Sınırlılıkları Olmayan Dünya: Sürrealizm – Ceyda Şahinoğlu

Sınırlılıkları Olmayan Dünya: Sürrealizm*

Hangi dünyada yaşıyorum? İçimdeki mi? Dışımdaki mi? Sürekli bir şeylerin peşinde koşuyorum. Kısa mesafede alamadığım yollar çevreliyor etrafımı.  Armut büyüklüğündeki yüreğim binlerce insanın yaşadığı kocaman bir dünya oluyor. Sürekli bir şeyleri beklediğimi hissediyorum, ulaşmamın imkânsız olduğu şeyler. Ana yakalanmış kırmızı renkli kutunun içinde hiç yol almayan yelkovan ve akrep gibiyim. Sıyrılıyorum kutunun içinden sürüklenen bir akıntının içinde buluyorum kendimi. Zaman diyorlar adına ve durmaksızın yolculuğa çıkarıyor, elinden tuttuğu yaşamımı. İstemesem de bir şeyler olup bitiyor. Farklı gözlere dalıyorum. İnsanların gözlerinden hangi zamanda yol alıyorlar, hangi zamana takıldılar hissetmek istiyorum. Sınırlarını göremediğim bir dünya sürrealizmden bahsetmek istiyorum ve sesleniyorum geçmişteki ruhların derinliklerinden.

Sürrealizm Dadaizmin devamı olarak ortaya çıkmış ve sonunda en büyük çabası Dadaizm gibi dil sorunu üzerine olmuştur. Sürrealistler nesnel, dışarıda, biçimsel, akılcı olarak düzenlenmiş herhangi bir şeyin insanı anlatıp anlatamayacağı konusunda kuşku duymaktadırlar, ancak bu tür bir anlatımın taşıdığı değer konusunda da kuşku duyarlar. Sürrealizme göre kişinin ardında bir iz bırakması, gerçekten kabul edilmesi olanaksız bir şeydir. Bu yüzden onlar, ortaya attıkları düşünce etrafında en çok dil sorunu üzerinde dururlar. Hem bir şeyler anlatmak hem de bunu anlatımın geleneksel kalıplarına karşı gelerek yapmak zorundadırlar. İnsanlığın tüm varoluş biçimleri ve akıl almazlıklarıyla çelişkilere  düşen  bir  akım  ortaya  çıkmıştır.  Andre  Breton’un   önderliğinde ilerleyen akımın en önemli bildirisinde yayınlanan şu cümleler akımın içeriğini net bir biçimde ortaya koymaktadır. “Her şeyi bırakın. Dadayı bırakın. Karınızı da sevgilinizi de bırakın. Umutlarınızı da korkularınızı da bırakın. Gerekiyorsa rahat bir yaşam ve parlak gelecek diye sunulanı da bırakın. Ve yollara düşün!” Bu bildiride aklın denetiminden sıyrılmaktan, etik ya da estetik hiçbir kaygı duymaksızın düşüncenin yönlendirilmesinden söz edilmektedir. Sürrealizm kişiliğin özgürleştirilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Dil özgürleşmeli ve bunun için de hayal gücü özgürleşmelidir. Amaç varolan nesnel gerçeği yıkmaktır. İşte akımın kendi içinde katettiği bu süreçte akıma Salvodar Dali ve Luis Bunuel gibi ileride ünlenecek isimler katılır. İlk başta adını edebiyatta duyuran akım resim, heykel, tiyatro ve sinema alanlarında da adını duyurur. Bu akım içinde sunulan yapıtları sürrealist kılan şey, sadece kompozisyonun olası bir dünyayı betimlememesidir. Her şey düşsel bir yaratı içinde sunulur. Sanatçılar düşle uyanıklık arasında bilinçlerini geri plana atarlar, bilinç altındaki imgeleri yüzeye çıkarırlar ve bunları kendi seçtikleri teknikle aktarırlar. Sinemayla, resimle, heykelle… Freud ve Norbert Lynton’a göre sürrealistler aslında kendilerine özgü tekniklerle çalışan ve derinlerdeki gerçeği araştıran birer gerçekçidirler. Akım kendini özellikle sinemada göstermiştir. Sürrealizmin zaman kavramıyla en çok uyuşan sanat dalı sinemadır. Konunun reddedildiği bu akımın filmlerinde görülen temel özellikler, akılsal olanın dışına çıkma, düşlerin büyüsüne geri dönme ve ruhun bilinçaltı ifadelerini ortaya koymaktadır.(Coşkun, Esin. Dünya sinemasında Akımlar.İzdüşüm Yay. Ekim,2003)

Söylemek istediğim, aslında bir bireyin fikirlerini taşıyan ve üretilen yapıt o bireyin ideolojileriyle doludur. Kim olursa olsun ne kadar objektif olmak istese de kendinden ve fikirlerinden sıyrılamaz. Film, sinema bunu göstermenin en güzel yoludur.

