimle birlikte burjuva güç kazanıp işçi sınıfı doğmuş, “kapitalizm” kelimesi ilk defa telaffuz edilmiş, üretim araçları ve sistemleri tamamen değişime uğramıştır. Sanayileşme süreci doğrultusunda sanayi kentinin kurulu olduğu düzen üçlü bir sacayağı üzerinde kurulmuştur. Üretim elemanlarının üretildiği fabrika, işçi sınıfının yaşadığı köhneleşmiş kent merkezi (slum) ve üretim araçlarının taşınmasında önemli yere sahip olan demiryolları sanayileşmenin belkemiğini oluşturmuşlardır.
Sanayilerin yer seçimi günümüzdeki gibi kent dışında, çevreye zararın en aza indirgendiği organize sanayi bölgelerinde olmayıp, pazara yakın olan kent merkezindedir. Sanayilerin merkezde yer seçimiyle işçi sınıfı da fabrikayı merkeze alarak çevresinde yer seçmiş, burjuvazi kent dışına kaçmış, zaten eski olan merkezler zaman içinde yıpranıp köhneleşmiştir. Merkezlere aşırı yığılan işçi sınıfı, günde 16 saat çalışmayı normal öngören dayatmalara, bir hanede 5–6 aile kalmaya, sanayi atıklarıyla iç içe yaşamaya maruz bırakılmıştır. Bu yüzden sanayileşmenin yeniden düzenlenmesi adına uyandıracağı ütopik kent ve bahçe kent kavramları bu bağlamda en önemli konulardır.
Bu sorunun giderilmesi adına 19. Yüzyıl ilk çeyreğinde Owen ve Fourrier gibi ütopik sosyalistler, bilimsel sosyalizmden ayrı olarak sınıfsal barışçı ve homojen toplum önerileriyle karşımıza çıkmaktadır. Ortaya çıkışlarını ise ilk defa işçi yaşantısı ve sorunlarına “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” adlı kitabıyla değinen Friedrich Engels’in önemli katkısı olduğu söylenebilir. Ütopik sosyalistler sanayileşmenin getirdiği sorunları genel olarak ele alıp, sınıfsal çatışmaları ve politikayı geri plana atarak, toplumsal iyileşme için çevrenin iyileşmesi gerektiğini savunur ve düzen, birlik, ahenk kavramlarını kullanarak küçük ölçekte, işleyebilir ve sürdürülebilir kent modelleri ortaya koymuşlardır. Fakat zaman içerisinde gerek toplumdan kopma ve mahremiyet eksikliği, gerek iletişim eksikliği ve rutinlik gerekçesiyle bu sistem reddedilmiştir.
İdeal kente ütopik olmadan yaklaşımı başaran en önemli isim “Garden Cities of Tomorrow” adlı kitabıyla devrim yaratan Ebenezer Howard’dır. Türkçeye bahçe kent olarak çevrilen “Garden City” teorisinin yaratıcısı olup, yozlaşmalardan kaynaklanan, refah, “zenginlik için yaşatılan yoksulluk” gibi kavramları incelemiştir. Howard’ın teorileriyle birlikte uygulanabilir ve sürdürülebilir ideal kabul edilen kent modelleri ortaya çıkmıştır. Bu kent modellerinde sağlık ve konfor koşullarına uygun yaşam sağlanmakta, kent çevresi ve gelişme kolları arasındaki bütünlük orman alanları ve tarım arazileriyle kaplanmaktadır. Sanayi ile kent boşanmış, sanayi bölgeleri kent dışına yığılmıştır. Bahçekentlerin ana teması “ Ev yaşantısı ve şehir yaşantısının ayrılmasıdır.” Günümüzde yaşayan örneklerinden bazıları Letchworth (İngiltere), Maryland (ABD) ve ülkemizde Ankara Bahçelievler’dir.
Kentsel rant sağlama amacı güdülmeden yapılan planlamada, isli köhne beton yorgunu şehirlerden nasıl ideal bahçe kent yaratılacağını açıkça görülmektedir. Unutulmamalıdır ki yaşadığımız toplumun sağlığı, çevre sağlığıyla doğru orantılıdır.