Savaş Tanrısı’nın Mabedi – Onur Keşaplı

Savaş Tanrısı’nın Mabedi*

Geçtiğimiz Mart ayının 7’si ve 8’inde gazetelerin dış haber sayfalarında, belki de birçoğumuzun gözünden kaçan küçük bir haber vardı. Haberin içeriği, ölüm taciri lakaplı Viktor Bout’un silah kaçakçılığı suçundan Tayland’da yakalandığı şeklindeydi. Kim olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz olmayan bu şahıs, 2005 yılında ülkemizde de ses getiren Andrew Niccol’un yönettiği Lord of War filminde, Nicholas Cage’in canlandırdığı Yuri Orlov’un ta kendisidir. Masum olduğunu iddia eden bu şahısın hayatından yola çıkarak çekilen bu belgesel-vari yapıt, yönetmen senarist Niccol’un dünyada hâkim olan düzene dair muhalif bir tavrı olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Senaryosunu yazdığı ve başrolünü Jim Carrey’nin oynadığı The Truman Show’da, medya ve tüketim toplumuna son  derece  güçlü  eleştirilerde bulunduğunu  hatırlıyoruz Niccol’un.

Burada kurmaca bir senaryodan çok gerçek bir hayat hikâyesine yaslanan yönetmen, eleştirisini de daha açık ve direk olarak yansıtmaktadır izleyiciye.

Özellikle Soğuk Savaş sonrası oluşan “dengesiz” dünya düzeninde gücüne güç katan silah tüccarlarının ve şirketlerinin üzerine eğilen film, yukarıda da belirttiğimiz gibi belgesel tadında bir anlatıma sahiptir. Filmin başlangıcında boş kurşun kovanlarının üzerinde adeta kayarcasına ilerleyen kamera, bizleri bunların tepesinde, sanki görüntüdeki her şeyin efendisiymiş gibi duran “Savaş Tanrısıyla” baş başa bırakır. Nicholas Cage’in canlandırdığı Yuri Orlov karakterini ilk kez gördüğümüz bu sahnede, yönetmen kamerayı göz hizasına getirir ve karakterin gözlerimizin içine bakacak şekilde bizimle konuşturarak izleyiciye filmin bir kurmacadan öte gerçeklerden bahsedeceğini hissettirir. Orlov’un sözleriyle birlikte karakterin nasıl biri olduğunu hemen anlarız. Dünyada beş yüz elli milyon ateşli silah bulunduğunu ve her 12 kişiden birine silah düştüğünü söyleyen Orlov, tek sorunun kalan 11’i nasıl silahlandırmak olduğunu belirtir. Ve hemen sonrasında yönetmen kamerasını bir kurşunun yolculuğuna çevirir. Uzun ve ilgi çekici bu sekansta kurşunun yapım aşamasını, namluya uzanana kadar geçirdiği “zorlu” yolculuğu ve sonunda  üretilme amacına uygun olarak Afrikalı çocuk askerlerden birinin kafasına ulaşmasını görürüz. Yönetmen, bu ilgi çekici ve dehşet verici karede müzik seçimi olarak görüntülere tümüyle zıt koşan keyifli bir şarkı kullanmıştır. Filmin ilerleyen bölümlerinde de bu tercihi görürüz. Örneğin Orlov’un dünyanın en kanlı ününe sahip piyade tüfeği kalaşnikof’un özelliklerini uzun uzun anlattığı bölümde yönetmen, Tchaikovsky’nin dünyaca ünlü Kuğu Gölü balesinin derin duygusal tonlarını kullanır. Adeta Orlov ve kalaşnikof arasındaki derin duyguları ya da O’nun silaha duyduğu hayranlığı gözler önüne sermektedir bu müzik seçimi. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman otomatik tüfekleri karşısında bağımsızlıklarını kaybetmeye yaklaşan Sovyet askerlerinin, bir daha bu duruma düşmemeleri ve vatanlarını    daha    güçlü    savunabilmeleri    için    kendiside    bir    gazi  olan Kalaşnikof’un kendisi bile ürettiği bu silaha karşı bu kadar hayranlık duymamaktadır. Yine bir diğer sahnede Orlov’un en büyük rakibini öldürdüğü  ki bu O’nun “temiz” ellerinin ilk defa kirlenmesidir, adeta kırılma noktası yaşadığı andan sonra yine yönetmen oldukça neşeli bir müzik tercihinde bulunmuştur. Bu zıt anlamlar içeren müzik kullanımı akla Stanley Kubrick’in belki de en sarsıcı filmi olan Full Metal Jacket’ı hatırlatır. Orada  pompalı tüfekle intihar sahnesi, gerilimin doruk noktasına ulaştığı bir andır ve Kubrick bu gerilimi an ve an işleyerek izleyiciyi tümüyle olayın içine sokmuştur. Böyle bir sahnenin hemen ardından gelen bölümde ise oldukça neşeli bir müzik ve komik derecesine kadar uzanan fahişe pazarlığını görürüz. Andrew Niccol’un yer yer başvurduğu bu tarz sinemasal öğeler filmi belgesel olmaktan kurtarmaktadır. Yine bu öldürme sahnesinden sonra Orlov’un girdiği yarı gerçek atmosfer “sinema” filmi izlediğimizi bizlere hatırlatacak kadar ustaca işlenmiştir. Soğuk mavi tonlar eşliğinde Orlov, kendi barutuyla kafayı bulmuş  bir şekilde ilerlemektedir Afrika’nın keşmekeş ortamında. Bu sahnelerde kâbuslar da vardır ancak en etkileyici olan kısımları iki küçük kız ve iki vahşi sırtlanla yüzyüze geldiği bölümlerdir. Kızlardan biri “Beyaz  adam bilir  O’na sor” diye seslenir ve Beyaz adamın bilmesi beklenen şey diğer  kızın muhtemelen çatışmalar sonucunda kaybettiği kolunun bir daha uzayıp uzamayacağıdır. “Beyaz adam”ın Afrika’da yaptıkları ve yaptırdıklarının küçücük ve masum örneği üzerinden yönetmen, emperyalist politikalara ve elbette Yuri Orlov’a sert bir darbe indirir. Çünkü filmde tüm bunların vücut bulmuş halidir O. Devamında neredeyse leşe dönüşmek üzere bir halde olan Orlov iki sırtlanla karşılaşır. Sırtlanlar muhtemel bir ziyafetten vazgeçerler  çünkü Orlov bedenindeki insanoğlu, acımasızlığı ve vahşiliğiyle leşinden dahi uzak durulması gereken bir yaratıktır adeta.

Yönetmenin ısrarla politik olmadığını sadece gerçekleri gözler önüne serdiğini söylediği bu film, ister istemez ideolojik göndermelerle doludur. Bunlardan birçoğu filmin kendisi belgesel tadında olduğundan apaçık ortadadır. Ancak bazıları satır aralarında kalabilecek detaylardır. Onlardan biri, bizleri film boyunca vahşetiyle ve dengesizliğiyle ürperten Liberya diktatörü Baptista’nın seçimlerde hile karıştırdığı için batılı devletlerce sıkıştırılmasına isyan ederken verdiği cevaptır. Bu konuyu Orlov’a anlatırken gazetelerden bir haberi gösterir ve haberde Amerika’nın 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinde Bush’un Al Gore’u Florida’da şaibeli bir şekilde yenmesini görürüz. Baptista bundan sonra Amerika’nın kendisine demokrasi dersi veremeyeceğini belirtir. Yönetmen burada, küçük de olsa Bush’a ve batının ikiyüzlü politikalarına karşı duruşunu belli eder. Bir diğer politik durum ise Ethan Hawke’ın oynadığı dürüst ve idealist İnterpol Ajanı Valentine’nın karakterinde yansıtılır. Orlov’un peşinden ayrılmayan Valentine bütün suçları apaçık ortadayken Savaş Tanrısını yakalayamaz. Sebep olarak yasalardaki açıklar gözükse de sistemin işine yaradığı sürece hiçbir suçluyu kendi güvenlik teşkilatı olan İnterpol’e teslim etmeyeceği gerçeğidir işin aslı. Tüm bunların dışında filmde “insan”ın ta kendisinin ve bu dünyada kaybedişinin işlenmesini görüyoruz. Bu durumu karakterler üzerinden yoğun bir şekilde anlatmaktadır yönetmen. Örneğin Orlov’un eşinin, kocasının ne işler yaptığını öğrendiği ve O’nu bunlardan vazgeçirmek üzere dil döktüğü sahnede kurduğu cümle anlamlıdır. Karşısında istediği hayata, kadına, paraya her şeye ulaşmış “başarılı” bir koca dururken, işinde, genel olarak hayatında başarısız olduğunu ancak “insanlığında” başarısız olmayacağını dimdik bir ifadeyle söyler. İnsanlığın beyazperdede işlenişinde, Orlov’un kardeşi Vitaly’i canlandıran Jared Leto’nun performansı filmin  zirve noktalarını oluşturmaktadır. Filmin başlarında, çalıştığı mutfağın girişine köpeği olmadığı halde “Dikkat Köpek Var” tabelası astığı için abisi tarafından alaya alınan Vitaly, o tabelanın kendi içindeki köpeği yani hayvanı unutmaması ve insan olmaya devam etmesi anlamını taşıdığını söyler. Her insanın içinde bulunabilen kötülükle mücadele etmek isteğini hissettiğimiz bu karakter abisi tarafından “insanın temel ihtiyaçlarını karşılama” adına kötülüklerinin  bir parçası haline getirilir. Ancak ne var ki Vitaly, abisi Yuri gibi bu işte tutunamaz çünkü o Savaş Tanrısı değil İnsandır. Beyrut’taki bir sahnede küçük çocukların kurşuna dizilmesini gören Vitaly, şoke olmuş gözlerle olaya müdahale etmek isterken abisi uçuşan paracıklarını toplamakla ve kardeşine bunun onların savaşı olmadığını anlatmakla meşguldür. İlerleyen süreçte Yuri, işinde soğukkanlı bir şekilde uzmanlaşırken kardeşi uyuşturucu bağımlısına dönüşüp çözülmeye başlamıştır. Bu süreçte abisini “sattıkların insanın içini öldürüyor” diyerek uyarmak ister. Hatta kendisini insanlığın karanlık yüzünde duran abisinden kurtarmayı da başarır. Ancak tekrar aklına giren Yuri sonuç olarak kardeşinin ölümüne sebep olur. Ne ilginçtir ki Yuri’nin geçici de olsa yakalanmasına neden olan kanıt, kardeşinin ölü bedeninde duran, Savaş Tanrısının kurşunudur. Yönetmen, günümüz değerlerinde insan olmanın nasıl ezildiğini, başka bir karede son derece etkileyici bir şekilde verir. Noel akşamıdır ve Yuri’nin oğlu ilk adımını atar. Ancak Orlov bunu görmez çünkü o sırada televizyonda Gorbaçov Sovyetler Birliğinin dağıldığını ilan etmektedir. Savaş tanrısı için inanılmaz bir fırsattır bu ve oğlunun adımını görecek hali yoktur. Günümüz dünyasında, bir insanın ömründe atacağı en küçük ama önemli adım bir silah tüccarının atacağı en önemli adım altında ezilmektedir.

