Bir Sabahattin Ali Öyküsü: Sarhoş*
Yaşamı ve Yapıtlarıyla Sabahattin Ali
25 Şubat 1907’de Gümülcine / İğridere’de doğdu. İlköğrenimini Üsküdar, Çanakkale ve Edremit’te yaptı (1921). Balıkesir Muallim Mektebi’ni bitirdi (1927) ve aynı yıl Yozgat Cumhuriyet İlkokulu’na öğretmen oldu. Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla 1928’de Almanya’ya gitti, 1930 yılı Martında yurda döndü, Aydın ve Konya’da öğretmenliğini sürdürdü. Nazım Hikmet‘le tanışarak, onun çalıştığı Resimli Ay’da öykülerini yayımlamaya başladı.
Hey anavatandan ayrılmayanlar Bulanık dereler durulmuş mudur? Dinmiş mi olukla akan o kanlar? Büyük hedeflere varılmış mıdır? Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı? Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir? Cümlesi belî der Enelhak dese, Hâlâ taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Koca teres kafayı bir çekince
………………..
İskendere bile dudak bükünce Hicabından yerler yarılmış mıdır?
Dizeleriyle Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı( 1932), bir yıla hüküm giydi, Konya ve Sinop Hapishanelerinde yattı, 1933’te memuriyet kaydı silindi. Cumhuriyet’in onuncu yıl dönümünde çıkarılan afla hapisten çıktı(29 Ekim 1933).
1937’deki askerliğini takiben, önce Ankara Musiki Muallim Mektebi Türkçe öğretmenliğine, ardından çevirmen, öğretmen ve dramaturg olarak çalışacağı Devlet Konservatuarı’na atandı (1938). 1945’de Yeni Dünya gazetesinin, 1946’da Marko Paşa’nın neşrine katıldı. Marko Paşa’daki yazıları yüzünden çeşitli kovuşturmalara uğradı, bunlardan birinden yedi aya hüküm giydi. 1948’de Zincirli Hürriyet’teki bir yazısından dolayı yine hakkında kovuşturma açılınca nakliyeciliğe başlayan Sabahattin Ali, 2 Nisan 1948 tarihinde yurt dışına kaçma girişimi sırasında öldürüldü, cesedi öldürülüşünden iki buçuk ay sonra (16 Haziran 1948) bulundu.
Öldürüldükten 2 buçuk ay sonra cesedinin bulunması bana göre bu büyük yazara karşı ölümünden sonra bile yapılan en büyük hakarettir. Yaşadığı dönem boyunca dış güçler (!) tarafından devamlı taciz edilen Sabahattin Ali, kendi düşünceleri ve yazdıkları yüzünden hapislerde yatan ve çıktıktan sonra da işsizlikten açlığa mahkûm edilen Türkiye’de pek de kolay yetişmeyecek bir değerdi. Yazdığı öyküler, romanlar ve şiirler günümüzde de herkes tarafından büyük bir hayranlıkla okunmaktadır. Kim bilir yaşasaydı daha Türk Edebiyatı’na neler kazandıracaktı. Hatta kendisini öldüren katiline büyük yardımları da bulunmuştur. Fakat memleket sevdası (!) daha baskın çıkan bu kişi, odunla yüzüne vurarak büyük üstadın bu dünyadan göçmesine sebep oldu.
Benim incelediğim öyküde Sabahattin Ali’nin yazdığı Sarhoş öyküsüdür. Bu öyküyü, görsellik, ışık ve mekân kullanımı açısından inceledim. Zaten bu öyküyü okumuş ve gözünüzde canlandırmışsınızdır. Bir de bu yönden bakın. Herkese iyi okumalar diliyorum ve zamansız kaybettiğimiz büyük üstadı Azizm olarak tekrar saygıyla anıyoruz.
SARHOŞ
Öykü, küçük bir kasabanın taşra bir meyhanesinde başlamaktadır. Mekânda loş bir aydınlatma vardır. Karşımıza ilk önce başkarakterimiz Kanuni Kamil çıkmaktadır. Kamil, varoş meyhanede çalışan bir karakterdir. Diğer karakterimiz meyhanedeki erkeklerin ilgisini çeken güzel bir kadın olan Muhsine’dir. Kamil Muhsine’ye âşıktır. Muhsine ise kimseyle ilgisi olmayan bir erkek gibi içki içip sarhoş olan bir kadındır. İlk görüntülerde Muhsine ve Kamil, loş mekânda görülebilen tepe aydınlatma yapılan masada oturan bir karakterdir. O loş mekân, orada çalışanların lambaları söndürmesi ile tamamen karanlık olmuş ve karakterler bu karanlıkta kaybolmuştur. Kamera, sokağı görüntülemektedir. İlk dikkati çeken bekçi, polis ve salkım söğüdün altına yıkılıp kalan kunduracı çırağını gösterir. Kamera meyhanenin camından karanlık mekânın içindeki karakterimiz Kamil’i gösterir. Gazino sahibi, birden kapıyı açar ve polislerin yanına gider. Sokakta sadece sokak lambasının ışığı vardır ( Rembrandt aydınlatma yapılmıştır ).
