Melankolik Kuşatma – Onur Keşaplı

Melankolik Kuşatma* 

Kendimi bildim bileli, belirli zamanlarda tanımlanamayan bir hüzün kaplar içimi. Altı yaşımdan beri okula gitmekten başka bir işi olmayan biri olarak ben, sinirlenmeme sebep olan okulun tatile girdiği haziran aylarında, hep hüzünlendim. İlginçtir, her yaz sonu tekrar döneceğim okula giderken de, yazın son günlerinde, ciddi bir hüzün taşıdım her zaman. Kuzey Egede gün batımında buz gibi suyun içindeyken, her eylül ayında içim burkuldu. “Attığım son  kulaçlar bunlar” dedim yüzerken. Sanırım sorun tam da burada. Yani herhangi bir olayın, dönemin, eylemin önüne “son” eklendiğinde engelleyemediğim bir şekilde hüzne yöneliyorum. Bu teşhisi koymadan önce aklımda çocukluğumdan fırlayıp gelen bir sahne belirdi. Yedinci yaş günüme birkaç gün kala, ablamın elinden tutarak yürüyordum ve ben, yedi yaşında olacağım o gün hakkında şunu sordum ablama hüzünle: “Abla, ben bir daha 6 yaşında olmayacak mıyım?” Bilgisi olsun olmasın her konuda fikir yürütmeye bayılan bir toplumun bireyi olarak hemen kendi sorunumu tespit ettim; ben melankolik kuşatma  altındaydım.

Melankoliyi bir kavram olarak araştırdığınızda, “Derin bir keder içinde hüzünlü, umutsuz, acı çeken, yalnız bir insanın içinde bulunduğu durum” şeklinde bir yanıt çıkar karşınıza. Çöküntüye yatkınlık, kötümserlik ve coşkusuzluk gibi tanımları da görülmektedir. Hatta ileri derecede depresyonun arka planında yatanın da melankoli olduğu söylenir. Melankolik kişilerde varoluşu keşfetme güdüsü, yalnızlık içinde kendi benliğini arama, hırs içinde olmamak çoğunlukla görülen durumlardandır. “Güzelliğin hangi çeşidi olursa olsun, onun gelişmesi hassas ruhu gözyaşlarına boğar. Bu yüzden melankoli; tüm şiirsel tonların en yasal olanıdır.” Ünlü yazar Edgar Allan Poe’nun bu sözleri, melankolinin hüznün ve karamsarlığın şiirsel bir güzellikte yaşanabilmesinin büyüsünü anımsatmakta sanki. Bir başka büyük yazar Victor Hugo da “Melankoli, hüzünlü olma mutluluğudur” şeklinde tanımlamaktır bu kavramı. Bana göre melankoli, sürekli bir özlemdir aynı zamanda. Geçmişe ait güzel bir anı, şimdiki zamanda yaşayıp, bunu hüzünlü bir özlemle sürdürmektir. Olumluya odaklanmanın hüznü bile olabilir melankoli.

Sevgiliyi son kez öptüğünü, dostlarıyla son kez rakı içtiğini, öğrenci olarak son kez derse girdiğini, sevdiği bir şehirde son günlerini yaşadığını ve özdeşleştiği bir evde son gecesini geçirdiğini düşünerek hüzünlenen bir birey, o anların özlemini daha o andayken bile hüzünle hissetmeye başlar. Bu kişi, içinde bulunduğu hüzün sayesinde o anın değerini diğer herkesten daha iyi bilir. Sevdiğine her sarıldığında o anın değerini sonuna kadar hissetmek, dostlarınla sıradan bir sohbette bile sonmuşçasına gözlerinin derinliklerine bakmak, içtiğin her yudum suda, ciğerlerini doldurduğun her nefeste o anı tümüyle yaşamak, hissetmek… Teknolojinin insanı yalnızlaştırıp yabancılaştırarak ezdiği günümüzde insan, melankolik kuşatma altında karamsarlığa sürüklenmemeli. Eğer hüzünlenmek de insanı insan yapan duygulardansa, bence herkes bir nebze de olsa hüzünlenmeli. Kuşatmalar aşmak için vardır ancak kırılmaması gereken tek kuşatma, melankolik kuşatmadır. Çünkü sadece bu kuşatma altında kalanlar yaşamın tüm güzelliklerini gerçekten hissedebilirler, sadece bu kuşatmanın altındakiler yaşamda her anın önemini daha o an  yaşanmaktayken kavrayabilirler. Aristotales Sorunlar” adlı yapıtında şu soruyu boşu boşuna sormamıştır: “Neden ister felsefede ya da politikada ister şiirde ya da sanatta olsun, olağanüstü kişilerin hepsi melankoliktir?” Güzele ulaşmanın yolu birazda hüzünden geçmekteyse eğer, bende hepinize bolca hüzün diliyorum değerli dostlar…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2008

Bunu paylaş: