Hacivat ve Karagöz Elbette Öldürülür*
Geçtiğimiz ay Derviş Zaim’in Cenneti Beklerken’ini incelerken filmin sinemamızda fetihçilik ya da yüceltme yapmayan ender tarihi filmlerden biri olduğunu söylemiştik. Bu ay hem tarihi hem komedi türünde sayılabilecek bir filmi, Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’yü ele alacağız. Sinemamızın sabıkalı olduğu iki türü başarıyla harmanlayan yapım tarih ve güldürü işlevini fazlasıyla yerine getirmenin yanında eleştirisini, muhalif duruşunu ve politik tercihini de açıkça işlemektedir. Senaryosunu Levent Kazak’la birlikte yazıp filmin yönetmenlik koltuğuna oturan Ezel Akay, önceki filmi Neredesin Firuze’de de güldürüsünün yanında sisteme ve piyasaya eleştirilerini de aktarmıştı. 2005 yapımı bu filminde benzer bir anlatıda ilerleyen yönetmen, kalabalık ve güçlü kadrosunun da katkılarıyla izleyicide iz bırakan bir eser ortaya koymuş.
Ezop’un bizlere anlattığı filmin merkezinde yer alan Hacivat ve Karagöz, Bektaşi fıkraları, Nasrettin Hoca ve Aziz Nesinlerle birlikte zengin Anadolu mizahımızın en önemli aktörlerinden olmuşlardır yüzyıllardır. Gerçekte yaşayıp yaşamadıkları bile kesin olmayan bu ikili rivayetler üzerine yer etmiştir kültürümüzde. Bu rivayetlerden en çok tercih edileni ise Orhan Gazi döneminde Bursa’daki Cami inşaatında çalışan ve atışmalarıyla herkesi güldüren Hacivat ve Karagöz’ün işi yavaşlattıkları gerekçesiyle idam edilmeleridir. Bu rivayetin devamında ikilinin idamına çok üzülen Şeyh Küşteri’nin Hacivat ve Karagöz’ün kuklalarını yaparak perde arkasından onları oynattığını görürüz. İşte ünlü gölge oyunumuz ve kimilerine göre Sinema tarihinde dahi yer etmesi gereken ışık-gölge mizanseni bu şekilde ortaya çıkmıştır. Ezel Akay’ın Levent Kazak’la birlikte senaryoyu yazarken öyküyü üzerine oturttuğu rivayet de budur. Yönetmen filmde ikiliyi göbek deliksiz biçimde tasvir ederek aslında hiç doğmamış olduklarını hissettirir bizlere. Bunun yanında yüzyıllar boyunca konuşulacaklarının da altını çizerek doğmamış ölümsüzler şekline büründürür Hacivat ve Karagöz’ü. İkilinin karakterlerinden bahsetmek gerekirse Hacivat’ın kurnaz Karagöz’ünse saf olduğunu belirtmeliyiz öncelikle. Hacivat daha kültürlüdür Karagöz ise halk adamı ve patavatsızdır. İşsiz olan Karagöz Hacivat’ın bulduğu işlerde çalışır. Öyküleri de karşılıklı atışmalar, taklitler üzerinden güncel konulara mizahla birlikte eleştirel yaklaşım getirmektedir. Tarihsel olarak filmin geçtiği dönem 14. yüzyıldır ve Anadolu Selçuklu İmparatorluğu Moğol akınları sonucunda yerlebir olmuştur. Anadolu’da hâkimiyetini üç yüzyıl önce kaybetmiş Bizans’ın durumu ise Selçukludan farklı değildir. Bu yıkıcı güç karşısında çok başlı bir yapılanmayla Anadolu Beylikleri dönemi başlamıştır. Osmanlı Beyliği de Bizans’a sınır Türk beyliği olarak imparatorluğa erişecek gücünün tohumlarını atmaktadır. Anadolu’da Türkmenlerin Şamanizm’i yaşamaya devam ettiği dönemlerdir ayrıca bu yıllar. İşte böyle bir süreçte hüküm sürmektedir Orhan Gazi ve Ezop bize öyküsünü tüm bunları arka plana yerleştirerek aktarır.
Film dönem filmi olduğunu sadece kostüm ve dev planlarla değil aynı zamanda eski Türkçeyi kullanarak da gösterir. Bu riskli bir tercihtir ve sinema salonlarının ses kanallarında boğulan sesler yüzünden filmin “anlaşılmadığı- duyulmadığı” şeklinde bir rivayet bile türemiştir. Rivayetlerin ötesinde film dönemi yansıtma konusunda oldukça başarılıdır. Başrolleri paylaşan ve sırasıyla Hacivat ve Karagöz’e hayat veren Beyaz ve Haluk Bilginer performanslarıyla göz doldururlar film boyunca. Özellikle Haluk Bilginer Ezel Akay’la daha öncede birlikte çalıştığı “Neredesin Firuze”de olduğu gibi birazda büyütülmüş oyunuyla keyif vermektedir. İkilinin atışmaları ve film boyunca zaman zaman yüksek bazense düşük seviyede ilerleyen mizah gücü filmi sırtlayan bir diğer olgudur. Ağır küfürler ve bel altı esprilere bayılan bir toplum olarak kaliteli ve yer yer derinleşen bir güldürüyü bizlere layık gördüğü için yönetmene teşekkür etmeliyiz. Zaten önceki filminde olduğu gibi bu filmde de kısa da olsa beyazperde de gördüğümüz Ezel Akay “Benim felsefem cenk etme seviş” diyerek bizzat yaratıcısı olduğu güldürünün parçası da olmuştur aynı zamanda. Filmde ayrıca Anadolu’nun zenginliklerine de adeta saygı duruşunda bulunur yönetmen. Şebnem Dönmez’in canlandırdığı Ayşe Hatun ve beyliğin kadın savaşçıları ister istemez topraklarımızın efsanevi savaşçıları Amazonları getirir akla. Senarist Levent Kazak’ın bizzat canlandırdığı Dimitri karakteri ise antik Yunan oyunlarını sahneler filmde. Yunanistan’dan daha fazla Antik Yunan kentine sahip olan Anadolu’nun tüm kültürlerine sahip çıkmasını isteyen Mustafa Kemal gibi Ezel Akay’da tüm bunları Hacivat ve Karagöz’ün yanına yerleştirmiştir filmde. Ayşen Gruda’nın eski Türk inancı Şamanizm’i sırtlaması da bu konuda bir diğer örnektir. Son olarak yönetmen gölge oyununun kahramanlarından başlayarak sanatımıza da selam gönderir. Şeyh Küşteri’yi resim sanatımızda ve Türk müzeciliğiyle birlikte kültürel değerlerimizi günışığına çıkararak sahip çıkma konusunda unutulmaz yeri olan Osman Hamdi’nin en ünlü resmi olan “Kaplumbağa Terbiyecisi”ne dönüştürür yönetmen. Filmin sonunda gördüğümüz bu kare sanki Anadolu kültürünün yüzyıllar hatta binyıllardır her türlü baskıcı rejime rağmen etkileşimli olarak ilerlediğini kanıtlamak ister. Filmin akılda kalan öğelerine bizzat Ezel Akay’ın elinden çıkan ve yer yer oyuncular tarafından seslendirilen müziklerini de eklemeliyiz. Filmin taşıyıcı kanallarından biri olan müzik bu filmde ustaca kullanılmıştır. Hele hele Ayşe Hatun ve Karagöz’ün karşılıklı söylediği sahnede kullanılan müzik kelimenin tam anlamıyla etkileyicidir. Filmin mizah yüklü diyaloglarının yanında tırnak içine alınarak anılması gereken son derece etkileyici konuşmaları da vardır. Dimitri’nin Sokrates’i aktardığı Antik Yunan sahnesinde “Hakkınla doğmak için önce ölmek gerekir” sözü Hacivat ve Karagöz’ü göbek bağı hicviyle birebir yansıtmanın yanı sıra yüzyıllardır değerini bilemeyip bir şekilde yok ettiğimiz kişilerin ya da değerlerin sonradan anlaşılması gerçeğine göndermedir.
Bu söz bizleri filmin kendisini fazlasıyla hissettiren politik göndermelerine yöneltir. Bu konuda filmin merkez karakteri Güven Kıraç’ın artık alıştığımız güçte performanslarından bir diğeri olan Pervane karakteridir. Moğollar tarafından yıkılan beyliklerde kadılık yapan maliye işlerine bakan Pervane büyük bir elmas taş üzerine işlenen yan öyküde bu taşın ve iktidarın peşindedir. Bu süreçte yolu Osmanlı Beyliği’ne düşer. Filmde gericiliğin, yasakçı-baskıcı zihniyetin, yolsuzluğun odak noktasıdır Pervane. Zaten adı da dönem adamı olduğunu pervane gibi dönebileceğini gösterir. Çember sakalı ve onu olur olmadık yerlerde sıvazlaması ne tür bir dönemin adamı olduğunu bizlere fazlasıyla hissettirir. Kadınların savaşçı olmasını siyaset yapmasını istemez. Bu durumdaki Osmanlı’nın değişmesini ister. O’na göre kadının işi evinde oturup çocuk doğurmak ve dolma yapmaktır. Kadının zaafının doğurganlığından geldiğini söyler. Filmin sonunda kadınların silah bırakması kadın-erkek eşitsizliğinin ve teslimiyetin başlangıcı gibidir. Zaten film Anadolu hoşgörüsünün, çok kültürlülüğünün yozlaştırılarak iktidar için kullanılan İslam’la birlikte rafa kaldırılışının da perdeye yansıması gibidir. Cami yapmaya gerek olmadığını bunun yerine kilisenin tepesine minare vurmanın yeteceğini söyleyen Pervane, Ayşe Hatun’dan o kiliseye gidenler ne olacak şeklinde gelen soruya da sakalını sıvazlayarak karşılık verir. Müslümanlaştırma sürecimizi izlediğimiz filmde Hacivat ve Karagöz’ün buldukları “taşın sırrı” çimentoyla birlikte cami inşaatını başarmalarını görürüz. Ancak inşaat sırasına ahilerin başta “yumurta” olmak üzere yolsuzluklar yaptığını öğreniriz. Bunu dile getirende tabiî ki ikilimizdir. Mizahi bir anlatıyla taşladıkları Pervane ve yardakçıları oldukça keyifli bir portreyle çizilmiş dövmeli-uzun saçlı Orhan Gazi karşısında bu duruma düşmeyi kendilerine yediremezler. Bunun üzerine plan yaparak kuruması için sarılmış cami minaresinin kapaklarını açarak çimentoyu akıtırlar. Karagöz’ün şaman annesi o sırada orada uyuyakalmıştır çünkü saatlerce gök tanrıya dua etmiştir oğlu bu işi başarsın diye. Akan çimentoya gömülerek yok olan sadece Karagöz’ün annesi değildir. Türkmen inancı Şamanizm, caminin çimentolarına gömülür aynı zamanda ve hükmünü kaybeder. Tekrar Pervane’ye dönersek Dimitri’nin oynadığı Sokrates oyununun içeriğinden rahatsız olur. İktidara yönelik eleştirilere tahammülü yoktur. Pervane karakteri üzerinden Ezel Akay’ın ülkemiz siyasilerine direk eleştiriler yönelttiğini görürüz. En başta Pervane’nin “çember sakallı maliye bakanı” olduğunu ve “yumurta” üzerinden yolsuzluk yaptığını düşünürsek kime benzediğine dair fikrimizin net olacağını düşünüyorum. Bunun yanında Pervane’nin rüşveti ballandıra ballandıra anlatması ve Hacivat Karagöz tarafından “Benim kadım işini bilir” şeklinde eleştirilmesi 8. cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı ister istemez anımsatır. “Benim memurum işini bilir” diyerek rüşveti meşru kılan Özal’ın ta kendisidir. Son olarak ikilinin idamı öncesi mizahı eleştirerek “Mizah bir yumruktur, kime vuracağı belli olmaz. Kime vuracağını bileceksin” der Pervane. Bu söz de birebir Süleyman Demirel alıntısıdır. Bu süreç sonunca idam edilen Hacivat Karagöz, ölürken bile halkı eğlendirir. Ancak bu sahnede Ezel Akay eleştirisini sağcı siyasilerden halkın ta kendisine yöneltir. Gülüp eğlendikleri, keyifle izledikleri ikilinin ölümü sonrası halk “Söz dinlemezlerse, devlete dil uzatırlarsa işte bu olur” diyerek tepkisiz, korkak bir şekle bürünür. Kim bilir belki de asıl sorunumuz bizi yönetenler değil bizzat bizim tepkisizliğimizdir. Filmin sonlarına doğru idamları durduramayan Ayşe Hatun’un feryadını ve dileğini duyarız. Hıristiyanlığını saklamak zorunda bırakılan Ayşe Hatun dileğini şaman anadan ister: “Tarih tekerrür etsin, belki o zaman başka yollar çareler bulunur!”
Günümüzde olup bitenler Ayşe Hatun’un dileğinin kısmen yerine geldiğini gösterir. Tarih aynı olumsuzluklarla tekerrür etmektedir. Mizahçılar, karikatüristler, aydınlar, gayrimüslimler yine baskı altında günümüzde. Zaten Ezel Akay da filmi “Mizahın dikenli gülünü göğsünde taşıyan tüm mizahçılara” atfeder. Sorulması gereken soru başka yollar çareler bulup bulamayacağımız? Hacivat ve Karagöz’ün neden öldürüldüğü sorusunun cevabını yukarıda verdik ancak ülkemizdeki ve dünyadaki düzeni ve bunun savunucularının zaptettikleri kalelerin gücünü gördükten sonra Hacivat ve Karagözler elbette öldürülür gerçeğiyle yüzyüze geliyoruz. Acı ama gerçek olan da bu. Filmin sonunda ekrana gelen “Işık giderse dünya karanlık olur” sözünü sıklıkla hatırlamalıyız ve ampulümüze el konduğunda yaşanılan karanlığı anımsamalıyız. Işığın bizleri hep aydınlatmasının yollarından biri tarihi doğru okuyabilmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için de putları parçalayan tarihçimiz Erdoğan Aydın’ın “Nasıl Müslüman Olduk” kitabını sizlere tavsiye ediyorum.