Sokaktan meyhaneye yansıyan ışık, Kamil’in yüzünün belirli bir kısmını aydınlatmaktadır. Bu durum, Kamil’in iç dünyasını bize yansıtır ( Kamil böyle bir mekânda çalışmaktan mutsuzdur fakat onu oraya bağımlı kılan Muhsine orada olduğu için oraya bağımlıdır ). Kamil ve Muhsine, büfeden vuran aydınlığa bir masa çekmişler ve karşı karşıya oturuyorlardır. Karakterlerin ( Muhsine ve Kamil ) yüzlerindeki ifadeleri belirginsizleştirecek bir aydınlatma yapılmıştır. Masada net olarak görülen sadece bir şişe rakıdır. Bu şişe bu iki karakteri birbirine bağlayan en önemli imgedir. Kamil, önüne bakmaktadır. Kadının ( Muhsine’nin ) yüzü biraz daha aydınlatılır. Yüz ifadesi daha belirgindir. Gülümseyişi ve dudaklarının kımıldayışı görünmektedir. Kamil’in suratı da yavaş yavaş aydınlatılmakta, aklından geçen düşünceleri izleyiciye vermek için böyle bir yöntem kullanılmaktadır. Görüntü, Kamil’in düşüncelerindeki diğer kadındadır ( Muhsine). Karanlık bir odada camın kenarında oturan Kamil’in karısıdır. Kadının yüzünü aydınlatan sokak lambasından gelen zayıf ışıklardı. Birden görüntü, Kamil’dedir. Yüzü net bir şekilde aydınlatılmaktadır. Ürkmüş bir ifadeyle elini yüzüne götürüp şaşkın bir ifade yapar. O sırada, görüntüye gazinocuda katılır. Ortam daha aydınlıktır. Üç karakterde ( Kamil, Gazinocu ve Muhsine ) hayallerinden sıyrılmış gerçeklerin içindedir. Muhsine ve gazinocu ayaktadır. Muhsine’nin omuz üstünden Kamil’in yüz ifadesi verilir. Görüntüde üç karakter arkadan verilir. Meyhanenin bahçesinde yürüyorlardır. Ortam karanlıktır. Burada işitme öğelerinden yararlanılarak, gıcırtı seslerinden yerlerin kum olduğunu anlıyoruz. Kamera, ayrıntı çekim yaparak Kamil’in elini ve kolunun altındaki siyah kılıflı kanununu gösterir. Kamil, o kadar sarhoştur ki ve ortamın karanlık olmasından da kaynaklanarak göremediği ağaca kanunu çarpmıştır. Ortam karşıdan gelen arabanın ışığı ile loş bir şekilde aydınlıktır.
Karakterlerin (Kamil, Gazinocu ve Muhsine) yüzü yine belirsiz ama olaylar rahatlıkla görülebilir şekildedir. Kamera ilk önce arabaya ilk binen Muhsine’yi gösterir. Arabanın içindeki Muhsine’nin yüzü arabanın içindeki ışıkla daha belirgindir. Muhsine’nin suratında durgun bir ifade vardır. Yanına Kamil oturmak ister. Fakat gazinocu her gün olduğu gibi binmesine izin vermez ve kolundan tutarak kenara çeker. Kamera, gazinocunun kolunu çekip geri itmesi gösterir. Ve gazinocu Muhsine’nin yanına oturmuştur. Kapıyı çeker ve araba hareket eder. Kapı çarpması, ortam tamamen karanlıktır. Karakterimizin orada belli belirsiz bir varlığı görüntülenir (burada Kamil’in silik bir karakter olduğunu anlamaktayız. Kamil ne Muhsine için ne de gazinocu için önemlidir). Kamil, yolun ortasında öylece kalmıştır. Sarhoşluğun verdiği o sallantı kamera hareketiyle izleyicilere gösterilir (Her akşam böyle arabaya ayağını atarken itilmek, sokakta yalnız kalınca düşünmek adetiydi, Kamil’in). Karakterimiz yolda öyle tek başına yalnızlığını paylaştığı ve her zaman kolunun altında olan kanunuyla kalakalmıştı. Kamil, birden irkilir. Sarhoşluğunda verdiği o naif havayla karanlığını içine doğru kanunuyla beraber yürümeye başlar. Görüntüde Kamil’in arkadan görünüşü ve kanununa nasıl sıkıca sanki bir dost gibi sarılması vardır. Daha sonra görüntü alt açıyla Kamil’in karısı ve çocuklarıyla kaldığı 4 (dört) katlı oteli gösterir. Kamera, en üst penceredeki belli belirsiz yüze odaklanır. Sadece ses duyuluyordur; “ Çingene! Alçak çingene. Bahçe dağılalı 1 (bir) saat oluyor. Gene o Muhsine dedikleri kaltağın peşindeydin değil mi?”