Geleceğimizi Seçememek*
İlkokulun sonlarına doğru yavaş yavaş müzikle tanışmaya başlıyorum. Sağda solda duyduğum seslerden kendi sevdiğim tonları şeçip çıkartıyorum. Geçtiğimiz temmuz ayında hayatımda unutulmayacak deneyimlerden biri olacak olan Metallica sevgim 5.sınıfta aldığım ilk kasetle başlıyor. Küçük bir çocuk gitar çalıp konser verme hayalleri kuruyor ve 12 yaşımda ben 2 saatlik bir sınava giriyorum. İyi bir okul kazanmalı, iyi bir eğitim görmeli ve gözde bir meslek sahibi olmalıyım. Ortaokulda hazırlık okurken ilk gitarımı alıyorum. Bir hevesle “Notting Else Matters” çalabiliyorum diyip babama koşuyorum ve baştan sona şarkıyı dinletiyorum. Sanırım pek umursamıyor, rockçı yerine mühendis bir çocuk toplumda daha iyi bir yer edinir herhalde. Ortabirinci sınıfta basketbol takımına giriyorum. Ortasonda antreman bitiminde gülüp eğlenirken sene sonunda ki sınav geliyor aklıma. Gitarı ve topu bir kenera bırakıp ve biraz daha matematik sorusu çözüyorum. Daha da iyi bir okula gitmeliyim. Büyüyen bir çocuğun zevkleri, istekleri, hayalleri çoktan seçmeli soruların arasında hiçbir seçenek oluşturamıyor gelecek için. Lisede basketbolu bırakmak zorunda kalıyorum. Ufukta kocaman üç harf beliriyor artık: ÖSS. Haftasonları dershaneden sonra hala müzik yapabiliyoruz aslında. O da çok uzun sürmüyor gerçi. Zaten asla sağa sola bulaşmadan bihaber yaşadığımız hayatlarımızda, lise aşkının gelip geçici olduğu, sınavın ve geleceğimi kazanmamın çok daha önemli olduğu kulağıma çalınıyor. Oysa şimdi gerçek olarak nitelendirilen mühendis geleceğimde fabrikaları optimal bir hale getirirken yalnız kalmaktan korkuyorum o saf duyguları hatırlarken. Lisede apar topar seçtiğim alanım; zevklerim, yeteneklerim ve ihtiyaçlarımdan daha da uzaklaştırıyor beni. Sınava giriyorum ve iyi bir meslek sahibi olma yolunda ilerliyorum. Bir şeylerin yanlış gittiğini düşünürken, bihaber olduğumuzdan da bihaber bir şekilde üniversite arkadaşlarımla devam ediyorum hayatıma. Kitap okumamamın erdem sayıldığı, diziler izleyip kafa tokuşturulduğu çevremde iyice kayboluyorum sanki. Okul bana sürekli karlılığı arttırmam gerektiğini söylüyor; arkadaşlarım bilmem nerede, bilmem ne içkisinin şişesini şu kadar liraya açtırdıklarını anlatıyorlar; babam daha çok staj yapmamı, daha çok fabrika görmemi öğütlüyor. Oysa ben bisikletle doğuya gitmek istiyorum ve her ay umutsuzluktan kurtulmak için bir internet sitesinde yazılar yazıyorum. Sanatı Çeşme’de “sınırsız içki+bistro” menüsü sanan gençler eğlenirken, Ankara’da sanatçılara “ya sev ya terk et” deniyor, yazarların konuşmaları yarıda kesiliyor, belgeseller yasaklanıyor. Her zaman çok sevdiğim dalışla ancak üniversitenin ilk yarısı bitince tanışabiliyorum ve babam hala bunun avarelik olduğunu düşünürken hayallerimdeki eğitmenlik ve bir kıyı kasabasında ki küçük hayatım, sürekli olması gerek ekonomik büyüme karşısında yeterli derece büyüyemediği için yok oluyor.
Bütün bunlar elbette bir sınav baskısı sonucunda gerçekleşmiyor. Sanat, baskı altında asla ilerleyemediği gibi Türkiye’de 12 Eylül dönemi sonrası artık üretkenliğini büyük ölçüde yitiriyor. Sanat ve sporun bir çok dalında kısır kalmamız, ülke gençlerini körertip tek tip yapma politikasının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. 12 Eylül sonrası gençlerin bırakın apolitik olmasını, özgür karar verme ve istekleri doğrultusunda hareket etme yetileri bile oldukça kördür. Benim sanatın herhangi bir dalına yönelmem ya da bir sporla uğraşmam bunu gerçekten istediğimi anlayıp özgürce karar vermem sonucunda gerçekleşebilir. Faşist, katı ve tek düze değerlerin hakim olduğu bir sistemin yetiştirdiği bireylerin üstündeki baskı, onları verecekleri kararlardan korkar bir hale getirir. Tıpkı bizler gibi. “Delikanlı” erkeklerin futboldan başka sporla ilgisi olamayacağı gibi, bir bayan da asla kendi isteğiyle güreş takımına giremez. Balet erkeklerin mutlaka gay olduğu ülkemizde, konservatuara gitmek aç kalmakla eş değerdir ve 2 yaşından beri müzikle arası çok iyi olan bir kişinin severek yapacağı ve bu yüzden muhtemelen çok başarılı olacağı hayatı ve sanatçı kimliği de daha başlamadan bitmiş olur. Ekonomik olarak iyi durumda olabilriz veya geç saatte içki sattığı için dayak yiyen Tekel bayi sahibinin yaşadığı baskı bizim hayatımıza henüz girmemiş olabilir; ama ezbere yaşamak, sadece popüler olanı seçmek geleceğimizi ve mutluluğumuzu büyük ölçüde tehlike altına almakta. Öte yandan geçim sıkıntısı yüzünden küçük yaştan beri sadece çalışmaya odaklanmış nice yetenekler ne yazık ki avcumuzun içinden akıp gitmektedir.
Sosyal devlet anlayışı ne kadar güçlüyse, bireylerin sanat ve sporla yaşamlarını devam ettirme oranları da o derece artıyor. Devlet olanakları, teşvik ve aile desteğiyle beraber sanat ve spora yönelimler, hem bu dalların gelişmesine hem de toplumun ve ülkenin ilerlemesine büyük katkıda bulunuyor. 2008 Pekin olimpiyat oyunlarında ki başarısızlığımızın nedeni tamamen antreman eksikliğiden değil de özgürce, gelecek kaygısı olmadan alamadığımız kararlardan kaynaklanıyor biraz da. Bütün Dünya’da adından söz ettiren ABD’li yüzücü Micheal Phelps sadece 23 yaşında ve tek başına 8 altın madalya kazandı ve 5 tane dünya rekoru kırdı. Çocukken hiper aktivite tedavisi olarak başladığı yüzmeye ilgisini fark edip kendini geliştiren Phelps 15 yaşındayken ilk defa olimpiyatlarda yarıştı ve şu anda tarihte bir olimpiyatta en çok madalya kazanan sporcu ünvanını elinde bulunduruyor. 100 metreyi Dünya’da en hızlı koşan insansa 22 yaşında. Jamaikalı Usain Bolt, Türkiye’de sahip olduğumuz olanakların daha iyisine de sahip değildi. 1994 doğumlu Tom Daley’se İngiltere adına 10 metre kule atlama dalında ilk defa olimpiyatlarda mücadele etti.
- yılını dolduracak olan Türkiye Cumhuriyeti, 70 milyonluk nüfusu ile olimpiyatlara 11’i yabancı 68 sporcuyla katıldı ve hala sanatçılarına baskı yapmakta, ve politikacılar, kendilerini eleştiren eserlere dava açmaktadır. Okuma-yazma seferberliklerimizi inceleyip, Türkiye’den yardım isteyen Çin, son 10 yılda eğitim oranını %20’den %90’a çıkarttı ve sanata olan katkıları büyük ölçüde arttırmıştır. Çin, ev sahipliği yaptığı olimpiyatlara 639 sporcuyla katıldı. Olimpiyatlara Almanya 437, Kazakistan 119 sporcu gönderdi. Küba’nın
165 sporcusu ülkesine 24 madalya kazandırdı. Biz ise şort giydikleri için üniversite kürek takımı sporcularını dövdük ve 12 Eylül sonrasında şiddet dalında sokaklardan emniyet güçlerine kadar bir çok kulvarda emin adımlarla ilerliyoruz.
Doğanın insan hayatında ki bir parçası olan sanat ve sporun ülkelerin insana verdiği değerle doğru orantılı olduğu Dünya’da biz hala darbenin yerle bir ettiği, Özal’ın büyüttüğü gençleriz. Koyun olarak yetişiyoruz ve duygularımızı bir kenara bırakıp bizden bekleneni yapıyor, üstümüzde oynanan oyunlara boyun eğiyoruz ya da eller havaya dans ediyoruz.