Sokak, İnternet ve Toplumsal Hafıza *
2–3 ay öncesine kadar neredeyse Malezya oluyorduk; hatta İran olmayı bile tartışmaya başlamıştık. 22 Temmuz seçimlerinde en demokratik parti olarak AKP’yi seçen bizler demokrasinin terk ettiği ülkeleri araştırmaya başladık geleceğe bakarken. Toplumsal hafızamızın pek de güçlü olmadığı ülkemizde yaklaşık bir ay boyunca her gazete ayrı bir yazı dizisi yayımladı bu ülkelerle ilgili. Sonra da mahalle baskısı gündeme geldi. Her mahallede ne kadar baskı var, nerede alkol alınır, nerede oruç tutulur konuştuk durduk. En büyük, en gerçek sorun olarak görünen bütün bu tartışmalar bir anda kayboldu. Bizi oyalayan ne var ne yok unuttuk bir anda… Bir referandum sabahı başlayan olaylarla bu yazıyı yazmayı düşündüğüm güne geldik.
O gün ne oldu peki? Akşam yemeği için ailemle bir restorana gittik. Pencere kenarına oturup siparişlerimizi verdik ve sohbet ederek yemeklerin gelmesini beklemeye başladık. Yemeklerden önce dışardan bir takım bağırışlar geldi. Sonra caddede polis araçları belirdi. Bir iki dakikaya kadar seslerin kaynağı olan kalabalık da uzaktan görünür oldu. Ellerinde Türk Bayraklarıyla slogan atarak yürüyen bir kalabalık. Teröre karşı söylemlerini dile getiren ve tepkisini ortaya koyan toplumsal bilincin yürüyüşü. Kısa bir süre önceye kadar bu tip eylemler devam etmekteydi. Yürüyüşler yapılıyor, evlere bayraklar asılıyordu. Normal derecede bir yurtseverlik tepkisi insanlar arasında yayılmıştı. Bu doğal tepkiyi oturduğumuz yerden izlerken bir anda tepkilerin hedefi yön değiştirdi. Az önce bölücü tehdide karşı çevrilmiş oklar şimdi bizim bulunduğumuz restorana doğru bakıyorlardı. Sadece bakmayla kalmayıp içerideki insanlara saldırılar başladı. Ağızları bizi ülkeye sahip çıkmamakla suçluyor, elleriyse o an kalkıp onlara katılmazsak olacakların bir tehdidi şeklinde savruluyordu havada ya da elleri başka semboller mi yapıyordu tam emin değilim. Karanlıktı. Birkaç masanın, pencere kenarından uzaklaştığını gördüm. Belki biz de aynı şeyi yapmalıyız diye düşünürken kalabalık çoktan yandaki kafeye de aynı şekilde saldırmaya başlamıştı bile. Ülkeme sahip çıkıp çıkmadığımı düşündüm… Onların sahip çıkıp çıkmadıklarını merak ettim… Nasıl olacaktı sahip çıkmak? (O günden sonra bütün bu yaşananları haklı bir tepki olarak gösteren herkesten yaşadığım sahneyi gözlerinin önünde canlandırmalarını istedim. Sevdikleri insanla uzun zaman sonra görüşmüşler ve bizim kadar ucuz kurtulamadıkları bir saldırının ortasında kalmışlar. Tepki haklı mıydı o an? Ülke kurtulmuş muydu?) Tek örnek bu değil elbette. Sadece sahibi güneydoğunun her hangi bir kentinde doğduğu için yağmalanan dükkân haberleri gelmeye başladı kulağımıza, Kürt kökenli vatandaşlara açıkça yapılan saldırılar git gide şiddetlenir oldu. Kısa bir süre önce türban odaklı mahalle baskısı şimdi yerini aşırı milliyetçi bir mahallenin sakinlerine bırakıyordu. Başlarda duygusal bir tepki olan davranışlar süreç içerisinde yeni bir baskı yaratıyordu. Artık balkonlarına bayrak asmayan insanlara daha farklı yaklaşılıyordu. Biz de bu baskıyı üstümüzde hissederek daha fazla simgeselleştiriyorduk olayları. Bayrak asılmayan camlar indirilirken biz nereye bulsak oraya yapıştırıyorduk kimliğimizi. Nedense bir anda bütün bu olayları umursamaya başlayan bazı MSN kullanıcıları, msn hesaplarını bayraklarla donatıp, kişisel iletilerine lanetler yazdılar. Yetmedi internetin son büyük çılgınlığı ve bize bu olayla da ne kadar sosyal olduğunu kanıtlayan “facebook”ta teröre karşı oluşumlar boy gösterdi ve kullanıcı profillerine bayraklar eklendi. Biz olayları daha çok simgeleştirmeye devam ediyorduk hala ve bunu fırsat bilen bazı guruplarda ötekileştirme çalışmalarında son derece başarılıydılar.
Tepkilere ya da eylemlere karşı bir duruşum yok; fakat öncelikle bunu neden, kime karşı ve hangi yollarla yaptığımızı bilmeliyiz; çünkü farkındalığımızı yitirdiğimiz zamanlar toplumsal hafızamızın acizliğinden olsa gerek unutmaya başlıyoruz her şeyi. Artık ülkekeyi kurtaracak o öfkeli kalabalık çıkmaz oldu sokaklara. Bayraklar yavaş yavaş toplanmaya başladı. Bırakın yıllardır süre gelen ölümlerin bir sona ulaşmasını hiç bir internet kullanıcısı sadece bugün ölen subay için bile bir şey yapamadı.
Sağlıklı düşünebilseydik tepkimizi ne yöne çevireceğimizi daha iyi görebilirdik belki de. Doğum yerine göre yapılan bir ötekileştirmenin bize sadece acı vereceğini görmemiz lazım artık. Biz vurup kırmaya devam ederken birbirimizi, diğer yolu hep göz ardı ediyoruz.
Eğer bu ülkede yaşayan yetmiş milyon insan aynı düzeyde olsaydı kim kazanırdı ve kim bundan rahatsızlık duyardı? Biz yurdunu seven insanlar olarak Türkiye’ye yöneltilen faşizan baskılara karşı diğer devletlere ve ya topluluklara aynı şekilde değil de akıl ve mantığın ön planda bulunduğu, eşitliğin ve adaletin amaçlandığı bir düşünceyle yaklaşsak bundan biz kazançlı çıkarız. Bu ülkenin biz yurtsever vatandaşları, Türkiye Cumhuriyet’inin ortak çıkarları doğrultusunda hareket etsek zaten ne bu ülke içinde ne de dışında illa ki bir düşman aramak zorunda kalmadan sonuç elde edebildiğimizi görürüz. Kavga etmek yerine onca yıl ortak ulusun çıkarlarınızı göz önünde tutsaydık ve altında yaşadığımız bu çatıyı daha da güçlendirseydik kim kazanırdı? Yıllardır yaşadığımız sorunlar, kaybettiğimiz insanlar bir etnik sorun sonucu değil ki biz bu konuda yoğunlaşıyoruz sürekli. Bu sorunun kaynağı dış güçlerin orta doğudaki emelleri doğrultusunda şekillenmemiş midir? Artık sevgili stratejik ortağımızın ve kapılarında yatıp kalktığımız Avrupa ülkelerinin teröre destek verdiğini herkes bilmektedir. Uyuşturucu ya da silah kaçakçılığından hangi kişilere para kazandığı da apaçık ortadadır. O zaman tepkimizi bu yöne yöneltmek varken neden biz hale içinden çıkılamaz bir şiddetin esiri oluyoruz? Mahalledeki komşularımız yerine emperyalizme karşı durmamız gerekmektedir. Daha önce bahsettiğim farkındalık burada bulunuyor, başarı burada bulunuyor.
Çözüm ne askeri müdahalelerde ne de ayaküstü yapılmış görüşmelerdedir. Çözüm gerçek bir duruştadır. Öyle bir duruş ki herkese kim olduğumuzu ve kimin çıkarları için çalıştığımızı hatırlatacak bir duruş. Öyle bir duruş ki dürüst, gerçek ve bu iş için ne gerekiyorsa yapılacağını sokacak gözlere. Öyle bir duruş ki emperyalizme karşı Mustafa Kemal Atatürk duruşu. Ülkenin en üstünden en altına kadar bir duruş… Emperyalizmin bizi etnik ya da dini olarak ötekileştirmesine izin vermediğimiz sürece kazanabiliriz bu savaşı…
Şu anda gerçek nedenler, geçici yöntemlerle bize unutturulduğu için sanırım biraz daha beklemek zorundayız. O güne kadar ya en üstte olup başkalarının ağzının içine bakacağız ya altlarda kavga edeceğiz ya da kolay yolu seçip çevrimiçi bir halde “bu konuyu bende önemsiyorum” mesajları vereceğiz. Altta verdiğimiz mesajlar sadece birbirimize olacak, üstekilerin ise şu an için böyle bir kaygısı var mı bilemiyorum.