The Dreamers / Düşler, Tutkular ve Suçlar*
68 denince, hepimizin zihninde beliren bir şeyler olmaktadır. Kimi yaşamış oluyor o yılları, kimi dinlemiş.
1960’larda farklı bir büyü vardır. Artık olmayan bir birliktelik vardır. O yıllarda birçokları, aynı şeyleri hayal etmektedir. Sinema, politika, müzik, caz, rock’n roll, felsefe, sex bu birçokları için önemli şeylerdir. 68’lerde dünyanın her yanında protesto ve politik düşünceler yükselişe geçmiştir. 68’lerde yirmi yedi yaşlarında olan Bertolucci Cinematheque’teki arkadaşları, özellikle Godard, anlaşılmaz şekilde politik gruplara karışmışlardır. Ayrıca, Maoizm’den ve kültürel devrimden etkilenmişlerdir. Che Guevera posterleri her yerdedir. Godard’ın La Chinoise (Juliet Berto ve Jean-Pierre Leaud’un oynadığı, Maoculuğu öğrenen bir grup Fransız öğrencinin politik tartışma ve eylemlerini anlatan filmi. Beş kişilik bu grup, sembolik devrim pratiğine değişik yaklaşımları temsil ederler. Politik tartışma içeren ilk filmidir) adlı filmi 68 Mayısında piyasaya sürülmüştür.
Bertolucci’nin de ifade ettiği gibi, bazıları için 68 kaybedilmiş bir savaştır ancak birçok iyi yönde değişiklik de olmuştur kötü anılara rağmen. O dönem birçok genç için büyük bir kara delik gibidir; çünkü aileler o dönem ve konu hakkında konuşmazlar çocuklarına. Bertolucci’ye göre bu suskunluk 68 ruhuna konan bir sansürdür. Devrim hayalleri başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da, olaylar bazı şeylerin değişmesinde önemli rol oynamıştır (özellikle kadının toplumdaki yeri) ve özgürlükleri garanti altına alınmış bugünkü çocuklar, 68’lerde neler yaşandığını biliyor sayılmazlar.
Bernardo Bertolucci’nin 2003 yapımı, sex, rock’n roll, caz, uyuşturucu, politika ve özellikle sinema kokan The Dreamers adlı filmi bizi 68 Fransa’sına taşır.
Fransa’da o yıllar bir tutku var; herkes filmleri ve yönetmenleri tartışıyor, sürekli izliyor ve tartışıyor. Genç nesil için önemli biri var Fransa’da, birçok filmi bulan, koruyan ve bulduğu her şeyi gösteren biri. Henri Langlois adındaki bu adam kendilerine film kurtları diyen genç sinema izleyicileri ve yapımcıları için akıl hocası sayılırdı, hemen her gün onun bulduğu filmleri izledikleri Cinematheque’in de kurucusuydu aynı zamanda.
Bütün kuşak Cinematheque’de büyümüş, yetişmişlerdir(bu kişiler yeni akımcılar olarak ortaya çıkmışlardır. Francois Truffaut, Claude Chabrol ve Jean-Luc Godard). 50’lerde bazı güçlü gazeteler sinemanın katedrali diye yazmaya başlarlar.
Bertolucci’nin de 60’larda film yapmaya başladığında asıl sevdiği şey Paris’te doğan yeni sinema akımıdır. “La Nouvelle Vague” denen Yeni Akım. O kadar sevmiştir ki, onlardan biri olmak istemiştir.
Fransız Yeni akımcı yönetmenler 1968 Şubat’ında h. Langlois’i desteklemeye başlarlar. Fransız Hükümeti Cinematheque’e sermaye sağlayarak aykırı yönetmeni ve başarısız yönetimi devre dışı bırakmıştır. Dünyanın her yerindeki yönetmenlerden destek mesajları gelmiştir (C.Chaplin gibi). O Şubat’ta 3000 insan Palais de Chaillot’de protesto etmişlerdir. Fransız sinemasının ünlü isimleri de oradadır; Michel Piccoli, Jean-Paul Belmondo, Alain Resnais, Berbet Schroeder.
Eylem beklenmedik şekilde şiddetlenir. Truffaut kafası kan içinde kalmış dövülmüştür. Godard da itilmektedir ki bunlar Fransız kültürünün göze çarpan kültürlü insanlarıdır. Polisin gücü sokaklarda görülebilmektedir. Ancak o eylemin gücü sayesinde hükümet H.Langlois’nin görevini geri vermek zorunda kalmıştır. Mayısa doğru bu ayaklanmalar Fransız politika rejimine karşı ulusal bir protestoya dönüşmeye başlamıştır.
Tüm bu olaylar Dreamers için yeniden canlandırılmıştır. Dreamers’daki ilk sahne 68 Mayıs’ında tıp fakültesi avlusunda olan olaylardan başlar.
Geçmiş ve şimdiyi bir araya getirme arzusunda olan Bertolucci, ilk sahnede bildiri okuyan kişileri o dönemin oyuncularından seçiyor. Gençliklerinde Truffaut ve Godard’la birlikte bulunmuş olan Jean-Pierre Kalfon ve Jean-Pierre Leaud bu sahnede bildirleri okurlar (ki o dönemde de bildirileri onlar okumuşlardır). Sahnede aralara siyah-beyaz görüntülerle (gerçek 68’den) adı geçen yönetmenlerden, bildiri okuyan aynı kişilerden, o dönem insanlarının görüntüleri alınıyor. Bertolucci’ye göre bu geçmiş ve şimdiyi birleştirmenin görsel bir yoludur.
Cinematheque’in kapanması Amerikalı Matthew’un Fransız ikizleri Isabelle ve Theo ile tanışmasına vesile olur, böylece üçlü ilişkileri başlar.
Bertolucci Matthew karakteri için ilk, Micheal Pitt ile görüşür ve cazibesinden etkilenerek onu seçer. Theo karakteri için Louis Garrel’i seçer. L. Garrel, 68’lerde genç olanlara ve ilginç filmlere hayranlık duyan, o insanlarla tanışmak isteyen bir gençtir. Bertolluci onun adını bir yönetmen oğlu olduğu için duymuştur. Babası yönetmen olan, annesi tiyatro yönetmeni olan, büyük babası oyuncu olan L.Garrel’in sinema tutkusunu anlayabileceğini ve o ruhu yansıtabileceğini düşünür. Isabelle karakteri için biraz zaman harcar ancak, Eva Green’i gördüğü ilk on saniye içinde onun Isabelle olduğu kanısına varır. E. Green ise daha önce hiç sinema filminde oynamamıştır. Sahne oyuncusudur. Bertolluci’nin seçtiği bu oyuncular film boyunca Bertolluci’nin kamerasıyla uyumlu dans edebilmiş güzel üçlü olmuşlardır bana göre. Matthew, Theo ve Isabelle ilk olarak tıp fakültesinin bahçesindeki eylemde, zaman kargaşasının altının çizildiği bildiri okunan sahnede bir araya gelirler.
Karakterler bir araya gelmeden önce, Bertolucci bizi gökyüzünden Paris’e bırakır. Kamerasını yukarıdan şehri süzerek caddeye doğru indirerek yapar bunu. Matthew ile aynı kaldırımda yürüyor gibiyizdir (film boyunca hiç bir karakterle özdeşleşmeyiz). Matthew üst sesle (film boyunca aralarda sadece Matthew üst sesle konuşur) Cinematheque’i, film kurtluğunu, sinema tutkularını, Paris’te bulunuşunu anlatırken; onlar Cinematheque’de izliyormuş gibi aralara giren ilk siyah-beyaz film görüntülerini görürüz: 1968 yapımı Shock Corridor/Sam Fuller.
Cinematheque’de bu filmi izleyen gençler arasından, kamera hareketiyle ve ışık kullanımı ile en önde oturan Isabelle ve Theo’yu seçebiliriz, Matthew’un onlara göz ucuyla bakışını görürüz.( Matthew üst sesle konuşurken, biz dediğinde kamera üçünü alır). Görüntüleri yeni ve tazeyken henüz aralarındaki engelleri aşamamışken sıra sıra, izleyici atlamadan kullanıp ikinci ele düşüp, bir posta pulu kadar olup projeksiyon odasına dönmeden, ilk kez görmek isteyen, dikkatimizi çeken bu üç gençtir; Dreamers karakterleri.
Matthew film hakkında az çok fikir edineceğimiz şu sözleri söyler en son: “…belki ekran gerçekten bir aynadır. Bizi dünyadan yansıtır (kameranın üçünü aldığı kare). Fakat bir akşam vardı, 1968 baharı… dünya sonunda ekranda patladığında…”
Cinematheque’de film izleyen Matthew’dan, Paris caddelerinde yürüyen Matthew’a döndüğümüzde Paris’in simgesi Eiffel Kulesini arkasında bırakmıştır bile, elinde kırmızı kitapçığıyla.
J.P. Kalfon ve J.P.Leaud’un bildirileri okuduğu avludayızdır. Aralara siyah beyaz H.Langlois görüntüleri girer. Bildirilerde okudukları bize neler olduğu hakkında bir fikir verir az çok-H.L.’in kovuluşu, özgür adil film kültürü vaadi sunulmuş olmasına rağmen ellerinden alınmış olması…- kalabalık içinde kırmızı şapkası ve mavi kadife elbisesi içinde ağzında sigarasıyla Isabelle’i seçebiliriz.
Polislerin,o yılların tipik kıyafetleri(kasketler, çizgili pantolonlar, minik etekler, kırmızılar, garip saçlar..) içindeki elleri pankartlı (ya da değil) gençlerin arasından takım elbiseli Matthew’un da oraya gelişini izleriz (kamera Matthew’u takip eder).
J.P.L. hiddetle arkasında yatan polistir diyerek elindeki bildiri kâğıtlarını fırlatır. Yine gerçek eylemden görüntüler alınır, gerçek fırlatışı da görürüz. Bertolucci ise kesmeleri ve açısıyla, kamera hareketleriyle kalabalığın içinden karakterleri izleyiciye seçtirir.
Kapıya elleri zincirli(aslında değil) Isabelle ile Matthew tanışırlar önce. Matthew’un tavırlarından zaten onunla tanışmak istediğini anlarız (ki sinema salonunda film izlerken, göz ucu bakışla onara dikkat ettiği ipucu bize verilmiştir). Oldukça havalı ve kültürlü görünen Isabelle’in kareye sonradan giren Theo’ya: “Haklıydın. O bir Amerikalı.”deyişinden onların da Matthew hakkında konuştuklarını Matthew’un da onların dikkatini çektiğini anlıyoruz. Polislerle kargaşa başladığında, herkesin kaçıştığı noktada Theo Isabelle’in elini tutar, Isabelle de Matthew’un elini… Koşmaya başlarlar.
Birlikteliğin olduğu bu filmde, bazen ikiye bir( Theo ve Isabelle – Matthew), bazen üçü olsalar da ayrı ayrı, tekliklerini hissedeceğiz. Bertolucci birçok filminde aynaları, gölgeleri anlatım aracı olarak kullanan bir yönetmen olarak, bu filde farklı anlamlar için bu metaforları yine kullanacaktır; ama birlikteliği vurgulamak ama tekliği vurgulamak ya da üç karakteri tek karede toplamak adına.
Tanışlıkları günün akşamında polislerle koşuşturmaca devam ederken üçü insanlarda ayrılırlar. Isabelle ve Theo faşistler diye bağırdıklarında Matthew’un onlardan farklı duruşu ve bağırmayışı, ikiye bir ayrımını hissettiğim ilk noktadır filmde. Ve devamında merdinlerden iner üçü sırayla, ışık sayesinde duvara gölgeleri yansır oldukça büyük şekilde tabi ki ayrı ayrı.
O gece boş yolda yürümektedirler. Isabelle Matthew’a 1959’da Champs Elysees’de bir kaldırımda doğduğunu ve dünyaya gelir gelmez ağzından çıkan ilk kelimelerin “New York Herald Tribune” olduğunu söyler caddede süzülerek. Bu kez araya, Godard’ın A Bout De Souffle filminden sahneler girer. Filmde kız aynı Isabelle gibi caddededir ve New York Herald Tribune satmaya çalışır.
Yani hayat Isabelle için Godard’dan sonra başlar. Filmde Theo ve Isabelle – Matthew ayrımını gördüğümüz diğer kare, tanıştıkları akşam yağmur altında koşarlarken Isabelle’in Matthew’un ceketi altından çıkıp, Theo’nun ceketi altına girişinde ve yol ayrımında ikisinin tek ceket altında sağdaki sokaktan koşarak uzaklaşmalarında görürüz. Matthew otel kapısında arkalarından bakar.
Bu sahne de, birçok filminde olduğu gibi uzundur ve kamera hareketlidir. Kamera hareketlerinin yönlendirişinden ve ışık konumundan(caddede bir tek Matthew aydınlıktadır) dolayı caddeden geçen diğer insanları fark etmeyiz bile. Onların arkalarından bakan Matthew’u izleriz.
Bu filminde yakın çekimleri çok kullanmayan Bertollucci sadece, nadiren görmemizi istediği nesneleri yakın almıştır ya da önemli olan yüz ifadelerini( Matthew Top Hot filmini bildiğinde şaşkın ikizlerin yüzü, Theo Isabelle ve Matthew’u cezalandırdığında öfkeli Matthew bakışları, Theo’nun odasındaki Juliet Berto posteri, Banyoda Matthew’un dudaklarına dokunurkenki anlaşılamazlık griplik katıcı Isabelle ifadesi ya da yemek masasında Matthew’un konuşmasından etkilenen babalarının bakışları gibi). Hele ki, ayrıntı çekim çok az kullanır. Genellikle orta çekimlerde süren Dreamers’ta ilk özellikli yakın çekim; Matthew’un otel odasına girdiğinde, ceketini yatağa attığında, cebindeki kırmızı kitapçığı (Godard’ın La Chinoise filminde, Juliet Berto’nun, başkan Mao’nun küçül kızıl kitaplarından kuramsal bir barikat oluşturduklarından. Bu kitaplar Berto’nun ait olduğu goşistler grubuyla Marksçı/Leninci/Maocu ideolojinin birliğini temsil eden ve saldırı başlatmaya niyetlendikleri burjuva toplumundan bu grubu ayıran parçalardır) vurgulamak için tercih edilmiştir Bertolucci tarafından.
Matthew’un otel odasındaki halının, yatak örtüsünün renk uyumu (acı yeşiller)- yatağa attığı ceketi bile yeşil- kitapçıkla duvarın renk uyumu gözden kaçmaz ve öyle ki bu renkler tonlar 60’ların modasını yansıtmaktadır.
Üçlünün birlikteliklerinin başlamak zorunda oluşu, Theo’nun Matthew’u arayıp akşam yemeğine davet etmesiyle temellenir.
Filmde ilk aynanın kullanılışı da Theo’nun Matthew’u aradığı sahnedir. Theo telefonla konuşurken (solda) aynadan da Theo’yu görürüz. Kamera Theo’dan sağa doğru pan yapar yavaşça. Soldaki bir kapıdan çıkıp karşıda bir odaya giren annelerini izler ve bir süre genel çekimde holü, salonu görürüz. İkisinin yalnız yaşamadıklarını anladığımız bu karede, dairenin bohem tarzına, uzun lacivert perdelere, tablolara, abajurlara, eski bir Fransız evine dikkat kesiliriz. Kamera ileri doğru kayma yapar yavaşça. Bu çekim salondan Isabelle’ın çıkıp Telefon konuşmasını bitirmiş Theo’ya yürüyüşüyle ve hafif gülümseyişiyle biter(kamera Isabelle’in hareketini izler). Isabelle’in Theo’ya bakışı; acaba bir şey mi planlıyorlar, ne planladılar sorularını düşündürür ve giydiği küçük eteğin renginin perdelere uyumluyken, turuncu gömleği bir o kadar uyumu tamamlayıcıdır. Dikkatleri bakışı ve üstüyle kendine çeker. Benim için bütün bu kare, baştaki ayna görüntüsünü tamamlar. Ailesinin tanıdığı Theo ile Matthew’un ve bizim tanımaya hazırlandığımız başka bir Theo çizilir sanki aynada yarım görüntüsüyle. Aynadaki tam görüntüler, Isabelle ve Theo ile ilgili ayrıntılar, arttığında açık olduğunda gelecek gibidir.
Üçünün eve ilk gittikleri sahne filmde en uzun çekimlerden biridir. Tek seferde çekilen asansör sahnesiyle başlar. Matthew’u asansöre atıp ikisi basamakları üçer üçer koşarak üçüncü kata çıkarlar(ikiye birlik). Bir asansörden bir basamaklardan alınan bu hızlı ritimli çekim hole girişleriyle devam eder ve sürekli hareket eden oyuncularla, hareketli kamerayla mutfağa kadar sürer. Burada girişteki ayna, üçü aynı karede olmasa da, Theo ve Matthew’un olduğu kareye aynadan Isabelle’i de dâhil etme görevini üstlenir. Kamera mutfağa kadar Theo’yu izler sağa doğru kayarak anneyi alır ve kapıdan giren Isabelle ile Matthew’u göreceğimiz açıya geçilene kadar çekim sürmüş olur. Dreamers da en az kamera kadar oyuncular da hareketlidir.
Isabelle’in Matthew’u babasıyla tanıştırdığı yakın çekimlerdeki amaç, ilerleyen sahnelerde ilk banyoda Matthew’un Theo’nun ve Isabelle’in kollarındaki aynı izleri gördüğünde kullanılan yakın çekimlerde de hissedilir.
Isabelle’in Matthew’u babasıyla tanıştırdığı sahnede, Isabelle’in saçlarını babasının kulağına sürtüşü, babasının elini Isabelle’in belinde gezdirişi ve bu görüntü karşısında Matthew’un garipsemiş yüz ifadesi yakın çekim alınmıştır(baş ç.). Burada, izleyici, filmin gidişatı ile ilgili meraklandırılır. Theo ve Isabelle’e duyulan merak artar. Tahminler yapma alternatiflerimiz çoğalır ancak ilerleyen sahnelerde sadece meraklanma amaçlı yapıldığını anlarız.
Akşam yemeğinde beşi ayna masadalarken, şair olan babaları ilham üzerine konuşurken, sıkılmış, sigara içen Theo ve Isabelle’ e odaklanırız; çünkü çerçevede onlar solda, daha öndedirler. Kamera konumuna göre çakmakla oynayan Matthew’a da yoğunlaşırız. Masada adam konuşuyor ama kimse dinlemiyor havası varken, aslında izleyici de pek dinlemez. Çerçevedeki diğer elemenler daha ilgi çekicidir. Mekân, Matthew’un arkasındaki abajur bile, masadaki şarap şişesi, loşluk, Isabelle’in sigara dumanı gibi ve tüm bu elemanlar ortamdaki sıkılmışlığı anlatırken değişen açılara ya da kamera hareketlerine göre sıralanırlar.
Baba Matthew’um çakmakla ne yaptığını sorduğunda karedeki hava değişir. Çekimler daha yakınlaşır. Matthew gördüğü kareler içine çakmağın sığışını- uyuşunu anlatmaya başladığında, çakmakla oynadığı el hareketlerine uygun birleştirilmiş kısa kısa hızlı yakın çekim çakmak görüntüleri oldukça estetiktir. Matthew çakmak üzerinden yola çıkarak düşündüklerini ağırlıklı olarak bu görüntüler üzerine şöyle dile getirir: “…anladım ki bu odada nereye bakarsan bak, bu masaya, üzerindekilere, buzdolabına, bu odaya, burnuna… Dünyanın herhangi bir yerine… Birden bire, şekillerde ve ölçülerde kozmik bir uyum olduğunu anlamaya başlarsın. Sadece neden böyle olduğunu merak etmiştim. Neden böyle olduğunu bilmiyorum. Öyle olduğunu biliyorum.”.
Bu yemek sahnesinde aile içinde Theo ve Isabelle’i görmüş olmamızın yanında, konuşulanlardan anne ve babanın bir yerlere gideceğini anlarız. Ve tabi ki olması gerektiği gibi Matthew’a o gece orda kalması teklif edilir.
Üçünün masada yalnız kaldıklarında Theo’nun Isabelle’in göğsüne yatışıyla başlar ailenin görmediği Theo ve Isabelle karakterlerinin rolleri ve Isabelle’in iyi geceler amaçlı Theo ile Matthew’u dudaklarından öpüşüyle biter, yalnızca bu karede.
Matthew’un Isabelle ile ilgilendiğini bu karede anlarız. Isabelle’in masaya koyduğu mumdan, öperken saçları yandığında ağırdan alınan görüntü sonrası Isabelle’in sorduğu soruya yanıt vermek yerine iyi olup olmadığını sorar.( zaten ilk tanıştıkları gün kalp atışlarının hızını bir nebze âşık oluşuna bağlayarak iç sesiyle bize ipucu vermiştir).
Theo Matthew’u kalacağı odaya götürürken, kamera onları arkalarından izler. İşte tam burada Dreamers’a bir adım daha yaklaşılmış olunur. Dar, kitap, tablo dolu dönemeçli koridorlarda dolanır bir kapıdan başka koridora çıkar, yine dolanır ve belki de Isabelle ile Theo’ya biraz daha yaklaşılmış olunur. Yavaş yavaş içlerine girmeye başlanır ancak alışılmadık tavırları arkasında hala gizemlidirler. Dreamers’ın sonuna kadar açılacak ne kadar kapı olacaktır bu dairede ya da içlerine? Acaba bu ev ne kadar büyüktür? Kaç tane kapı barındırır içinde? Film boyunca ev hakkında ne kadar çok izlenimimi olursa onlara da o kadar yaklaşır gibiyizdir. Filmde, daire gerçek bir karakterdir sanki yaşayan, nefes alan. “U” biçimindedir daire, ortada avlusu vardır ve aslında öyle kalabalık, öyle dağınık, karışık, labirentvaridir ki tam bir kaos yuvasıdır sanki. Ancak film boyunca hiç de rahatsız olmayız bundan. Çünkü her şey garip bir şekilde uyum içerisindedir. Renkler, tablolar, heykeller, kitaplar, abajurlar, aynalar, perdeler… Her ayrıntı düşünülmüştür. Her şey orda olması gerektiği için ordadır. Gerek renk uyumundan gerekse ideolojik simgeselliğinden… Theo’nun odasındaki afişlerden, boş odadaki Delacroix tablosuna, Isabelle’in odasının duvar kâğıtlarına kadar. 68 ruhunu yansıtmak, karakterlerin psikolojileri, ideolojiler, filmin dokunmaya çalıştığı noktalarla ilişkili olarak o dairededirler. İlk gözümüze çarpan, Delacroix’nın; Liberty Leading The People (1830) adlı tablosudur. Matthew kalması için bu tablonun olduğu odaya bırakıldığında, ilk onu görür. Fransız İhtilali’ni konu alan bu tabloda, kadın; özgürlüğü sembolize etmektedir ve diğer insanlardan daha büyük, daha heybetlidir. Özgürlüğü yarı çıplak kadınla simgelediği için eleştiriler almıştır. Theo ile Isabelle de bu kadının kafası-yüzü üzerine bütün dünya için ebedi bir dişiliğin simgesi olan Marilyn Monroe yüzü yapıştırmışlardır. (Kameranın tabloya yaklaşımı ile görürüz).
Evin bu kısımları diğer alanlardan çok farklıdır. Bir yan onlar olan, diğer yan onlar olamayan gibidir. Fakat onlar kim olduklarını ve ne yaptıklarını biliyorlar mıdır acaba?
Gece, banyoya gitmek için kalkan Matthew (tavırlarından anlarız banyo ihtiyacını) yavaşça dar koridorda yürür. Kamera arkasından alır. Tam karşısındaki kapıdan çıkar.. Kamera karanlıkta, kitaplar olan bir raftan sağa doru kayar ve kırmızı ışıklı başka bir koridorda soldaki kapıdan girer. Matthew’un çıktığı koridordan, L şeklindeki koridora bu geçişin başarısı ışık kullanımı ile kamera konum ve hareketleriyle desteklenmiştir. İlk koridorda Matthew’u aşağıdan alan kamera, ikinci koridorda göz seviyesindedir. Matthew banyoyu bulana kadar, “acaba banyo yerine yanlış bir yere mi girecek? Ne ile karşılaşacak? Merakı uyanır. Buraya kadar İkizlerle ilgili garip izlenimler edindiğimizden bunu hissetmeye güdülendik daha filmin başından. Matthew ilk seferinde banyoyu bulur. Ancak, Bertolucci bizi kırmaz ve hissettiğimizi Matthew’un birlikte çıplak uyuyan kardeşleri görüşüyle, bize verir. Dreamars’a doğru bir adım daha…
Isabelle’in Matthew’un gözündeki çapakları yalamasıyla başlayan sahnede ilk oyunlarını oynar gibidirler. 68’lerde film kurtlarının oynadığı bir oyundur bu. İki ya da üç kişi ile oynanan bu oyunda bir filmden replik söylenir ya da bir kare canlandırılır hangi film olduğu bilinmeye çalışılır.
Isabelle perdeyi açar. Duvara dokunur, odadaki eşyalara dokunur. Aralara siyah beyaz filmden kareler girer. 1933 yapımı Rouben Mamoulian’ın Queen Christina’dan Isabelle’in canlandırıldığı sahneler girer. Önce garipseyen Matthew, film kurdu olarak anlar ve filmi bildiğini sahneye eşlik ederek gösterir. Isabelle’den bravo alır. Isabelle onu banyoya çağırır çıkar.
Isabelle’in Matthew’u babasıyla tanıştırdığı sahnedeki yakın çekimlerde hissedilen garip duygulara benzerleri bu banyo sahnesinde de hissedilir. Merak uyandıran bir sahnedir. Theo ve Isabelle’in banyoda birlikte bulunmaları Matthew’a yeterince garip gelirken(yüz ifadesi ve tutuk hareketlerinden) Isabelle’in onun dudaklarına dokunmak istemesi, dokunurkenki garip bakışları ve dudaklarını övüşü ve Matthew’a ruj sürmek istemesi, Theo’nun çırılçıplak küvette duşa hazırlanışı Matthew’u iyice şaşırtır. Bertolucci bu sahnede üçü aynı karede olmasa da, aynaları kullanarak üçünü aynı kareye sokmuştur. Isabelle Matthew’un dudaklarına dokunurken karede sadece ikisi varmış gibi olsa da küvetteki Theo’yu aynadan görürüz.( film boyunca, mümkün olduğunca üç karakterde bir şekilde aynı karede). Bu sahnedeki yakın çekim(baş ç.) e gelince; Theo ve Isabelle’in kollarında aynı lekeden vardır. Ayrı ayrı yakın çekim alınan bu izler hakkında meraklanıyoruz ve Isabelle’in yakın çekim garip bakışları da bu merakımızı arttırır. Doğum lekesi de olabilir, zarar vererek ve belki de zevk alarak bile yapmış olabilirler diye düşündürtür (ben ancak, ikiz olduklarını im). Ailelerinin bir ay olamayacağını söyleyip Matthew’u onlarla kalmaya çağırırlar. Matthew; iki gün önce tanıştık beni tanımıyorsunuz bile diyerek aslında kendi tedirginliğini sözlerle ortaya koymuş olur. Fakat tüm tedirginliğine rağmen kabul eder.
Asıl çekici olan, tuhaf, alışılmadık, gizemli, olan değil midir? Biz film de olacakları merak edip – sonu- isterken Matthew da onları tanımak ve onlara dâhil olmak istemektedir.
Theo’nun odasında, Godard’ın La Chinoise film afişine yaslanmış mektup yazan Matthew’dan sağa doğru pan ile Theo’ya geçer kamera. Isabelle de karşı duvara yaslanmış kitap okumaktadır. Matthew’dan Theo’ya yönelirken kamera, Matthew’un solunda kalan aynada Matthew’u görürüz. Mektup yazan, Theo ve Isabelle’ın henüz tanımadığı Matthew aynadaki, bir de odada onlarla olan Matthew…
Theo Chaplin ve Keaten’ı kıyaslayan bir yazı okur. (Janis Joplin çalmaktadır). Matthew Keaten’ın Theo Chaplin’in daha iyi olduğunu savunurken. Aralara siyah beyaz (1929- The Cameraman) ve (1931- City Ligths) fillerinden kareler girer.(Chaplin’in eli ağzında görüntüsünden Matthew1a geçildiğinde Matthew’un da elinin aynı şekilde ağzında oluşunu sevdim). Tartışama hararetlendiğinde Isabelle aynı şarkıyı tekrar çalmaya başlar ama Theo bunu istemez. Isabelle ısrarla çalınca bu sefer ikisi boğuşarak kavgaya başlarlar. Isabelle Matthew’dan dansın deli ettiği bir film söylemesini ister. Bilemeze kaybedecek olan Matthew; Top Hot (1935-Mark Sandrich). Fred Astaire, Ginger Rogers’ın odasının üstünde dans eder. G.Rogers uyandırıldığı için deli olur. Bu filmden sahneleri de görürüz.
Bu cevap karşısında Isabelle ve Theo’nun şaşkın ve hayran bakışları yakın çekim alınmıştır. Sonunda Godard’ın Bande a Part (1964) filmindeki Louvre’a kadar dünya rekorunu kırma sahnesini canlandırıp, oradaki rekoru kırabilirler.
Bertolucci, o filmdeki sahnenin aynısını çekmiştir. Tek fark Dreamers karakterlerinin 17 sn ile Godard’daki 9dk 45snlik rekorlarını kırmalarıdır. Top Hot cevabı Matthew’u onlara dâhil etmiştir. Theo ve Isabelle de aradıklarını bulmuşlardır. Üçlü bu mutluluklarını, 1932 yapımı Tod Browning’e ait Freaks filmi diyalogları eşliğinde; “onu kabul ediyoruz bizden birisin”cümlesini tekrarlayarak sarmaş dolaş dile getiriler ve tabi ki o filmden kareleri Hilkat Garibelerini görürüz.
Godard’ın Bande a Part’ı Bertolucci’nin en sevdiği filmlerinden birisidir. Dreamers’taki karakterleriyle bir şekilde Godard’ı yüceltip, filmlerini kültleştirmekle birlikte belki de kendini yakın hissettiği akıma bırakıyor, 30’lardaki sinemaya hayran olduğundan o dönem filmleriyle de Dreamers’ı süsleyerek eğlenip, oyun oynuyor Bertolucci ustaca.
Oynadıkları oyundaki diğer film Blondie Venüs’tür (1932). Isabelle başına bağladığı beyaz püsküller ve beyaz tulumu içinde elinde ucu tüylü sopayla, poposunu öne arkaya hareket ettirerek dans ederek yürür. Arada filmden dans eden kadınların olduğu siyah beyaz kareler görürüz. Isabelle Matthew’a yardım etmesini yasaklar ve Theo’ya verdiği tek ipucu “pom pom pompompom dürüttürürüüü pom pom pom” ritimleriyken Theo’nun bilmesini ister. Theo pes eder ve Isabelle sadistçe ve donuk bir ifadeyle filmi söyler. Bu sırada filmin orijinalinde gorilin içindeki Marlene Dietrich çıkar. Isabelle Theo’ya ceza olarak
kapının arkasındaki Der Blaue Engel (1930) Marlene Dietrich posterine bakarak kimse yokmuş gibi mastürbasyon yapmasını ister. Cezayı verirken Isabelle’in her zamanki gibi deyişinden Theo’nun bunu yaptığını bildiğini anlarız ve sırf bu cezayı verebilmek için Marlene Dietrich filmi seçerek ipucu vermeyerek kaybetmesini sağlamıştır. Theo cezayı yerine getirir ancak bu sahnede gördüklerimiz yeni yakınlaşan üçlüdeki çatırdama başlangıcı gibidir. Yakın çekimlerle gerilen, donuk, anlaşılmaz ifadelerle görüyoruz karakterleri. Sanki ‘68 ruhu ötesinde, herkesin kendi içinde, kendi aynasında yaşadıkları vardır ve tüm beraberliğe rağmen insanoğlu kendini üstün hissetmekten alınan zevkten, çelişmekten, intikam hırsından, ait olma arzusundan ama teklikten sıyrılamaz ne yazık ki.
