Son Samuray’ın Ardından – Onur Keşaplı

Son Samuray’ın Ardından* 

 İçinde, Uzakdoğu kültürünü merkeze almakla birlikte alt kültürler de barındıran, yönetmenliğini Edward Zwick’in yaptığı 2003 yılının gişe filmi Son Samuray, büyük stüdyolarda çevrilen Hollywood filmlerinin arasından sıyrılmayı başarmış bir yapıttır. Oyuncu kadrosunda Tom Cruise gibi artık simgeleşmiş Amerikalı isimleri barındırmasına karşın filmde ciddi bir Amerikan politikası karşıtlığı görmekteyiz. Bunun yanında doğuya karşı emperyalist sömürgeci yaklaşımlara ve Kızılderililere yüzyıllar boyunca yapılmış katliamlara karşı sert bir duruşu da vardır filmin. İşte tam da bu detaylar filmi özel yapmaktadır. Şimdi filmin konusuna kısaca göz atalım.

  1. yüzyıl Amerika’sında, iç savaş ve Kızılderili katliamlarında bulunan Yüzbaşı Algren (Tom Cruise), tanık olduğu ve etkin rol oynadığı tüm bu olaylardan pişmandır. Yaptıkları ve tanık oldukları onun bir anlamda ruhunu kaybetmesine, psikolojisinin son derece bozulmasına sebep olmuştur. Çalıştığı ucuz sokak gösterilerinden de kovulduğunda eski silah arkadaşı Zeb ona göre bir iş olduğunu söyler. Zeb’in deyimiyle Algren’in yapabileceği tek iş, “erkek işi” olan askerliktir. İşin aslında Japonya’dan gelen bakan Omura’nın Algren’i, isyana kalkan samurayları bastırmak üzere Japon ordusunu eğitmesini istemesi yatmaktadır. Geçmişinde kabile ayaklanmalarını bastıran Algren, ruhunu utanç duyacak şekilde sarsan geçmişinin artık kaderi haline geldiğini düşünüp boyun eğer ve işin başına geçer. Dönemin Japonya’sı, genç yaşta imparator olmuş Meiji’nin kontrolündedir. Bu genç imparator, ülkesinin modern dünyaya ayak uydurabilmesi için her alanda devrimler yapmaktadır. Demiryolları, kılık- kıyafet, mimari ve tabiî ki ordu batıdan getirtilen uzmanlarla modernleştirilmektedir. Fakat Meiji’nin bu iyi niyetini ve gençliğini Omura önderliğindeki bakanlar kendi çıkarları doğrultusunda sömürmektedirler. Katsumoto (Ken Watanabe) önderliğindeki samuray isyanının temel nedeni, modern ordunun yerlerini alması gibi gözükse de aslında ülkenin değerlerini, kültürünü, tarihini     hiçe     sayarak     modernleşme     adı     altında  ülkenin sömürülmesidir. Samurayların kılıç kuşanıp ayaklanması, bu karşı çıkışın bir anlamda Japon tarihinin merkezi sayılan samuray felsefesinde ve kılıcında hayat bulmasıdır.

Film samuray temelinde Japon kültürünü aktarmaktadır izleyiciye. Örneğin Samuraylar için önemli simgelerden biri saçlarındaki tepe düğümüdür. Savaşçılığın sembollerinden olan tepe düğümü samurayların da sembollerindendir. Onun kesilmesi bir samuray için utanç vericidir. Bunu  filmde, Katsumoto’nun oğlu Nabutada’ya yapılan polis müdahalesinde görmekteyiz. Tepe düğümü o kadar önemli bir olgudur ki Japon sumo güreşçileri bile günümüzde sporu bıraktıklarında törenle tepe düğümlerine veda ederler. Bunun dışında Samurayların kültürlerinde belki de en ilgi çekici gelenek harakiridir. Harakiri, hayatlarını her anlamda mükemmelliğe adamış samurayların, yenilginin verdiği utançla yaşayamaz hale gelmesinin sonucunda hayatlarını kendi kılıçlarıyla sona erdirme eylemidir Bu sayede lekelenmiş onurlarını geri kazandıklarına inanırlar. Harakiri, samurayların katana adı  verilen kılıçlarını karın bölgesine saplayıp sağa kaydırmaları ve sonrasında kalp hizasına kadar yukarıya devam ettirmeleriyle gerçekleşir. Eğer harakiri yapacak samuray bunu tek başına yapamayacaksa, ricası üzerine bir başka samuray başını kesmek için hazır bekler. Filmde harakiriyi Algren’in tutsak edildiği ormanda ilk defa görmekteyiz. Ayrıca Son Samuray Katsumoto filmin sonunda Algren’in yardımıyla katanasını karnına saplamaktadır. Samuray kültürünün felsefi ise  Buşidodur. Buşidoyu  kısaca özetlemek  gerekirse  filmde Katsumoto ve Algren arasında Budist tapınağında geçen diyalogları hatırlamalıyız. “Aldığın her nefeste, yudumladığın her fincan çayda, aldığın her hayatta aslında bizlerin de ölüyor olduğu. Her nefeste hayat…” Yani Buşido hayatın değerini, anlamını yaptığın her harekette hissetmek ve bulmaktır.