Sürrealizmin sinemadaki en önemli temsilcisi olan Bunuel’e göre de sinema, rüyaları, duyguları, dürtüleri ifade etmede en üstün araçtır. O, sinemanın, psikolojik, kültürel ve mantıksal hiçbir açıklamaya meydan vermeyecek düşünce ve görüntüleri benimseme, usa aykırı her düşünceye açık olma, nedeni araştırılmaksızın ilgi çekici ve şaşırtıcı görüntüleri kullanma  konusunda sağladığı olanaklarla, belki de sürrealizme diğer sanat dallarından daha yatkın olduğunu düşünmektedir. Sürrealizm akımını temsil eden ilk film Rene Clair’e ait olan Perde Arası (Entr’acte) dır. Filmde geleneksel anlatımın kalıplarını kırmaya çalışmış, betimleri gerçekle olduklarından farklı ilişkiler içinde sergileyerek ve saçmalıkla düş gücünü birleştirerek bir anlamda hem Dadaist hem de Sürrealist özelliklere yer vermiştir. Diğer yandan Empresyonist  sanatçılar arasında yer alan Germaiene Dulac’ın Deniz Kabuğu ve Din Adamı filmleri de sürrealist sayılmaktadır. Diğer bir yönetmen Man Ray’ın Zarlar Şatosu’un Sırları, Akla dönüş ve Emak Bakia sürrealizm özellikleri taşımasına rağmen dadaist eserler olarak görülmektedirler. Akımın en iyi örneği Dali ve Bunuel’in rüyalarının alt yapısında ortaya çıkan Endülüs Köpeğidir.( Coşkun, Esin. Dünya Sinemasında Akımlar. İzdüşüm Yay. 2003)

Suları bulanıklaştırıp, fırtınalar çıkartabiliyorum artık. Kendi yarattığım mavide o yelkenlinin gerçekleşmesini sağlayan kibrit çöplerini birer birer topluyorum ve onu yaratan inatçı ruh gibi, bugüne taşıdığım birikimleri, deneyleri, görüntüleri, düşleri, bakışları ve onları birleştiren ruhumla benim dilimin imgeleri dökülüyor bedenimden, gerçekleştirdiğimiz imgeseller ve onların çoğaltıldığı tatlarla diyorum. İşte sürrealizm budur, sadece sınır koymadan yaşamak yüreğine ve kilitlemeden düşlerinin kapılarını arzularını bırakıvermek yüreğinin. Bunuel’le konuşmak görüntülerle, kimi zaman Dali olmak bir fırça darbesinde… Zamanı kendi avuçlarında hissetmek ve yakalamak aynı anı birçok zaman diliminde.

Olaylar istedikleri gibi zincirlenirler ve üzerlerindeki denetim hiçbir düşüncenin ürünü olamayacak kadar güçsüzdür. Yani, bir tür yarı uyku halinde, anıların tomurcuklanmasına   yardım   ederek,   birleşmelerinde,   düğümlenmelerinde ve biçimsizleşmelerinde özgür kılarak bilgimiz dışında bir şeyin oluşup bir bilmeceye dönüşmesidir. (Coşkun, Esin. Dünya Sinemasında Akımlar. İzdüşüm Yay. 2003)

Gerçekle yetinmeyip ötesine yüzünü dönmek, gerçekle düşü kurgulamak ve insanın en değerli eyleminin önünü açmak. Her şeyi olduğundan farlı görmek. Her izleyicisine, alıcısına kendini özel hissettirmek. Sadece ne varsa bedeninde oluşan onu göstermek ve dileyenin dilediğini almasında özgür bırakmak. Sınırları aştıkça değişen anlamların ortaya çıkması ve belki gizlenenlerin göstergesidir sürrealizm. Kendi dünyamızın içine hapsettiğimiz ve farklı adlar verdiğimiz nesneler, bilincimizin oynadığı oyunla yeniden  karşımıza  çıkıyor ama bu sefer tek fark artık özgürleşiyor ve hissettirdiği şey olabiliyor.  Sürrealizm bir dil oluyor ama herkesin dünyasında alfabeler değişiyor herkes kendi simgesiyle dünyasını kuruyor ve paylaşmak istediği biçimde ortaya koyuyor, sürrealizmde anahtar düşlere dönüşüyor…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2007

Bunu paylaş: