Toprak Vatanım, Nev-i Beşer Milletim: Tevfik Fikret*
“Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer.”
“Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak! Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak Bugün ki mi’deler kavi, bugün ki çorbalar sıcak, Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin; bu haykıran sofra sizin; Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Mehmet Tevfik, 24 Aralık 1867’de, Kadırga’da dünyaya gelir. Mezarını hiç göremediği babası, sürgüne gönderildiği Arap ülkesinde, annesi ise gittiği hac yolculuğunda ölüme yenik düşecektir. Öğrenimini şimdiki Galatasaray Lisesi olan Mekteb-i Sultani’de devam ettirecek ve daha sonraki zamanlarda orada öğretmenlik yapacaktır. O zamanlar aydınlar üzerindeki baskılar sebebiyle siyasetten tamamen uzak, sadece edebiyatla uğraşan insanların yer aldığı bir yayın organı olarak görünen Servet-i Fünun’a yönetici olarak atanan Tevfik Fikret, göstermiştir ki, Servet-i Fünun, aslında vatansever, hürriyetçi bir topluluğun yayınıdır. Aslen Tevfik Fikret’ten önce bu dergi, adından da anlaşılacağı üzere “fen” konularını ele alan bir dergiyken, Tevfik Fikret’ten sonra, alanını edebiyata çevirmiştir. Sonradır ki, Servet-i Fünun, Tevfik Fikret’le beraber, en önemli edebiyat akımlarından birini canlandıracaktır. Bu akıma göre, divan edebiyatı-aruz vezni, Batılılaştırılarak, yenilikçi bir tarz edinilmiştir.
Divan edebiyatındaki katı kuralları kaldırıp, kafiyenin kulak için olması gerektiğini söylemiş ve cümlelerin istendiği yerde bitirilebileceği tarzı benimsemişlerdir.
Tevfik Fikret, Rubab-ı Şikeste eserinden sonra, arkadaş ve dergi çevresinde yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı Servet-i Fünun görevinden de istifa eder ve Robert Koleji’nde öğretmenliğe başlar ki, ölene dek bu işi yapacaktır.
ESERLERİ:
Rübab-ı Şikeste (1900-1984)
Haluk’un Defteri (1911-1984)
Rübabın Cevabı (1911-1945)
Şermin (1914-1983)
Tarih-i Kadim (1905)
Son Şiirler (1952. Yay. Haz. Cevdet Kudret)
SEÇMELER
Promete
Kalbinde her dakika şu ulvi hasretin Ateşten gagasını duy, daima düşün:
Onlar niçin semâda, niçin ben yalnız ağlayım? Yükselmek gökyüzüne ve gülmek ne tatlı şey! Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa…
Ey, Refah ve nûra hasret geleceği milletin, Meçhul elektrikçisi düşünce dünyasının Yüklen getir -ne varsa- biraz miskinlik gideren, Bir parça rûhu, benliği, idari besleyen,
Coşturan meyvelerini; boş durmasın elin, Gör daima önünde eskimiş masalların Gökten ateşin dehâsını çalan kahramanını.. Varsın bulunmasın bilecek nâm ve şânını…” Haluk’un İnancı
Bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak, kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.
Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim, ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var; dünya dönecek cennete insanla, inandım.
Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak, ben buna Tevrat’la, İncil’le, Kuran’la inandım.
Tekmil insanlar kardeşi birbirinin… Bir hayal bu! Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.
İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi, bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.
Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.
Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.
Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı, patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.
Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.
Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın, bilim gücüyle olacak ne olacaksa… İnandım.
Molla Sırat’a:
Paraya hiç dayanmayan bir şairmişim Zangoçluk edermişim Protestanlara gider Size edebi saygılarımı sunarım efendim Yani yıldızlı bir kursunun üstadına Bilgin şairine yani İslam dininin
Molla Sırat hazretlerine yani Lütfen bize ne güzel Zangoçluğu yakıştırıvermişler
Ama aldanmış olmayasın sakın üstadım Müslüman oğluyum ne de olsa
Sen o güzel dini anlatma bana
O dinden senin kadar ben de anlarım Ben de okudum o Tanrı kitabını
Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim Ben de dolaştım sizin gibi cami cami Tanrı önünde ben de oldum iki kat Açılırdı hayalimde cennet yolu
Dolardı yüreğime cehennem korkusu Ulu Tuba’ya ben de tırmandım
Ben de çıktım melekler katına Ezanı duydum mu bayılırdım Nasıl koşardım o ‘Tanrı’ sesine! Ben de tesbih çektim, dua ettim Ben de namaz kıldım oruç tuttum, Hepsini yaptım halt ettim!
Çünkü ne dendiyse inanmıştım Kanmıştım senin kandıklarına Bağlanmıştım körü körüne Canımı adamıştım dinime canımı.
Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de. Ama onlar bu gün çok uzaklarda Anladım ben asıl gerçek nerde Anladım Hanya’yı konyayı
Bizi hakka götüren yol başka Senin su saydıkların var ya hani Su şaşılacak şeyler hani doğaüstü
Onlar hep masal hep kafadan atma Buğun hiç durmadan arıyor insan Gitgide görüyor işin içyüzünü de Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği İsa ile Musa, aldatılan ve aldatan
O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık Beserin böyle delaletleri var
putunu kendi yapar kendi tapar Git ara kiliseyi, dolaş Kabeci Can sesini duy, tekbiri dinle
Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani Ortada bir tek şey göreme
Şeytanı da düzme, Allah’ı gibi
Buda’sı düzme, Ehrimen’i düzme, Yezdan’ı düzmece Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu
Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler… Sonra baktım bir karanlık uçurum Haydi dön geri, dön geri, dön, oğlum! Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim.
Simdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım.
Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım Yaradılışın kuluyum ben artık
Ben yaradılışın kulu
Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler İşte onlara orda vicdanım secde eder İşte benim bundan böyle tapınmam bu
İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim
Ayırt edemem kendimi bir kayadan Tapınmakta biraz minnacık bir kuşla Bir ishal kuşu da, la il ilahe illallah der Ben de la ilahe illallah derim
Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma
Ve sonra bir şaire zangoç dememek İşte buyuran bunlar benim vicdanıma Benim ayinim düşünüp yapmaktır Benim dinim insan gibi yaşamaktır
İnanmışım: Taparım ben varlığa Her kanat bana bir melek sesi getirir Ne işim var peygamberle benim Beni Hakka bir örümcek götürür Kitabım işte yeryüzü kitabı Bendedir iyilik, kötülük tohumu Varırım hep böyle ta mezara dek
Yeniden dirilmek bizim nemize gerek Taşır insanların hem aşkını, hem acısını Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek
İnsan gibi yaşamaktır buğun gerçek din İnsan gibi yaşamak…