Filmde kültür aktarımın yanı sıra stereotip olarak örnek gösterebileceğimiz öğeler de bulunmaktadır. Bunlar Kızılderililer ve genel olarak doğu kültürüyle ilgilidir. Kızılderililerle ilgili stereotiplerden ilki Simon Graham’in Yüzbaşı Algren’e, yabancı dilleri öğrenmedeki becerisini duyunca Kızılderililerle ilgili sorularıdır. Hemen sorduğu sorular kafa derisi yüzme ve benzeri şeylerle ilgilidir. Görüldüğü gibi Kızılderili dendiğinde insanların aklına hemen kafa derisi yüzme gelmektedir. Bu olumsuz bir stereotiptir ve aslında gerçekliği halen tartışılmaktadır. Çünkü Kuzey Amerika’da İspanyollar ve beyazların da kafa derisi yüzdüğü bilinmektedir. Buna karşın kafa derisi yüzmenin sadece Kızılderililere özgü bir davranış olduğu düşünülür ve Kızılderililerle kafa derisi yüzme eşanlamlı sözcüklere dönüşmüştür. Bu günümüzde bile  maalesef böyledir. Filmde Kızılderililerle ilgili kullanılan bir diğer stereotip ise İmparator Meiji’nin Algren, Bagley ve Simon Graham’i huzurunda kabul ettiği sahnede Algren’e  sorduğu  sorudur.  Soru  Kızılderililerin  savaşa  giderken  boya  sürüp kartal tüyü takıp takmadıklarıyla ilgilidir. Bu aslında olumsuz bir stereotip değildir fakat günümüzde bile Kızılderili dendiğinde kafamızda canlanan görüntü savaş boyası ve kartal tüyleriyle bezenmiş bir Kızılderilidir. Savaşlarda gerçekten kartal tüyü takarlardı çünkü bir kartalın gücüne, çevikliğine ve hızına sahip olabilmek isterlerdi. Filmde doğu kültürüyle ilgili bir stereotip Algren’in ilk kez kimono giydiği sahnedir. Kimonoyu giydiği anda uzak doğu dövüş sanatlarını yapmaya çalışmıştır. Bu da olumsuz denemeyecek bir stereotiptir fakat maalesef günümüzde bile Uzakdoğu dendiğinde ya da o giysileri giyme şansına eriştiğimizde dövüş hareketleri yapma fikri en azından aklımıza gelmektedir. Filmde ayrıca Amerikalı kurmaylar tarafından samuraylar ve Kızılderililer için “vahşi” yakıştırması yapılmıştır. Bu yaklaşım beraberinde önyargıyı akla getirmiştir. Önyargıya örnek Albay Bagley’nin hazır olmayan imparatorluk ordusunu, samurayları “ok ve yaylı vahşiler” olarak gördüğü için Algren’e rağmen savaşa göndermesidir. Samurayların ateşli silah kullanmamalarını onların ilkelliği, vahşiliği olarak gören Bagley, savaşta samurayların yeteneğini görememiş ve onların kolay bir zafer kazanmalarına katkıda bulunmuştur. Aynı karakterin yaptığı bir diğer önyargı içeren davranış ise Algren’nin esirlikten dönüşünde banyoya ihtiyacım var cümlesine verdiği cevaptır. Bagley “o vahşilerle yaşadıktan sonra sana hak veriyorum” diyerek samurayların yıkanmayı bile bilmeyen insanlık dışı yaratıkları olduğunu düşünmektedir. Stereotipten önyargıya geçen süreçte yönetmen, ırkçı yaklaşımları da izleyiciye karakterler üzerinden sunmaktadır. Gözümüze ilk ve en dramatik şekilde çarpan ırkçı davranışlar Algren’in anılarından gördüğümüz Kızılderili katliamıdır. O an için tümüyle kadın ve çocuklarda oluşan bir Kızılderili köyüne, Bagley önderliğindeki