Söyleşi: Derviş Zaim*
Derviş Zaim: “Değişen şeylerin içindeki değişmeyeni korumaya çalışıyorum.”
Yaptığı filmlerde her zaman seyirciyi filme bağlayabilmiş bir yönetmen olan Derviş Zaim, filmlerinin her ne kadar birbirinden farklı çizgileri varmış gibi görünse de aslında birbiriyle bağlantılı çizgilere de sahip olduğuna dikkat çekiyor. Bunu da sinemada değişenlerin için değişmeyeni korumaya çalıştığını söyleyerek tanımlıyor. Ayrıca Zaim, ulusal sinema kavramını da farklı bir yorumla önümüze seriyor. Kendi filmlerinden ulusal sinemaya, bağımsız sinema kavramından Türkçe’ye bir çok konuyu konuştuğumuz Derviş Zaim ile yaptığımız söyleşiyi sizlere sunuyoruz.
Sinemanın akademik eğitimini almadığınız halde Türk sinemasının önemli sinemacılarından birisiniz. Sizi örnek alarak konuştuğumuzda sinemada eğitim almadan da hareket edilebileceğini görüyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Eğitim, uzun süreçte öğrenebileceğiniz şeyleri size daha kısa zamanda öğretebilir. Ancak üniversite de insana çok fazla öğretmeyebilir. Siz eğer öğrenmeye fazla meraklı değilseniz hiçbirşey öğrenemezsiniz. Hiçbir okulun hiçbir zaman öğrenci istekli olmazsa faydalı olamayacağını söylemek gerekiyor. İnsan kendi bireysel çabalarıyla da birşeyler yapabilir. Ama üniversite insana şunu sağlar. Eğer kendi projeniz varsa o projeyi geliştirmenizi ve onu yapabilmenizi sağlar. Eğer bir projeniz yoksa zaten sinema okulunda başarılı olmanız zordur.
Tavutta Rövaşata’dan Cenneti Beklerken’e geldiğimiz süreçte sinemasal çizginizde değişik tercihler gözümüze çarpıyor. Siz buna katılıyor musunuz?
Değişik gibi görünen işler yaptığım doğrudur ama işin aslında bu işlerin bir bağlılık silsilesi halinde olduğu da bir yorumdur. Çok farklı olarak göze çarpan filmler olduğu halde devam eden eklemli olan filmlerde vardır. Şunu söyleyebilirim ki değişen şeyler vardır ve bu değişen şeylerin içindeki değişmeyeni korumaya çalıştım. Stanley Kubrick’in adını anmıştım bir söyleşimde. Şunun içindi: O, hem stilini hem de insanlığı geliştirmeye çalışan biri olması sebebiyle çok takdir ettiğim bir insandır. Kendi adıma konuşmak gerekirse daha olumlu bir tavır olduğunu düşünüyorum.
Cenneti Beklerken’de minyatür sanatını, Nokta’da hat sanatını sinemaya yansıttığınız ortaya çıktı. Bu üçlemenin son filminde neyi yansıtmayı düşünüyorsunuz. Ayrıca son filmle ilgili aşamalar nelerdir?
Üçüncü filmin hangisi olacağına karar verme aşamasındayım, araştırmamı sürdürüyorum. İki alternatif var ve onlardan hangisini seçeceğime iki ay civarında bir sürede cevap vereceğim. Şuan konuşmak biraz yanlış olur.
Uluslararası sinemamızın son dönemlerdeki temsilcilerinden olduğunu söyleniyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Sizce ulusal sinema diye bir kavram var mıdır?
Ulusal sinema bazen geçerli ve işlevli olan bazen kullanıldığında da bir takım problemleri çözmeye iten bir kavram. Burada kültürümüzle, geleneklerimizle ve otantik anlayışımızla bize özgü bir sinema yaratabilir miyiz sorusuna cevap olarak elimden geleni yaptığım söylenebilir. Eğer bu anlamda sorulmuş bir soruysa ulusal sinemayı temsil ettiğim söylenebilir ama dediğim gibi bazen problematik şeyler de ortaya koyan bir kavram olabilir.
Ülkemizde bağımsız sinemanın varlığına inanıyor musunuz ve kendinizi bunun neresinde görüyorsunuz?
Bağımsız ve yeni kavramları 90’lı yıllarda çıkmış sinemacıları tanımlamak için kullanılıyor. Çeşitli olumlu ve olumsuz anlamları oluyor. Bu sinemacıların alüvyonik tanımlamasıyla daha yetkin bir biçimde tanımlanabileceğini düşünüyorum. Alüvyon, coğrafyadan alınmış bir terim. Bir akarsuyun denize kavuştuğu sırada farklı dallara ayrılması demek. Bu terimin birbirinden bağımsız olan ama aynı zamanda aynı kolun değişik dalları olan bu insanları tanımlamada yetkin olabilecek bir kavram olduğunu düşünüyorum.
Aynı zamanda yazarlık deneyiminiz de mevcut. ara mı verdiniz yoksa bıraktınız mı?
Şuan için içimden gelmiyor diyebilirim ama 100 – 150 sayfalık bir roman hiç fena olmaz. Onu yapmaya çalışacağım.
Kültür Bakanı olsanız yapacağınız ilk ne olurdu?
Bakan olsam yapacağım o kadar iş var ki hangisinden başlayacağımı bilmiyorum. Mesela Türkçe niçin Eski Sovyetler Birliği’nden ayrılan Türki Cumhuriyetlerde yaygınlaşmadı bunu merak ediyorum. Eğer yapılacak birşey kaldıysa onu yapmaya çalışmak. Türkçe’nin bir dünya dillerinden biri olmasını sağlamak için kaçırdığımız trenler beni hep üzmüştür.
Gökhan Baykal