Göbek Deliğinden Çıkan Korku*
Korku, ismi bile soğuk geliyor insana içim ürperiyor, olan biten ne varsa çocukluğumun kucağından çıkarıyorum ve koyuyorum avuçlarımın içine… Çünkü “Kimse korkularından kaçamaz. Korku insanın bir parçası olduğundan, nerede saklandığını daima bilir.” Korku çoğu zaman irade ile kontrol altına alınamaz. Çocukluğumuz diyorum çünkü hayatta hafızalarımıza izler bırakan en önemli yıllardır o zamanlar. Bazen isteyerek o günlere gideriz bazen de o an yaşadığımız bir duyguyla sürükleniveririz o günlere. Artık korkmuyorum dediğin an içinde bir şeylerin sana fısıldadığını hissedersin, yarım bir gülümseme dudaklarında, gözlerinde ağlamaklı bir bakış ve o ana ritim katan kalbinin atışları… Her şey ortada artık büyüsen de saklamışsın korkunu ta derinlerde ve o senindir artık, fırlatıp atmak istesen de…
6 yaşında bir çocuğum, annesiyle uyumaya her zaman hazır bekleyen. Hayatımda karanlıktan, yalnızlıktan, köpekten, düşmekten başka korkuları ilk fark ettiğim zamanlar. Gece geç vakit televizyon izliyorum, evde herkes uyumuş, odanın ışığı sönük ve siyah beyaz ekranda bir adam birini bıçaklıyor ve onu karanlıkta sessiz bir şekilde izleyen çocuk… Katil çocuğu fark ediyor ve çocuğun gözleri benim gözlerimde nasılda korkmuştum hiç unutmuyorum. Gece boyunca sayıklıyorum ve sabah ananem beni bir teyzenin yanına getiriyor. Kalın gözlüklerinin ardında kocaman gözleri, ağzında neredeyse sayılı kalmış dişleri olan incecik yaşlı bir teyze beni divana yatırıyor, tişörtümü yukarı sıyırıp göbek deliğime uzun parmaklarıyla bastırıyor ve korkma diyor her şey bitti korkunu çıkardım içinden canım acısa da o an gülümsüyorum ve bitti diyorum… Şimdi bu anımı hatırladıkça daha da bir gülümsüyorum meğer yokmuş öyle bir şey korku hiç terk etmezmiş tanıştıklarını ve hep onlarla yol alırmış zamanın içinde.
Korku sinemasının dâhileri, onu var edenler… İnsanları oturdukları yerde tir tir titreten yönetmenler, senaristler kim bunlar diye düşünüyoruz hep nasıl aklına geldi diyerek korksak da hayranlıkla izliyoruz çoğu zaman onların yarattıklarını. Dünyalarının pencerelerini açtıkları korkuyla yaşamayı öğrenmiş insanlar belki de, belki de korkularından kurtulmak için onlarla yüzleşen ve daha dehşet verici şeyleri düşleyerek onları görselleştirerek korkularını paylaşmak istemişler ve korkularıyla baş etmenin yolarını böyle bulmuşlardır yaşamlarında. Korkmak hangi toplumda olursa olsun ortak bir durum olmasına rağmen çoğu zan komik karşılanır çünkü herkesin korku uyandıran nesnesi ya da duygusu her zaman ortak değildir. Kalıplaşmış korkular vardır insanlar için din bunların en büyüğüdür diğerleriyle baş etmek kolaydır ama olağan dışı görünen varlıklar düşleyerek ortaya çıkan korkular daha yıpratıcıdır çoğu zaman.