Amerikan askerleri baskın niteliğinde bir saldırı yapmaktadırlar. Kadınları, çocukları hatta kundaktaki bebekleri katleden askerler filmde bir gruba yapılan ırkçı yaklaşımın en sert ve acımasız örnekleridir. Filmde saldırılan Kızılderili köyü Şayen klanının köyüdür ve tıpkı  o yok edilen köy gibi Şayen kabilesi de yok edilmiştir. Yönetmen Kızılderili konusuna eğilişinde kıtanın keşfinden bu yana yapılan katliamları  ve  günümüzde bile yaşanmakta olan ırkçı tutumu, kısa ancak sarsıcı karelerle izleyiciye aktarmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihini ve yüzyılı aşkın süredir değişmeyen dış politikasını eleştiren yönetmen filmde belki de en can alıcı kareyi Amerikalıların poster çocuğu Tom Cruise’un aracılığıyla aktarmıştır. Bagley bir sahnede Algren’e “kendi toplumunda bu kadar nefret ettiğin şey nedir” diye sormaktadır ve Algren’in cevap olarak attığı bakış içinde çok fazla sebep barındırmaktadır. Üzerinde ülkesini kurduğu toprakların gerçek halklarına karşı katliamlar yapan, ateşkes ve barış anlaşmalarının tümünü bozan, kültürlerini kırmak için en ucuz uyuşturucuyu ve alkolü onlara sunan, dost hediyesi  olarak  gönderdiği  paketlerde  mikroplu  battaniyeler eşliğinde ölüm getiren devlet Amerika’dır. Tüm bunların üstüne, bir de dış politikada sömürgeci yaklaşımıyla ülkelerin iç işlerine karışan, işgal eden ve tüm bunları günümüzde artarak sürdüren Amerika’dan nefret etmek zor olmasa gerek Yüzbaşı Algren için. Bununla yetinmeyen yönetmen, günümüzde bile birçok Amerikalı için kahraman olarak görülen General Custer’ı da filmde Cruise’un ağzından döktürdüğü sözlerle yargılamaktadır adeta. Custer’ın yaptığı ve yaptırdığı  sayısız katliam, tecavüz, işkence olayı ve sonrasında hak ettiği sonu Kızılderililerin elinden bulması, Son Samuray’da ara ara işlenmiştir. Filme, Tom Cruise’un ismini görüp koşa koşa giden sıradan Amerikalı izleyici için ‘milli kahramanlarını’ böyle duymak herhalde şok etkisi yaratmıştır.

Filmin yönetmeni Edward Zwick, daha önce Amerikan İç Savaşı’nı konu edinen ve öykünün merkezine bir başka ezilen toplum olan siyahları oturttuğu filmi, Glory-Zafer’de de politik ve tarihsel olarak Amerika’yı yargılamaktadır. Yönetmenin Son Samuray’dan sonra çektiği ve kamerasını dünyadaki elmas pazarının arka planına yönelttiği filmi Blood Diamond-Kanlı Elmas, Afrika kıtasının ve halklarının nasıl sömürüldüğünü ve kapitalist ekonominin çarkıyla ortaya çıkan ölümleri, katliamları gözler önüne sermektedir. Büyük stüdyolarla çalışmasına ve Hollywood yapımı işlere imza atmasına  rağmen filmografisindeki bu cesur duruşla Edward Zwick, takip edilmesi gereken bir yönetmene  dönüşmektedir.  Göründüğünden  fazlasını  içeren   Son   Samuray’ı beğenenlere ve yaşamın birçok alanında görünenden fazlasına ulaşmak isteyenlere, Sunay Akın’ın, Kız Kulesi’ndeki Kızılderili adlı etkileyici kitabını öneriyorum.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2008

Bunu paylaş: