Dizeleriyle Ataol Behramoğlu*
“Cellat uyandı yatağında bir gece “Tanrım” dedi “Bu ne zor bilmece: Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe…””
Okunmamış kitaplar kadar el değmemiş hüzünleri saklıdır raflarında. Eski değildir, yenidir aksine gözlerindeki uyku bilmez aydınlık. İnsanlarımızın öğrenmesi gereken yakın tarihin en büyük tanıklarındandır ve en büyük tanıklarındandır hayatın ve devrin acımasızlığının. Mayıs dedik, kederlerimiz dondu yine ayna kırıklarında… Ve kuşak 68 dedik, keder dedik biz, şiir ve ayna kırıkları dedik… Ataol Behramoğlu, sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda edebiyat ve fikir dünyasından yolu geçen en parlak ışıktır dedik…
Çatalca’da doğan şair, öğrenim hayatını Kars ve Çankırı’da sürdürmüştür. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı’nı bitirmiştir.1970 ve 1974 yılları arasında öğrenimini ve yaşamını İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nde sürdürmüş, daha sonra Türkiye’ye geri dönmüştür. Halkın Dostları, Yeni Gerçek, Anka ve Militan dergilerinin çıkarılıp yönetilmesinde görev almış ve Adam Yayınevi’nde danışmanlık yapmıştır.
Şehir Tiyatroları’nda dramaturgluk görevi ve Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Centre de Poetique Comparee bölümünde Türk ve Dünya Şiiri üzerine çalışmalar yapmıştır.1982 yılında Barış Derneği Davası sebebiyle on ay tutuklu kalmış ve 1981 yılında da Asya-Afrika Yazarlar Birliği, Lotus Ödülü’nü almıştır. Şair Rus Edebiyatı’ndan birçok eseri de Türkçeye kazandırmıştır.
Şiir Kitapları
Bir Ermeni General (1965) Bir Gün Mutlaka (1970)
Yolculuk, Özlem, Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974) Ne Yağmur Ne Şiirler (1960)
Kuşatmada (1978)
Mustafa Suphi Destanı (1979)
Dörtlükler (1980, ilavelerle yeniden basım 1983)
Şiirler (1959-1982)
İyi bir Yurttaş Aranıyor (1983) Kızıma Mektuplar (1987)
Eski Nisan (1987)
Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum (1985) Bebeklerin Ulusu Yok (1988)
Sevgilimsin (1993)
Düzyazı
Yaşayan Bir Şiir (1986) iki Ateş Arasında (1989)
Melankolik Gözyaşları (1990) Nazım’a Bir Güz Çelengi (1990)
Şiirin Dili-Ana Dil (1995).
Antolojileri
Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi (1988) Dünya Şiiri Antolojisi (1997)
Çocuk Kitabı
Yiğitler Yiğidi ve Uçan At Masalı (1990).
Diğer
Aziz Nesin’li Fotoğraflar (1995) Başka Gökler Altında (1996) Kardeş Türküler (1981)
Lozan (1992)
Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (1995) Şiirin Kanadında Mektuplar (1997)
ŞİİRLERİ
BİR KADINI BEKLEMEK
Bir kadının bana gelecek olması, bir rüzğarı geçerek Bir şarkıyı geçerek, saçlarının uçuşunda
Bir kadının bana gelecek olması, bir ömür geçecek
Aşkın buruk tadında, buluşması iki yalnızlığın Bir akşamı geçecek
Belki de dağılan sesleri hüznün ve akşamın belki de
Bir kadını geçecek
Bir kadını bekliyorum
Eteklerini ve saçlarını uçurarak gelecek…
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR
Değişir yönü rüzgarın Solar ansızın yapraklar; Şaşırır yolunu denizde gemi Boşuna bir liman arar; Gülüşü bir yabancının Çalmıştır senden sevdiğini; İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk, iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır Geceler boyu sevişmelerden Binlerce yıl uzaktadır Binlerce kez dokunduğun ten; Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına. Aşk, iki kişiliktir
Avutmaz olur artık Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini Onu ancak öldürmeye yarar: Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece Tüketilmiş ve düşmüş gözden; Düşlerinde bir çocuk hıçkırır Gece camlara sürtünürken; Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını, Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk, iki kişiliktir.
BU YANGIN YERİNDE
Yaşamak bu yangın yerinde Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak Cahile kurban olarak
Yalanla kirli havada Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu Görüp de öfkeyle dolarak
Toplanıyor ölü arkadaşlar Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok “Aldırma” diyor gülerek
“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde Yaşamak, insan kalarak”
BİR GÜN MUTLAKA
Bugün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz.
Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebilir bir bombayla,
nasıl kazanabilir o kirli adamlar
Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü temiz bir gömlek giyiyorum Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu hân-ı yağma
Ama yorgunum, şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardesü Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum öbür ucundaki ırmakları Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda
Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyorum istasyona Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya
İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su
Ne yapsam… ne yapsam… her yerde bir hüzün tortusu
Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor aklıma Ben de çocuktum, sevgilerim olacaktı elbette
Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi her şey nasıl ölebilir,
nasıl unutulur insan
Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tarlalar Ne yapsam… ne yapsam… Dekart oluyorum sonradan…
Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş Çankaya’ya
Bir pazar, güneşli bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanlara Bir çocuk bakıyor pencereden, hülyalı kocaman gözlü nefis bir çocuk Lermontov’un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi bakıyor sonra
Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak ediyorum, kuş sesleri geliyor kulağıma
Ben mütevazı bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor beni Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına
Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine, kaşlarına, yüzünün oynamasına
Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama
İlençleniyorum bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum portakal almaya
İlençleniyorum o laf kalabalıklarını, kurumuş yürekleri, bireyin kurtuluşunu filan
İlençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan
Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir hüzün izliyor arkadan Yüreğim ipesapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir yürek kısaca Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum sağda solda
Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak kanatlarından merakla Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların olduğu alanlara Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının sonbaharı anlatan şiiri
Çayırlar vardı o şiirde, baharı anımsatan ne de olsa
Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden sokaklara fırlamaya Kendimi atmak bir uçurumdan balıklama
Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm filmlerden mi ne Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya
Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla
Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o yollar geliyor aklıma
Benzin kokuları, ıslak direkler, babamın esmer bir somun gibi tombul ve sıcak elleri
Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir filim sinemada, şehirde yeni bir kız, kahvede yeni bir garson
O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda…
Şimdi ne var hüzünlenecek bunda, nedir bu çatlatan yüreğimi bu telaş Sanki yarın ölecek gibiyim, birazdan polisler gelecek ya da
Gelip alacaklar kitaplarımı, daktilomu, bu şiiri, sevgilimin fotoğrafını duvarda Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder misiniz karakola Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor Vietnam’da Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey işalatçılar, ihracatçılar, ey şeyhülislâm!
Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! bunu söyleyeceğiz bin defa!
Sonra bin defa daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla
Yürüyeceğiz çoğala çoğala…
BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Şehre simsiyah bir kar yağar Yollar kalbimle örtülür Parmaklarımın arasından Gecenin geldiğini görürüm
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Çocuklar sinemaya gider Yüzümü bir çiçeğe gömüp Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Alıp başımı gitmek isterim
Bir akşam bir kente girerim Kayısı ağaçları arasından Gidip denize bakarım
Bir tiyatro seyrederim
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Uzaktan bir bulut geçer Karanlık bir çocukluk bulutu Gerçeküstücü bir ressam Dünyayı değiştirmeye başlar Kuş sesleri, haykırışlar
Denizin ve kırların Rengi birbirine karışır
Sana bir şiir getiririm Sözler rüyamdan fışkırır Dünya bölümlere ayrılır Birinde bir pazar sabahı Birinde bir gökyüzü Birinde sararmış yapraklar Birinde bir adam
Her şeye yeniden başlar
TOPRAĞA DÜŞEN
Ona “Haydi Savaşa dediler Başkaca birşey Söylemediler
Aldılar köyünden
Davulla zurnayla Geride üç çocuk Bir eş ve bir ana
Eline bir silah Tutuşturdular Ve karşılaştı Düşman ordular
Vurulup düştü İlk çatışmada
Göğsünde bir oyuk Üç delik alnında
“Ey bu topraklar için Toprağa düşen”
Bir karış toprağın Var mıydı yaşarken?
TEK BAŞINALIK
Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü biri
Ve hiçbirşey yapmamaya karar verdi
Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü bir öteki
Ve yalnızlığının kuytuluğuna çekildi
Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü bir üçüncü
Ve tek başına düşünmeyi sürdürdü
Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü yüzbinler
Ve tek başınalıklarını sürdürdüler
Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü milyonlar Milyonlarcaydılar
Ve tek başınaydılar Bu arada birileri Onlar adına
Karar vermekteydi
Tek başına olduklarını sananlar Topluca ortadan kaldırıldılar…. SENİ ELİNDEN TUTMUŞTUM
Seni elinden tutmuştum — yaz geçiyordu Yaz geçiyordu, biz geçiyorduk
Yazı elinden tutmuştuk
Birazdan geleceksin, bakışacağız Bakışacağız, hem var hem yok gibi Hem var hem yok gibi öpüşeceğiz
Aramızda söylenmemiş sözlerin uzaklığı Aramızda yaşanmamış şeylerin uzaklığı Yakın ayrılıkların sezgisi tenimizde
Hayat geçiyor biz geçiyorduk Bir denizin üzgün kıyısında Güz bir hastalık gibi ilerliyordu
Olgun ışığıyla güz
Ve biz yaklaşan ayrılıkların önünde Kış duygularına bürünmüşüz
Dışardan ağlayışı geliyor çocuğumuzun