Sinema hayatı paylaşmaktaki en önemli sanatlardan bir tanesidir diye düşünüyorum. Bir derdin varsa yaşamla ve haykıramıyorsan bunu dünyaya, simsiyah film şeridine onu yazmak ve bembeyaz perdeye korkusuzca yansıtmak. Biliyorsun ki yalnız değilsin, görüyorsun ki izlerken herkes sana yakın duygularla kıvranıyor oturdukları yerde. İşte diyorsun istediğim buydu yalnız değilim ve korkmuyorum… Korku sineması da sinemanın en önemli dallarından bir tanesidir. Günümüzde her ülkenin korku filmi bulunmakta ve her sene en az bir korku filmi izleyicilerle buluşmaktadır. Türkiye bile her zaman tabu olan konularla ilgili bu dalda filmlerde sunmuştur. “Büyü”, yeni sezona girecek “Cin Geçidi”, “Beyzanın Kadınları”, “Dabbe”.v.s.Toplumda çoğu insanın konuşurken aman ya bunlardan konuşmayalım dediği konuları işlemeyi başarmışlardır. Korku sinemasında bu konudaki en usta olan topluluk sanırım uzak doğulular örneğin Japonlar, Çinliler, Koreliler hem işledikleri konularla hem de kullandıkları tekniklerle bizi izlemeye esir ediyor ve korkunun doruklarına çıkartıyor. Bazen bizi bir kutuya hapsediyor, bazen en sevdiğimizi elimizden alıyor bazen de işkencenin en dayanılmazını çektiğimizi hissettiriyor ve kanımız çekilircesine kasılıyoruz. Aslında görmeliyiz ki bunu ortaya koyan insanların korku sınırları nerelerde dolaşıyor. Bir başka filmde buna alışıyor ve daha fazlasını bekliyoruz. Yaşamda da bu böyle çocukluğumuzdan itibaren bizimle deneyimlediğimiz korkulara o kadar alışıyoruz ki hepsi içimizde birikiyor, bastırıyoruz ve bir gün güm çıkıyor hiç beklemediğimiz bir olayla ve yaşama daha farklı bakmaya başlıyoruz. Bazı insanlar korkularını başka insanlara uygularla ve kendilerini daha güçlü hissederler ben korkmuyorum ve gülüyorum senin bu durumuna… Ama bilinir ki farklıda olsa yaşamda herkesin bir korkusu var. Bazen ne kan, ne işkence hiçbir şeyi göstermeden insan korku duygusunu yaşayabilmektedir. Rüyalarındaki kâbusların geri gelir ve onlarla bilinçle yüzleşmek kalbinin ritmini kulaklarında hissettirir işte gözlerini kapa ve yeniden aç sonra gülümse tek değilsin…
Korkunun derinliklerine inin, derinlikleri diyorum çünkü korku katmanlardan oluşur. Tüm yaşam boyu sizinle birlikte büyür, onun küçülmesini beklemeyin çünkü oda sizinle düz orantıda içinize kök salar. Huzurla ters orantılıdır korku, kaygının en yakın arkadaşıdır ve beraberlikleri bir kalbin duruşuna neden olabilir. Sevdiklerimizi kaybetmek korkusuyla başlar her şey ve sonra, ayağının taşa takılıp düşmekten, hayvanlardan ve sonra senin gibi insan olanlardan korkmaya başlarsın. Yaşamda sanırım aşılması en zor korkular insanın yapabilecekleridir. İnsanın yaşamda tüm canlılara verdiği zarar ve acı hiçbir şeyle karşılaştırılamaz. Bencilliğin hat safhaya çıktığı noktada insanlık biter ve önümüze çıkabilecek her şeyi yok edebilme özeliğine sahip olabiliriz. Bazen hasta ruhlu insanlarda hayatımıza zorluklar katabilir. İşte bunlar bizim korkularımız ve bunları biliyoruz, yüzleşmekten çekinmiyoruz onları yok saymak çözüm değil ama onları her şeyin önüne koyup engel oluşturmakta bizleri bir yere götürmez.
Günümüzde siyasette insanların korkusu haline gelmiş durumda ama insanların sanırım en rahat bastırdıkları korku bu olsa gerek. Beyaz perdeye en az yansıyan korkumuz aslında içimizde dev gibi büyüyen ve hastalık gibi bizi tüketen sonumuz. Konuşmayı unutan insanlar olarak, geçmişlerini bir torba kömüre satan insanlar olarak, sevdiklerini bilinmeyen bir geleceğe bırakan insanlar olarak toplum olarak kendimize yarattığımız bu korku için yapabilecek bir şeyimiz yok… Sağduyumuzu kapatmakla korkuyla kardeş olunmaz…
THE RİNG
Upuzun saçlarıyla bir kız çocuğu, bol bol resim yapan ve içindekileri yansıtan sarı saçlı ufaklık, basit bir videokaset içindeki görüntüler eşliğindeki o fısıltılar, hayatımızda hep yer alan nesneler merdiven, televizyon ve küçük büyük bütün insanların sevgiyle baktığı atlar… Nasıl rüyalarımızda bile bizi rahat bırakmayan bir dünyaya hapsedebilmekte diye düşünüyorum uzun uzun… Aslında bizi korkutan ne o simsiyah saçlarının yüzüne düşmüş halde gördüğümüz kız çocuğu ne de bize ölümle yüzleşmek için sayılı günlerimizin kaldığını söyleyen o fısıltı. Asıl bizim korkularımız içimizde yaşattığımız parçamız olan ve bizimle büyüyen korkumuzdur. Çemberin içine sıkışan ruhumuz, atların ayaklarının altında eziliyor ve kalp atışlarımızdaki ritimle dünyayla ilişkimizi kesiyoruz ve vücudumuzdaki adrenalinin yükselişiyle başımız dönüyor ve yüzümüz kızarıyor, ellerimizin titrediğini hissediyoruz… İşte o an perdede ya da ekranda görünen biz oluyoruz. Yaşam ortak şeylerden oluşuyor. “The Ring” halka efektlerle ve görüntülerle içimizdeki korkuyu avuçlarımıza hazırlıksız olduğumuz bir anda koyuyor. Başarısını izlendiği her ülkede herkesi kendi kendiyle yüzleştirerek ortaya koyuyor… İçimizdeki bizden kaçmayın…