. Kamera üst açıdan Kamil’in yüzünü gösterir. Ayakta kalmakta zorlanan Kamil, dengesini kaybederek oraya yuvarlanır. Her zaman O’na tek destek olan kanununa sarılır ve ayakta kalmayı başarır; “ Ne bağırıyorsun gece yarısı be! Hesap görüyorduk”. Bu diyalogların arasında kamera bir kadını bir karakterimiz Kamil’i göstermektedir. Ağlayan bir çocuk sesiyle Kamil, kendine gelir ama dengesini sağlayamaz ve tekrar yere yuvarlanır. Siyah kılıflı kanunu, dostu da yerdedir artık. Ayağa kalkar ve kapıya doğru yönelir. Binadan sesler gelmektedir (cam şıngırtıları). Görüntüde otelin en üst katındaki Kamil’in ve ailesinin kaldığı o loş oda görülür (çıkan sesler bu odadan gelmekteydi. Kadın içeri çekilmek isterken, pencereye çarpmış ve pencerenin kenarındaki değnek düşmüştür. Ağır çerçeve bütün yüküyle kadının başına inmiştir) . Görüntüde, sarhoş haline rağmen merdivenleri hızla çıkmaya çalışan karakterimiz Kamil vardır. Ara görüntü olarak karakterimizin yaşadığı otelin, hizmetçinsin odasıdır. Oda aydınlık, karakter iç çamaşırlarıyla kapıya yönelir. Kapıyı açar ve her zaman böyle şeyler olduğunu düşünerek hiçbir şey söylemeden geri odasına doğru yönelir. Kamil, o loş odadadır artık. Emektar dostu olan kanunu bir duvar kenarına dayar ve yatak ile pencere arasında daha karanlık görülen salıncağa yönelir. Orada avazı çıktığı kadar ağlayan çocuğuyla ilgilenir. Görüntüde sadece çocuk ve Kamil vardır. Oda karanlıktır fakat Kamil ve çocuk aydınlıktır (rembrandt aydınlatma kullanılır). Bu karanlık ortam ile Kamil’in karısı ve demin çıkan sesler unutturulmak istenmektedir. Çocuğu kucağına alır ve belli belirsiz şeyler mırıldanmaya başlar. Ninni söyler ve sonra da bir an karısı aklına gelir ve sarhoşluğun, Muhsine’ye olan aşkının ve biraz önce yaşadığı tartışmanın etkisi söylediği ninni ye yansır.
Bir gün İstanbul’a gitsek, ninniii Şu karıyı başımızdan savsak, ninniii
O zaman sende kurtulursun, bende, ninniii..!
Birden oda aydınlanır. Çocuk susmuştur. Kamil kendine gelir. Artık karınsın sesini duymuyordur. Birden içini bir korku kaplar. Kamera Kamil’in gözleri olur ve odanın içerisinde çevrinme yapar. Kamil’in gözleri karısını aramaktadır. Çünkü odaya geldiğinden beri karısı ona bağırmıyordur ve saçını başını yolmuyordur. Birden bir kahkaha sesi ve derin bir sessizlik olur. Kamera pencereye yönelir. Kadın diz çökmüş, başı pencerenin dışında öylece duruyordur. Kamil hala olayların farkında değildir. Hala karısına söylenmektedir. Kamera yakın çekimde yüzünü alır. Yarı kapalı gözlerle söylenen Kamil’in gözleri, büsbütün açılır. Kamil bir adım kadar ilerler ve orada kalır. Olayların farkına varmıştır. Oda hala aydınlıktır ( bu ışıklandırmayla, bütün olayları ve karısının başına gelenleri fark ettirmek içindir ). Kamil, hala kırılan ve düşen pencereyi fark edememiştir. Fakat, yerde biriken karısının kanları görür. Bu kanlar pencerenin kenarından başlıyor ve duvarda bir nehir gibi iniyordu (kamera ile kanın nereye indiği yakın çekimde takip edilir. Kanın kırmızı rengi bize orada ölüm olduğunu anlatmaktadır). Kamil, hiç sesini çıkarmadan yavaş yavaş geri çekilir. İçinde kirli çamaşırlar bulunan çamaşır sepetinin üstüne oturarak karısına doğru uzun uzun ve boş bir şekilde (hiçbir şey düşünmeden) bakar. Sabaha kadar öylece oturur ve sabaha kadar da bu şekilde oturur. Sabahın ilk ışıkları Kamil’in yüzüne vurmaktadır. Yüzünün net görünmesine rağmen, karısının ölümüyle Kamil daha silik bir insandır artık.
Yazar Sabahattin Ali, öyküsünde karakterleri betimlerken fiziksel özelliklerine hiç yer vermemiştir. Daha çok, onların psikolojik yönlerini sunmaya çalışmıştır. Öyküyü karanlıkta başlatıp, sabahın aydınlığına rağmen onları psikolojinin derinliğine gömmüştür.