Theo ve Matthew’un cafede karşılıklı oturdukları sahne üst açıdan Matthew’un görülmesiyle bitmiştir. Matthew’un “Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını biliyorum. Çıtalar yükseldi.” Cümlesi üzerine bu sahneden Matthew ile Isabelle’in tavla oynadığı sahneye üst açıyla başlanarak bir önceki görüntüyle uyum sağlanmıştır.
Theo ikisinin başında ayakta dikilir ve Matthew’un bir süredir Isabelle ve Theo arasında ateşkes var dediği anda Theo boğazını tutarak boğulma numarası yaparak kendini yere atar. Theo “Hangi film”. Araya canlandırdığı Scarface (1932-Howard Hawks) filminden sahneler girer. Theo’nun verdiği tek ipucu çarmıhın cinayet yerini işaret ettiği film demesidir. Sırf intikamını alabilmek için ceza vermek uğruna süre bile tanımaz. Matthew’uda dâhil etmiştir oyuna ve tabii ki bilemezler. Önceden planlandığı belli olan bu oyunda cezada önceden planlanmış gibidir. Matthew ve Isabelle’in onun önünde birlikte olmalarını ister. Theo bir birleşme diğerine ilham verir diyerek Delacroix’nin önünde olmasını ister. Matthew şarabı kafasına diker. Matthew’un konuşmasına izin vermezler. Isabelle önce reddeder sonra, kalkıp Charles Tirenet açar ve La Mer eşliğinde nahifçe dans ederek soyunmaya başlar. Matthew’un dairedeki tüm kaçışlarına rağmen Delacroix’nın önünde olmasa da mutfakta yerde birlikte olurlar. Dış dünyadan sirenler camı deler Isabelle artık bakire değildir.
Başka bir boyuta geçen üçlü arasında ikiye bir oranı yeniden doğmuş gibidir ancak birlik kısımdaki Matthew değil Theo’dur. Isabelle’in üstte olduğu pozisyonda sevişmeleriyle başlayan sahnede görebiliriz bunu. Yataktadırlar, kamera yerden yatağa çıkar. Yataktan sağa doğru çevrinerek camdan karşıdaki camı açıp ikisinin bulunduğu odaya bakan Theo’yu da görmemizi sağlar (üçü aynı karede). Diyaloglarından bir süredir oranın bu şekilde olduğunu anlarız.
Avludan Theo’nun odasının camına yaklaşan kamera hareketiyle Theo’nun cama çıkışını ve hoşnutsuz bakışlarını görürüz.
Matthew ve Isabelle camın önünde konuşurken, Theo’yu da camdan görebiliriz. Camının önündeki parmaklıklara oturur, odayı izler hatta kitap okur.
İlgimi çeken diğer geçiş bu sahnededir. Matthew yiyecek almaya mutfağa giderken kamera koridorda ilerleyen Matthew’u müzik eşliğinde arkasından izler. Matthew’un önden alındığı karede kameraya doğru yürüyüşünde elinde balla odaya dönmekte olduğunu iki üç saniye sonra fark ederiz. Döndüğünde uyuyan Isabelle’in yanında Theo yatmaktadır.(Theo’nun camdan odayı neden izlediğini anlamış oluruz. Matthew’un çıkmasını beklemiştir.) Matthew Theo’ya kendisini ikisinin birer parçası olarak hissetmesini sağladıklarına minnettar olduğunu söyler. Theo’nun cevabı, onu sevmesine rağmen, bunun hep üçünün birlikte olacakları anlamına gelmediğidir. Isabelle’le ikiz olduklarını hatırlatır. Theo’nun tavır ve yüz ifadelerinden verdiği cezadan pişmanlığını sezinleriz.
Tıp fakültesi bahçesi. Kalabalık var, duvarlarda yazılar… Kamera vincin üzerindedir ve mekânı aldıktan sonra aşağıya inip karakterlere (yürürler) yaklaşır. Kameraman vinçten çıkıp yürümeye başlar, karakterlerle birlikte steadicam hareketlerine dönüşür. Bu sahne Theo’ya bir kız arkadaşının Nepal’dan hediye olarak ot verişiyle biter. Kız onu aramasını söyler. Ayrıca bu sahnede Theo’nun artık hiç okula gitmediğini anlamış oluruz.
Artık hiç dışarı çıkmayan Matthew’un tabiriyle (denize doğru yol alıyor ve dünyayı arkalarında bırakıyorlar.) Dreamer’s kahramanları birlikte banyodadırlar. Theo ve Matthew küvette karşılıklı otururlar. Isabelle banyodaki küllükleri boşaltır. Küvette ot içerler.(Theo Matthew’a shot yapar) Küvette müzikten tartışmaya başlarlar. Theo’ya göre Clapton, Matthew’a göre Hendrix daha iyidir. Askerlik, savaş ve Vietnam üzerine tartışırlar. Dâhil olamadıkları dünya hakkında ayrı görüş noktalarına sahip olarak tartıştıkları uyuşturucu, politika, felsefe, rock’n roll kokan bu sahnede tabii ki sinemayı es geçmezler. Theo ve Matthew sinemadan konuşurken, küvetin hemen paralelindeki üç ayrı parçalı aynada solundaki parçada Matthew, sağdakinde Theo gözükmektedir ortadaki parça boştur. Kamera açısı değişse de karede yalnız Matthew ya da Theo olsa da aynadan bir diğerini görebiliyoruz. Theo ve Matthew’un çatışması iyice su üstüne çıkar. (Theo ile Matthew’un çatışması, Theo’nun babası ile olan çatışmasına benzer. Matthew olayların tartışılarak, fikir düzeyinde çözülmesinden yanadır şiddete karşıdır. Theo içinde buna inansa da Paris’teki atmosferden dolayı arada kalmıştır. Theo’nun Matthew’la artan çatışması onu sokaklara yöneltecektir.)
