Piponun Ucundaki Yaşam: Pavese Çağırıyor*
Sevgili aziz dostlarım. Bu ay ki yazımda sizlere yaşamını kendi avucunun içinde yaşayan, nefes alışını kendi eliyle durduran büyük yazar Cesare Pavese’den kendi dilimce bahsedeceğim. Hayatını bir kitap içinde bize sunan Pavese başucunuzdan ayırmamanız gereken bir yazardır. Sayfalar arasında yaptığınız sohbetlerle yaşamın derinliklerinde kendinizi bulursunuz. İşte Pavese çağırıyor aziz dostlarım…
Mavi gözlü Pavese’yim ben, küçük bir kuştu yüreğim ve gözlerimdeki parmaklıklara inat uçuruyordum onu maviye. Yaşamı yargılıyordum ve dilimlere ayrılmış parçalar oluyordu insanlar satırlarımda. Heyecandan, tonunu seçemediğim bir edayla hangi parçaydı benim payıma düşen diyerek sesleniyorum, dumana bürünüyor yüzüm. Uyanıyorum, koşarak aynanın karşısındayım sabaha kadar oturuyorum. Elimde hiç bırakamadığım günlüğüm, açıyorum ve herhangi bir sayfasını çeviriyorum. Başlıyor benimle konuşmaya…
“Görünmez hücrenin insana yaşattığı duygu, kişiyi barındıran o insanı ortama bile bir geçicilik kazandırıyor. Kim bir hücreden ev yapar ki kendine?” Rüyalarım diyorum. İlk soruyu ben sormalıydım. Cevaplar değil miydi bu satırlar? Sorguluyor sözcükler tüm yaşamımı. Bense, yaşatıyorum herkes den izinsiz tüm bedenleri ve korkuyorum biliyorlar mıydı düşündüklerimi. On beş yaşındaydım, kumsalda ölü bir kuş, boğazında takılı duran bir kırmızı ip vardı… Susturuyor beni günlüğüm ve tekrar konuşuyor. “ Bir şeyden, onu görmezlikten gelerek değil, ancak onu yaşayarak kurtulabiliriz.” Gözlerim ağırlaşıyor, aynanın çerçevesinin küçüldüğünü hissediyorum, hayır kaçmıyorum cevabım var, ama… Nasıl oluyor da hatırlıyor bunca kelimeleri, bu beyaz sayfalar. Kırışmış kapağın ardında dimdik duruyor acılarım, kadınlarım diriliyor her çevirdiğim sayfada. Küçücük bedenimde diriltmiştim onları, kırmızı fularlar takarak ayrılmışlardı yüreğimden. Uzak diyarlara götürdükleri yüreğimi, sorgulamadan attılar uçuruma şimdi ise yoklar…
Yığılmış bedenler saman demetleri olmuş, kamyonetin arkasına yerleştiriliyordu. Kırmızı elbiseli kadına takılıyor gözüm. Elinde tuttuğu kapağı parçalanmış kitapla karışmış bedeni diğerlerinden çok ama çok farklıydı. “ Başkalarına ait olan kadınlarla ne yapacağımı bilmiyorum.” Güneş rengini almış bu cümlenin. Duyuyorsun beni değil mi? Kaçma diyorum benliğime, kendim ve o kadını aynı parçaya koyduğumu hissediyorum. Kadınlar, sevilmeyi hak etmiyorlar diyenler yalan söylemiş. Ben sorguluyorsam yaşamı, onlardır beni böyle kendime döndüren ve görebilmemi sağlayan düşlerimi. Acımazsız olmayacağım, ah Dostoyevki diyorum. Günlük yaşamı nasıl taşıyordu cümlelerine. Düşündüklerini yazmaktan korkmuyordu. Yine günlüğümden bir sayfa açıyorum, “Çok acı çekmiş olmanın karşılığı, sonradan köpekler gibi ölmektir.” Neler yazıyorum böyle, acıyı bu kadar sevişim neden? Yaşamın doğuşu acıdır diyorum kendime. Doğarken gözyaşlarıyla geldiğim bu dünyadan hiçbir beklentim yoktu ki benim. Ah yine kadınlar sarıyor bedenimi, dokunamadığım kollarını hissediyorum ruhumda. Düşündüklerimi eyleme dönüştürmek tüm isteğim, acımı kadınlarda eylemleştirdim. Şimdi sıra başka ruhlarla olan savaşlarım. “Günlüklerdeki yolculukla ilgili sayfalar nasıl anlatılmaz bir can sıkıntısı yaratıyor sende.” Ne garip, yalnızlığımda beni kendimle baş başa bırakmış bu satırlarımda. Başka insan oluyorum, seslenişim yine kendime, hissediyorum sözcüklerim titriyor yine günlüğümün bedeninde.
Hayatı sorgulayanlardanım. Bazıları gibi hayatı sorgulama merakımdan kısacık ömrümü yaşayamaya vakit bulamıyorum. Nadiren yaşadığım mutlu anları hatırlarken bile mutsuzluğa teslim oluyorum. Yavaş yavaş çevrendeki bedenlerden uzaklaşıp kendi dünyamın zamanında yolculuğa çıkıyorum. Yolculuğa yalnız çıkmaktan hoşlanmıyorum ve kadınlarımı da götürüyorum. Farkında olmadan her kadın bir erkek getiriyor yaşamıma ve bir hayalet oluyorum çiğ bedenlerin arasında. Değmez diyorum kadınlara, onlarsız da yaşamın içindeyim. Sonra fark ediyorum, acıyı, bir terk edilişte yüreğim. Ben, Pavese, yenik, kendi hayatıma anlamlar bulurken, bu acının katili, gösteriş meraklısı yaşam hırsızlarına da anlamlar yüklemek zorunda kaldım. Kabul ediyorum, onların ruhlarında yaşam buldum kimi zaman. Yine çeviriyorum sayfalarını yaşamımın, göster diyorum artık hangi parçasındayım. “ Artık iyice yitip gitmiş bir geçmişte ilk olarak gördüğüm şeyler. Onları ilk kez görmek beni sevindirmeye yettiyse onları yeniden görmek yeni bir anlam getirmeli. Nasıl bir anlam?” Eylemlerimdi onlar, terk edişlerinde kelimeler olmuştum. Geldiklerinde yine döneceğim eylemlerime. Kelimeler çığlığım olsa da ulaştırmadı hiçbir kadına beni. Binlerce ruhun dili oldum şiirler yazdım, metinlerimde ne mutluluklar anlattım. Hiçbir kadına duygularımı anlatamadım, aşkımın yerine kalan acımı alıp zamanın dibine çakıldım. Şimdi pişman olduğum tek şey aşkı hep içimde yaşadım.
Yine Dostoyevski’nin cümleleri beliriyor satırlarımda. “ Onun kitaplarındaki kadın kahramanlar talipleri arasından hangisini seçeceklerine hiçbir zaman karar veremezler.” Düşünüyorum da tüm erkek karakterler benim bedenimde yeniden diriliyorlar. Çatışıyorum kendimle, hangi hayatı seçmeliyim yaşamak için. Kadınların tercih ettiği erkekleri mi, yoksa terk edilenleri mi? Bilemiyorum. Bu konudaki başarısızlığımın sebebi karşılık beklemede sevdim onları…
Varlığımı devam ettirmeyi istiyor ve bunu başarıyorsam, istediğim zamanda yaşamıma son çizgiyi ben atabilirim.”Tanrıya yaklaşmak için insanın acıyı özlediğini bir kez daha anlıyorum.” Sayfalara özenle yerleştirdiğim her kelime, başka bir insanın ruhuyla dizilmişler. Korkuyorum kendimden, ölümden korkmayışımdan, bedenimin kendini sergilemek istemeyişinden. Hayat mutlu anlardan kalan artık gibidir yaşamımda. Gerçekten ölümle karşılaşmak istediğimde, yanımda getireceğim yüreğimdeki tüm kadınlardır. Ben sorgulayışlarımda ölmek için bir şeyler ararken onlar, çantalarında taşıdığı ölümden kurtulmak için tüm yüreklerin orospusu olurlar. Yüzlerine ait olmayan gülücükler maskelerinin en sırıtan kısımlarıdır bedenlerinde. “Bir aşağılanmanın derinliklerinden şu iki çığlık duyulur. Ya “görüşürüz, ey dünya!” ya da “Seni sevdiğimi bilmiyor musun?”
Mavi gözlerimden sıyrılan uykumun arasından koşarak gidiyorum salondaki aynanın karşısına. Sehpanın üzerindeki kitabımı alıyorum. Aralıyorum sayfaları, Pavese’nin acıları dökülüyor içinden.” İyi bir başlangıç noktası kişinin kendi geçmişini değiştirmesidir.” Hangi parçanın dilimindeyim, yüreğimi uçurduğum renk mavi mi? Yaşamı sorgulamadan, yaşamayı öğrenmeden, zamanın derinliklerine yolculuğa çıkmayı hak etmiyorum. Başlangıcı aynanın karşısındaki mavi gözlerime inat ben Pavese’yim diyerek yapıyorum. Tüm kadınları çağırıyorum, Dostoyevski yoldaşım oluyor ve sözcüklerle koşmaya başlıyorum.
Son kez Pavese’yi rahatsız ediyorum, çünkü onun sözlerini duymanızı istiyorum. “Bir şey yaratacaksak, düş kurmak için boş zamanımızın olması zorunluluğu bu yüzdendir. Bu durumda can sıkıntısı düşünce olarak billurlaşır.” İşte pipomu alıyorum, dumanını aynaya son kez üflüyorum. Oradaki bedenime inat ruhumu yeniliyorum. Yeniden doğuyor ve Pavese oluyorum…