Burası Türkiye*
İnsanın kendisi için tehlike oluştuğunu düşündüğü zamanki duyduğu kaygıya, üzüntüye korku deniliyor sözlüğe göre. Ülkemizde son yıllarda korkunun arttığını göz önüne alırsak bizim için tehlike oluşturan şeylerin olduğu bir gerçek.
Hayatın akışını değiştiren, yaşamanın hakkını vermeden bizleri sadece karbondioksit miktarını arttıran bir varlık haline dönüştüren bu şeylerin başında ülkede ki karmaşa yatıyor bence. Her yeni güne farklı bir macera ile başlayan insanlar sokağa çıkmaktan, alışveriş yapmaktan, hakkını aramaktan yani yaşamaktan korkar hale geldi. Öyle ki artık evimize giden bir yolda bir telefon ve beş-on YTL için yolumuz kesildiğinde “iyi ki bıçaklanmadım” deyip çok olağan bir şey gibi yolumuza devam edebiliyoruz. Bize sarkıntılıkta bulunan bir insanı, yine çok olağan bir şey yaptığı için, kimseye şikâyet etme gereksinimi duymuyoruz. Ya da bizi aldatan satıcıları, canımızı sıkan, saçma sapan alınmış kararları bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olanlar esas bizler değilmiş gibi “Burası Türkiye” deyip sindiriyoruz. Bunu hem bu ülkeye hem de bu millete yüklüyoruz. Bu ülkede ya korkudan düşünemez hale gelip para kazanma savaşına giriyoruz. Ya da düşündüklerimizi başımıza gelebilecek şeyler pahasına sonuna kadar (ki dilerim hepimiz için böyle olur) ifade ediyoruz.
Bizleri (yani hayvandan farklı olan bizleri) hayvanlaştıran bu düzende çok fazla düşün(dürül)meden ölümümüzü beklemekten başka bir şey yapamaz hale geliyoruz kısacası.
Okuması ve anlaması kolay ama yaşaması zor olan bu durumu bizler her gün yaşıyor ve tanıklık ediyoruz. Öyle ki giydikleri polis kıyafetinden buldukları güçle Avcılar’da ki bir eğlence yerinde kadını saçından sürükleyen ve tecavüz edenlere hiçbir şekilde müdahale etmeyişimiz gibi.
Çünkü o kıyafetin içindekilerin de çok iyi bildiği gibi polise dokunulmaz. Polis yıkar, döker, öldürür kısacası her istediğini yapar ve sonra da kılıfına uydurur. Tüm bunlar insanı şaşırtacak nitelikte ama bu olay sonrası Celalettin Cerrah’ın orada bulunan kişilerin tepkisizliğine istinaden şu söyledikleri beni daha da fazla şaşırttı:
“Bir eğlence merkezine polis yelekli 2 kişi giriyor. Bayanı zorla kaçırıyor. Oradaki hiç kimse ‘polis kartınızı görebilir miyim?’ diye sormuyor. Ayrıca olay olduktan sonra 155 polis hattını arayarak ‘böyle bir olay var’ diye polise haber vermiyor. Polis dahi olsa bunların peşine düşeriz. Böyle bir olayın tasvip edilmesi mümkün değil. Vatandaşlardan rica ediyorum; her ‘polisim’ diyen kimseye halkımız inanmasın. Mutlaka polis kimliğini sorsunlar. Kimliğine de inanmıyorlarsa 155 polis hattını arayabilirler.”
Aslında bu söylediklerine baktığımızda Cerrah’ında tepkisizliğe kızdığını görüyoruz ama tepkisizliğin altından yatan sebepleri göremediği için ve bu göremeyişinden ötürü de gerçek dışı bir öneri de bulunması olayı benim açımdan incelenmesi gereken bir olay haline getirdi. Sanırım Cerrah polise kimlik sordukları için dayak yiyenleri, gözaltına alınanları unutmuş olmalı ama unutmakta da haklı. Hakların da açılmış ya da sonuçlanmış bir soruşturma yok ki bunların hepsi iddia niteliğinde:
“Cumhuriyet gazetesi stajyeri Alçınkaya, kendisine kimlik soran polislerin kimliğini görmek isteyince gözaltına alındı; polis otosunda ve karakolda dayak yedi.”
Ağustos 2005
“Kendisinden evrakını isteyen sivil kıyafetli baş komisere kimlik soran otobüs şoförünün başı derde girdi. Baş komiser ve iki polis tarafından dövülen şoför hastanelik oldu.”
Radikal Nisan 2004
“Avukat Muammer Öz, Moda’da oturduğu sırada kimlik soran polislerce tartaklandı, burnu kırıldı.”
Sabah 29 Temmuz 2007
Bunlar ve bunlara benzer birçok iddianın bulunduğu ortamda yaşadığımız haksızlıklara karşı olması gerekene göre davranmamızın beklenemeyeceği gibi bizi tedirgin eden bu şeylere karşı susmamız da beklenemez. Bizi farklı yollardan kuşatan korkulara karşı sabır ve güç dolu günler dileğiyle.