Matthew elinde köpük yumağı ile oynarken bir film yapımcısının röntgenci gibi olduğunu okuduğunu söyler. Köpüğü üfler ve delik açar. Ebeveynlerinin odalarının anahtar deliği gibi olduğunu söyler. “… Eğer onları gözetlersen iğrençsindir ve kendini suçlu hissedersin fakat kendini durduramazsın(konuşmaya açtığı delikten bakarak devam eder) bu, filmleri suç, yönetmenleri de suçlu yapar.” Kamera biraz üstten tüm küveti alır ve sol aynada Matthew sağda Theo görünür ortadaki ayna boştur. “… yasa dışı gibi” Orta aynadan Isabelle’in küvete geldiğini görürüz. Küvete girer ve aynada yerini alır üç farklı insan aynı küvettedir. Üçü birlikte ot içer. Jimi Hendrix’ten “Hey Joe” ile yükselirler. (kamera üst açı ile alır) Beklide hepsi paylarına düşen aynadakiyle konuşmaktadırlar sustuklarında. Küvet ruhlarını birbirlerine bağlayabilir mi ki? Yakın olmayı ne kadar istersek isteyelim, sonuçta her zaman tek başımıza değil miyiz?
Uyurlar…
Bu sahne uyandıktan sonra tartışmalarıyla sona erer.
Isabelle ve Theo kardeşler ve gerçek, ensestten farklı olamaz. Başka bir şeye ihtiyaçları vardı bu dairede olacakları kimse önceden tahmin edemezdi. Bu olağan sürprizler gibiydi ilişkileri güçlendikçe üç gencin küvette beraber yıkandıklarını da gördük. Köpüklerle oynuyorlar, bir şekilde ilkelleşip çocuklaşıyorlar. Isabelle ve Theo her gün birlikte uyuyorlar aralarında en saf olan Matthew bile gerçekte neler olduğunu anlayabilir duruma geliyor bu sahnede. Theo’nun ve Isabelle’in oyunlar oynayarak büyüyemeyeceklerini anlıyor bebekten yaptıkları gibi. Bu çocukça yaşamdan vazgeçmeliler. Bu şekilde onlarla birlikte olamaz. Bu nedenle büyümek için ayrılmalılar. İkizlerin ayrılması gerekir.
Francoise Hardy o zamanların en popüler şarkısına başladığında, dönemin en geleneksel çiftini canlandırmak üzere Matthew’un yanına cafeye girer Isabelle(kırmızı elbisesi ile-bir duvar sırf aynadır) Onu bekleyen Matthew’un karşısına oturur. Tek bardaktan iki kamışla içerler içeceği ve görüntüde iki kamış daire içine alınır. Sinemaya gidip ilk kez en öne oturmaz en arkaya oturup öpüşerek geleneksel çift rollerini tamamlarlar. Eve sarmaş dolaş dönüşlerinde, dış dünyayla karşılaşırlar dükkândaki televizyonda. Paris’in her yanındaki ayaklanmalar haber edilmektedir. Isabelle televizyon izlememenin saflık olduğunu iddia ederek orada kalmak istemez. Fakat arkalarını döndüklerinde elektrik direği boyunca dağ olmuş eylem parçalarına takılıp gerçekten kaçamazlar.
En son Isabelle’in odasını gördüğümüz Dreamers’ta, en son onun iç dünyasına girmiş oluruz. Odayı ağır dolanan kamera, evin tüm odalarından farklı bir oda, farklı bir dünya sunar bize. Düzenli, duvarlar tablolu, çiçekli, aynalı… Uzunca bir süre odada Matthew’un varlığını göz ardı etmeden gezinen kamera çarpıcı bir görüntü ile sabitlenir. Holde ışık olmadığından, arkası simsiyah olan Isabelle dirseklerine kadar siyah eldivenleri çekmiş, üstü çıplak, altında beyaz uzun bez bağlanmış- Venüs De Milo- olarak karşımıza çıkmıştır. Matthew’a hangi heykel olduğunu sorar ve Matthew bilir. Matthew ona oral seks yaparken, Isabelle kolları olmadığını ve bu nedenle onu durduramayacağını söyleyerek eğlenirken- Theo’nun odasından duyulan La Mer şarkısı ve eve girdiklerinde fark ettikleri kızın kahkahalarıyla istemsiz olarak onu durdurur. Ağlamaya başlar Matthew’u kovar. Ortak kapılarına vurarak Theo’ya kapıyı açması için yalvarır.
Filmde en sevdiğim sahnelerden biridir bu. Bertolucci görselliği düşünerek oldukça estetik bir sahne yaratmıştır. Dekorla Venüs De Milo uyumu, tek aynada üç Isabelle görülmesi (Matthew ve Isabelle – Theo ile Isabelle – Isabelle) hepsi bir bütün oluşturuyor ve filmdeki bir karakteri ilk kez bu kadar içsel yönden gösteren sahneyi bize izletiyor. Theo’nun içerideki kızı Matthew ile dışarı çıkan Isabelle’in inadına eve getirdiği, Isabelle’in yalvarışlarına kulak asmayışından anlaşılmaktadır. Her ikisinin de normal olmayan ve çatırdayan psikolojileri sahneyi sarar.
Gece. Işıklar kapalı. Abajurlar kısık Isabelle’in odası. Tek başına, yüz üstü uyumaktadır.
Theo’nun devrim bir gala yemeği değildir cümlesiyle Isabelle’in bu görüntüsünden Theo’nun odasındaki Julliete Berto’nun (La Chinoise) posterine geçilir. Kamera aşağı iner görüntüye Theo’yu alır, kitap okumaktadır “Bir kitap gibi bir resim gibi yaratılmaz böyle sessizlik, zarafet ya da tatlılık, cana yakınlık, nezaket, baskı ya da cömertlikle açıklanamaz. Devrim bir isyandır, şiddetli bir harekettir.” Theo’yu daha uzaktan görürüz postere yaslanmıştır “bir sınıfın diğerini devirmesidir.” Bu cümle üstüne şınav çeken Matthew’u görürüz. Dar koridor sonundaki odasının kapısından beline kadar gözükür ve sadece o aydınlıktır. Ardından üstten genel ve yakın çekim ile sigara içip düşünen Isabelle kendi odasında görünür.(Isabelle’in üstündekilerden zamanın geçtiğini anlıyoruz.) Film boyunca karakterleri ayrı ayrı odalarında ilk kez gördüğümüz saniyelerdir bunlar. Birbirilerinin sınırlarını ve kendi sınırlarını zorladıkları özgürlüğün keşfine çıktıkları farkında olmadan birbirleriyle çekişip rakipleştikleri, noktaları toplar bu görüntüler.
Theo ve Matthew loş ışıkta, Theo’nun babasının mahzeninden aldığı şarapları içerek sohbet ederler. Çerçevelerin iyi düşünüldüğü fakat diyalogların ağır bastığı, diyalogların önemli olduğu bu sahnede Theo kırmızı kitapçıklardan bahseder. “… neden Mao’yu büyük bir yönetmen yada milyonları yöneten bir film yapımcısı olarak görmüyorsun. Ellerinde küçük kırmızı kitaplar olan ve gerçeğe doğru yönelen milyonlarca kızıl gardiyan. Kitaplarla, silahla değil kültürle, şiddetle değil ne kadar güzel epik bir film olabileceğini görmüyor musun” Matthew “ sanırım ama silahlar değil kitaplar demek kolaydır fakat bu doğru değil. Kitaplar değil, kitap. Yalnızca kitap.” Theo kesmesini ister “babam gibi konuşuyorsun.” Matthew “hayır beni dinle. Övdüğün kızıl gardiyanların hepsi aynı kitabı taşıyorlar ve hepsi aynı şarkıyı söylüyorlar, aynı sloganı söylüyorlar. Bu epik filmde… Herkes fazla. Bunu söylediğim için üzgünüm ama bu benim için çelişki.” Theo nedenini sorar. Matthew “ çünkü eğer söylediklerine gerçekten inansaydın orada olurdun. Dışarıda, sokaklarda. Dışarıda bir şeyler oluyor, önemli bir şeyler, bir şeyleri değiştirecek şeyler. Bunu ben bile anladım ama sen orada değilsin. Burada benimlesin ve pahalı şaraplar içip, filmlerden ve Mao’dan bahsediyorsun. Neden?” Theo kızar sinirlenir. Matthew susmaz ısrarla neden diye sormaya devam eder. Theo gırtlağına yapıştığında bile Matthew konuşmaya devam eder “çünkü gerçekten inandığını düşünmüyorum. Bence bir heykel alıp posterler asıyorsun ama sen beraber kelimesini duyduğunda milyonlar yerine ikiyi duymayı tercih ediyorsun.” Isabelle tartışmalarını böler, Matthew konuşmasını “yada üç” diyerek bitirir. Theo konuşmasının başında fikirlerden ve kültürden bahsederken Matthew’un söyledikleri üzerine içindeki çelişkileri kabullenmediği için söz yerine şiddete başvurur ve Matthew’un gırtlağını sıkar Matthew’un fikirlere ne kadar önem verdiği de bu sahnede Theo’ya şiddetle değil konuşarak karşılık vermesinden anlayabiliyoruz. Her kavgalarının sonunda olduğu gibi hiçbir şey olmamış gibi davranırlar.
Üçü Isabelle’in salonda yapmış olduğu çadırda yatmaktadırlar. Isabelle Theo’yu uyandırmaya çalışıp, onu sevdiğini söylemesini, ikisinin sonsuza kadar olacağını duymak istemesi ve Theo ve Matthew’un politik tartışmalarına katılmaması, Isabelle’in Theo’dan daha farklı bir içsel yolculuğa yöneldiğini ortaya koyuyor.
Çadırda uyudukları gecenin sabahında, eve gelen anne babanın çocuklarını çırıl çıplak gördüklerinde hissettiklerini daireden çıkıp asansöre inişlerinde verilmektedir. Araya giren zemin karartıları hızlı iniş müzikle destekleniyor ve baş döndürücü bir görüntü izleniyor. Isabelle babasının bıraktığı çeki gördüğünde ailesini kendilerini o halde gördüklerinde anladığında hissettiklerini ise, en iyi; balkon kapısının önünde çömeldiğinde hortuma bakışlarında görüyoruz. Kalkıp hortumu gaz borusuna takışında ne hissettiği hissediliyor hortumu çadıra ağır ağır adımlarına uygun yere bırakışında da hissediyoruz. İşte bu sırada 1966 yapımı Mouchette filminden sahneler girer araya. Isabelle çadırda Theo ve Matthew’un arasında ağlar. Aslında Mouchette filminden bu alıntılar neler olduğunu anlatır.. Hepimiz olgunlaşmadan yok olan, var oluşun sefaletinden kurtulmaya çalışan, acıyı dile getirmekten aciz, kendi kişisel cehennemimize çekilmiş birer Mouchette’iz. Salonda sadece gaz sesi varken birden sokaktan evin camına tuğla atılır. Üçü de kırılan cam sesiyle uyanır. Isabelle panikle hortumu kaldırır.
Sokağa, sokaklara diye bağıran insanlara karışırlar birden. Matthew şaşkındır, bağırmaz. Isabelle Theo’ya bakarak gülerek bağırır ve iş, Theo’nun polislere Molotof kokteyli atmasına uzanınca kırılma noktasına gelinir. Silahlar değil kitaplar diyen Theo bir kez daha kendisiyle çelişerek Matthew’un tüm ısrarlarına, Matthew’un o cümleleri hatırlatmalarına rağmen yapacağından vazgeçmez. Isabelle’i alır kalabalık içinde polislere ilerlerler. Matthew görmek istemezce tiksinirce arkalarından bakar (bir ara gözleri kapalı görürüz) Matthew ikisinin tam tersi yönde kalabalığın içinde yürüyerek kaybolur ve atılan Molotof kokteylleriyle polisler harekete geçip kalabalık üzerine (kameraya doğru) koşmaya başlarlar. Görüntü ağırlaşır ve geriye Edith Piaf eşliğinde boş, yanan, parçalanmış sokak görüntüsü kalır filmin sonunda elimize.
Dönemin müzikleriyle; Jimi Hendrix, The Doors, Bob Dylan, Janis Joplin, Charles Trenet, Edith Piaf, Steve Miller gibi bezenmiş bu filmde her kareyi özenle bezemiştir Bertolucci. Hareketli kamerasını ustaca kullanmış, farklı zevkli geçişlerle, görüntülere ve anlatılmak istenene uygun diyaloglarla, aynalarıyla, gölgeleriyle, loş ışıklarıyla, turuncusuyla, yeşiliyle, alıntılarıyla, en az kamerası kadar hareketli oyuncularıyla ve organikleşen daireyle yaşatmıştır 68 ruhunu The Dreamers’da.