Antik Yunan’ın Savaş Tanrısı Ares’i herkese özletmeyi başaran günümüz Savaş Tanrılarının mabedine dönüşen dünyamızda, Lord of War filminde Orlov’un “Barış görüşmeleri olabilecek en kötü şey” demesi normaldir. Zaten filmin sonunda gördüğümüz üzere dünyanın en çok silah ticareti yapan 5 ülkesi, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi    daimi    üyeleri    olmaları    Orlov’un    korktuğu    şey    olan barışın gerçekleşmesini neredeyse imkânsız kılmakta. Film hakkında olumsuz olarak bahsedebileceğimiz en önemli detay, amacını ve muhalif duruşunu net bir şekilde ortaya koysa da Yuri Orlov karakterini sempatik ve ilgi çekici göstermesidir. Bu konuda yönetmenin bir söyleşide bahsettiklerine kulak vermeliyiz. Filmde gösterilecek silahlara ulaşabilmek için gerçek silah kaçakçılarıyla muhatap olan Andrew Niccol’un onların oldukça keyifli ve neredeyse iyi insanlar olduklarını utanarak söylemesi, gerçekçi bir film yapmak isteyen yönetmenin tanık olduğu kaçakçılardan yola çıkarak keyifli bir Orlov portresi çizmesine sebep olmuştur. Filmde Orlov’un kendisini kurtaran sistemle ilgili kurduğu cümleler önemlidir. “Beni bugün kurtarmaları yarın günah keçisi seçmeyecekleri anlamına gelmez” ve “Ben giderse yerime bir başkası gelir” diyalogları akla Victor Bout yakalandığına göre yeni “Savaş Tanrımız kim?” sorusunu getirmektedir. Bu ay değişiklik yapıp kitap yerine Michael Moore’un Oscar Ödüllü belgeseli Benim Cici Silahım’ı, silahsız bir dünyanın hayal olmaktan çıkacağı günleri görme özlemiyle, siz sevgili sanatseverlere tavsiye ediyorum.

*https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2008

Bunu paylaş: