V For Vendetta’nın Çağrışımları – Onur Keşaplı

V For Vendetta’nın Çağrışımları*

Son yıllarda beyazperdede çizgi roman uyarlamalarının altın çağına tanık olmaktayız. Fakat sayısız film arasında pek azı nitelikli birer yapım olarak  ortaya konabildi. Christopher Nolan’ın Batman’ini ve Bryan Singer’in X-Men serisini bu grupta sayabiliriz. Ancak yine de hiçbirinde politik bir duruşu, eleştirel hatta yıkıcı mesajları 2006 yapımı V for Vendetta’da olduğu kadar göremeyiz. 1980lerde çizgi roman dünyasına daha önce Watchmen gibi sarsıcı eserler getiren ünlü yazar Alan Moore’un yarattığı V for Vendetta, korkunun toplumsal boyutunu ele alan ve iktidarlarca nasıl kullanılabileceğini ortaya  koyan temasıyla her daim güncel kalan bir yapıttır. Matrix’in yaratıcıları Wachowski Kardeşlerin yapımcılığında yönetmen James McTeigue  tarafından beyazperdeye aktarılan film de tıpkı çizgi romandaki gibi sarsıcı bir etki bırakmıştır izleyicide.

80li yılların İngiltere’si aşırı muhafazakâr ve neo-liberal Margaret Thatcher yönetiminde baskıcı bir şekilde yönetilmekteydi. Alan Moore’un V for Vendetta’sı “Demir Leydi” lakaplı Thatcher’a, uygulamalarına ve farklı zaman ve  yerlerdeki  türevlerine  karşı  yazılmış  bir  çizgi  romandır, bir duruştur. Çok uzak olmayan bir gelecekte Nükleer Savaş sonrası İngiltere’si faşist bir iktidarca yönetilmektedir. Toplumsal korkuyu pekiştirerek iktidarını güçlendiren bu yönetim işkenceler, toplama kampları gibi yöntemlerle halkı yıldırmakta ve gizli kalması gereken deneysel uygulamalarını rahatça yürütebilmektedir. Bu kampların birinde tutulan ve biyolojik deneylere maruz kalan siyasi suçlular, eşcinseller, Yahudiler, Müslümanlar ve İngiliz olmayanlar arasında sadece 5(V) numaralı hücredeki mahkûm hayatta kalabilme direncini gösterir. Tıbbi deneyler sonucunda vücut direnci artan ve refleksleri yükselen mahkûm V, tesislerde meydana gelen büyük bir patlama sonrasında oradan yanmış bir şekilde kurtulur. Sonrasında ise kendisine ve halka tüm bu işkenceleri yapan, özgürlükleri kısıtlayan Sutler iktidarına karşı Guy Fawkes maskesi altında saldırılar düzenleyen, anarşist ruhlu bir devrimci ve halkın korkusunu kırmayı hedefleyen bir kahraman olarak mücadelesine başlar. Alan Moore’un yarattığı bu eşsiz politik hikâyedeki kahraman V’nin kostümü olan Guy Fawkes’ı filmde de istediği şekilde öğrenmemizin önemi büyük. 1605 yılında aşırı muhafazakâr Protestan yönetim altındaki İngiltere Krallığı, başta Katolikler olmak üzere başka inançtakilere kısacası tüm “öteki”lere karşı baskıcı bir süreç yaşatmaktadır. Böyle bir süreçte kendisi gibi Katolik olan 12 kişiyle birlikte Guy Fawkes 5 Kasım’da tüm idarenin ve aristokrat sınıfın yer aldığı bir geceye ev sahipliği yapacak olan Parlamento Binası’nı havaya uçurmaya karar verir. Ekiplerinden birinin saray çevresine “Barut Olayı”nı sızdırmasıyla birlikte Guy Fawkes eylemi yapmak üzereyken mahzenlerde yakalanır ve halkın önünde inanılmaz işkenceler sonucunda idam edilir. Alan Moore iki dönem arasında benzerlikleri ele alarak yarattığı gelecekte, karakterine Fawkes’ın gülümseyen yüzünün işlendiği maskeyi giydirerek İngiliz monarşisinin, Thatcher’in ve filmdeki Sutler’ın halkta yarattıkları korkuya karşı, İngiliz İmparatorluğu’nun 1605’ten beri en çok korktuğu simgeyi kullanmaktadır.

James  McTeigue’nin  yönettiği  film  işte  bu  cesur  hikâyenin beyazperdeye aktarılmasıdır. Filmde V’yi maske altında sadece sesi ve vücut diliyle canlandıran Hugo Weaving, Matrix serisinin en iyi oyunculuğunu Ajan Smith’le ortaya koyduktan sonra bir kez daha yeteneğini konuşturuyor. V’nin en büyük destekçisi, kimine göre aşkı ve korkuyla yüzleşip onu yenme konusunda ilk “öğrencisi-deneyi” Evey rolünde Leon’un Mathilda’sıyla başarılı bir çıkışla birlikte genç kuşağın en iyi oyuncularından biri olan Natalie Portman’ı izliyoruz. İki başrol oyuncusunun etkileyici performanslarıyla birlikte, müzik kullanımı, çizgi romandan gelen derinlikli diyalogları ve güçlü görsel yapısıyla yönetmen, Alan Moore’un geleceğini inandırıcı bir şekilde izleyiciye sunmakta. V’nin entelektüel hatta sanatçı alt yapısını da incelikle bir şekilde görmekteyiz filmde. Shakespeare’in Macbeth’i ve 12. Gece adlı yapıtlarının yanında Faust’tan alıntıları dinledikçe V’nin çok katmanlı yapısını daha yakından tanıyoruz. Bununla birlikte özellikle çizgi romanı takip edenler için en önemli mekân olan V’nin evi yani “Gölge Galerisi” tüm kitaplığı, sanat eserleri, müzik kutusuyla başarılı bir şekilde aktarılmıştır perdeye. Filmde aksiyon Matrix’in yaratıcılarından beklenilmeyecek derecede az olmasına rağmen görsel efektlerle beraber ortalamanın çok ötesindedir. Filmde faşist hükümetin sokağa çıkma yasakları, gizli polisi, telefonların dinlenmesi, rasgele tutuklamalar gibi uygulamaları görüyoruz. Halk tüm bunlara sesini çıkarmadan harfi harfine uymaktadır. Halkın korkuyla sinmişliğinin nedeni olan Sutler’ı ve kabinesini gördüğümüz sahnelerin planları başarılı. Dev bir ekrandan birkaç kişiden oluşan kabinesine konuşan liderin sadece halkının değil kabinesinin bile tepesinde olduğunu görüyoruz. Bu roldeki usta oyuncu John Hurt ses tonlaması ve mimikleriyle “Büyük Birader”in müthiş bir portresi adeta. Medyayı da tümüyle kendine bağlı kılan hükümetin yalan haberlerinin gücünü V’nin  saldırılarını halka sunuş biçimlerinde açık açık görmekteyiz. V’nin tüm amacı toplumun korkusunu yıkıp özgürlük düşüncesi altında harekete geçmeleridir. Bu uğurda şiddet uygulamaktan da çekinmez. “Şiddet iyi amaçlar için de kullanılabilir” sözüyle hareket eden kahraman kimilerine göre filmde şiddeti meşru kıldığı şeklinde eleştirilmiştir. Ancak çizgi romanın takipçilerine göre V beyazperdeye oldukça şiddetsiz aktarılmıştır. V filmin başında Evey’i iktidar polisinin saldırısından kurtardıktan sonra ilk büyük saldırılarını gerçekleştirir ve sonrasında Evey’le bir kez daha karşılaşmalarına yol açacak TV merkezi baskınında yayını ele geçirip halka seslenişini yapar. Guy Fawkes maskeli birini devlet televizyonunda gören halka hitaben V, 5 Kasım 1605’teki engellenen saldırıyı hatırlatır. Ve bu baskıcı hükümete karşı tam bir yıl sonra yapacağı saldırıyı yani Parlamento Binasını havaya uçurma planını halka açıklar. Şuana kadar suskun olmalarının, korkar olmalarının haklı olduğunu ancak bu durumunda sorumlusunun halkın ta kendisi olduğunu söyler. İşte bu durumu değiştirmek, sindirilmişliği atmak ve özgürlük fikriyle hareket etmek isteyen herkesi bir yıl sonraki büyük saldırısında orada olmaya davet eder. Evey bu mücadelede O’nun bir nevi yoldaşı olacaktır. Evey’nin anne babası da politik muhaliflerden oldukları için gözaltına alınıp öldürülmüştür. Ancak ailesini katletmiş iktidarın borazanı halindeki kanalda çalışmaktadır genç kadın.  Bu tezat, direnişsizlik bir anlamda tüm halkın içinde bulunduğu durumun özeti gibidir. V toplumu sarsma planında Evey’i sarsma konusu da çok önemlidir. Bunun yanı sıra V’nin onu bu hale getiren üst düzey yetkililere düzenleyeceği suikastlarda Evey isteyerek ya da istemeyerek katkıda bulunur. Eski generaller- yeni hükümet borazanı spikerler, Hipokrat yemini ettiği halde insanlar üzerinde biyolojik silah deneyleri yapan doktorlar ve aşırı dinci-ırkçı iktidarın din kanadını temsil eden bir din adamı… V tüm bunları öldürürken kimilerine göre anti-kahraman sınırına da iyice yaklaşmaktadır. Olayların devamında Evey bir kanun  kaçağı  durumuna  düştüğünde,  arkadaşı  olan  ülkenin  en  ünlü TV sunucusunun evine yerleşir. TV sunucusuna “senin başını derde sokmak istemem” diyen Evey, arkadaşının “bu evde bulunmasından dolayı hayatımı tehlikeye sokacak son şey sensin” demesiyle şaşkına döner. Evin gizli bölmesinde Amerikan-İngiliz-Nazi imparatorluklarının bayraklarını bir kolaj şeklinde bir arada gösteren posterin dışında Sutler’ı alaya alan sanat çalışmaları ve Kuran vardır. Evey hemen Müslüman olup olmadığını sorduğunda arkadaşının cevabı çok anlamlıdır: “İçindeki şiirselliği hissedebilmek için Müslüman olmak şart değil”. Bunların dışında Evey arkadaşının eşcinsel olduğunu öğrenir ve şaşırır çünkü daha önce kendisiyle de çıkmak isteyen bir adamdır arkadaşı. Ancak bu toplumda kendi gerçekliğini saklaması gerektiğini ancak bu şekilde yaşayabildiğini söyler genç kadına. V’nin söylediklerini de haklı bulan sunucu bir sonraki programında Sutler’ı alaya alan ve alaya almanın da ötesinde hazırladığı gösteride hükümetçe “terörist” olarak adlandırılan V’nin maskesinin altından Sutler’ı çıkartarak izleyicilere gerçek teröristin kim olduğunu aktaran bir program düzenler. Elbette iktidarın medyasında bunu yapması cezasız kalmaz ve Evey de evdeyken gözaltına alınır. Daha sonra idam edildiğini ve buna sebep olarak da evinde Kuran bulunmasının gösterildiği öğreniriz. Bu baskından kaçmaya çalışırken yakalanan Evey kendisini bir hücrede V’nin kimliği ve bulunduğu yer hakkında sorgulanırken bulur. Küçücük hücresinde çeşitli işkencelere maruz kalan Evey direniş gösterir. Bu sırada koğuşun duvarlarına gizlenmiş ve üstünde yazılar olan bir kâğıt bulur. Daha  önce orada işkenceden geçirilmiş ve öldürülmüş Valerie adlı bir mahkûmun hayatını okur oradan. Kızın bir eşcinsel olduğunu ve bu yüzden ailesince evden atıldığını, sonrasında oyunculuk yaptığı dizide tanıştığı sevgilisiyle birlikte yaşadığını ve bu hükümetin yükselişiyle beraber nasıl “birlik” ve “demokrasi” kelimelerinin ters anlamlar ifade eder hale geldiğini ve “farklı”nin “tehlikeli”ye dönüştüğünü öğreniriz Evey’le beraber. Kızın sevgilisinin bir anda “kayboluşu” ve kendisinde toplama kamplarına götürülmesini, biyolojik deneylerde kobay olarak kullanıldığını dinliyoruz. Filmin dramatik anlatısının, müzik kullanımıyla birlikte zirve noktası olan bölümde Evey’e hitaben “her kimsen şunu bil ki seninle tanışmasak da, el ele tutuşmasak da, öpüşmesek de seni seviyorum” diyen Valerie böylece işkencelerin asla ve asla direnişi ve bunu tetikleyen sevgiyi yıkamayacağını aktarıyor Evey’nin gözyaşları aracılığıyla izleyiciye. Filmin en büyük sürprizi ise sorgulamalarda V’yi ele vermeyi reddeden Evey’nin bir anda serbest bırakılması ve tüm bu sorgu-hücre-işkenceyi yapanın V olduğunu öğrenmemizdir. Buna inanamayan ve nefretle V’ye “neden”ini soran Evey cevap olarak babasının küçükken söylediği bir sözü  işitir: “Sanatçılar gerçeği göstermek için, politikacılar gerçeği gizlemek için yalan söylerler”. Sonrasında hıçkırarak ağlayan Evey’e tüm ailesini iktidarın nasıl katlettiğini göstermek, Valerie ve benzerlerine neler yaşattıklarını öğretmek ve en büyük korku yani ölüm korkusuyla yüzleşmesi için tüm bunu yaptığını söyler. Yönteminden kendisi de biraz pişmandır ancak korkuyu yenmenin, yılgınlıktan çıkmanın yegâne yolunun korkuyla yüzleşmek olduğunu söyler V. Ailesini katledenlerin sisteminde sorunsuzca itaat eden Evey’nin tümüyle korkusuz, tümüyle hazır hale gelmesi işte böyle gerçekleşir. V bu yöntemi başmüfettiş Finch karakterine de suikastlar sonrası bıraktığı ipuçlarıyla uygular. Üyesi olduğu iktidarın yaptıklarıyla yüzleşen Finch sarsılmaktadır. Halkın yılgınlığını atması için eylemleri düzenledikten sonra V, herkese kendi kostümünün aynısı postalar. Halka vermek istediği mesaj film boyunca bizim duyduğumuz mesajdır aslında. Kişilerin öneminin olmadığı, önemli olanın fikirler, idealler olduğu ve fikirlerin asla ölmeyeceği ve asla kurşun geçirmeyeceğidir. İşte V’nin umudu ve topluma yaymak istediği umut budur. Kostümleri giyip etrafta dolaşanlara ölüm emri veren Sutler aslında halkın korkusuyla yüzleşip korkusuzlaşmasına vesile olur. Toplum V’yi desteklemektedir. Tüm bu kareleri filmde hızlı bir kurguda V’nin domino taşlarını yerleştirmesi eşliğinde görürüz. Finch bu durumda her bir bireyin her  bir olayın büyük planın parçası olduğunu söyler. Domino taşlarının yıkılması ve büyük V harfini ortaya koyması zaferi(İngilizce Victory) temsil eder. Ve filmin son karelerinde Sutler’ı ve iktidarın kilit adamlarını öldüren V’nin Parlamento Binası’nı patlattığı bölümde tüm halkın V kostümüyle orduya rağmen oraya yürüdüğünü görürüz. Artık bu noktada V okunuşu olan İngilizce “we”ye yani “BİZ”e dönüşmüş olur. Toplum birlikteliğin gerçek anlamına kavuşup korkusunu yenerken özgürlüğe uzanır ve tüm bunları yaşatanlardan ve onların fikirlerinden intikamını almış olur. İtalyanca intikam anlamına gelen “Vendetta” bu yüzden filmin adındadır. V for Vendetta,” İntikam için BİZ” çevirimiyle V’nin filmdeki şu sözünü hatırlatır bizlere: “Halklar hükümetlerinden korkmamalı, hükümetler halklardan korkmalı!

Çizgi roman ve filmde yaratılan toplum her izleyiciye farklı çağrışımlar yaratabilir. İktidar partisinin amblemi, liderinin bıyıklarıyla faşist katil Adolf Hitler’in çağrışımlarını alabiliriz. Toplama kampları, insanların üstünde yapılan deneyler ve iktidar borazanlarınca sürekli tekrarlanan güçlü İngiltere sloganı bunu destekler. Filmde emperyalist Amerika’yı ve son temsilcisi Bush’un çağrışımlarını da alıyoruz. Hükümetin demokrasi söylemini bırakmadan uygulamalarını sürdürmesi ve halkın üzerinde korkuyu salarak iktidarını perçinlemesi… Filmde hükümetin yandaş medya aracılığıyla kendi planı olan Saint Mary ve Three Waters saldırılarını “teröristler yaptı” yalanıyla halka aktarması ve oluşan korku sonucunda seçimlerde tek başına iktidar olması Bush’un ikinci seçim galibiyetini çağrıştırmakta. Hala kimin yaptığı konusunda şaibelerin döndüğü bir saldırı olan 11 Eylül’ü korku unsuru yaratmakta kullanması, 2004 seçim sürecinde bir anda ortaya çıkıveren Bin Ladin’in ses kayıtları halkı korkuları sonucunda Bush’a oy vermelerini sağladı. Filmde V bu süreci müthiş bir anlatımla aktarmaktadır. “Muhafazakâr Parti üyesi, umut vaat ettiği söylenen bir siyasetçi. Güç kazandıkça bağnazlığı artıyor ve O’nu destekleyenler saldırganlaşıyor. Partisi bir proje başlatıyor. Biyolojik bir deney gibi gözükse de politik suçlular üzerinde uygulanan bir virüs denemesi, yeni bir silah. Ve bunu önce kendi halklarında deniyorlar. Yüzbinlerin ölümlerini zaten ellerinde olan medyayla terör saldırısı diye şişirirler ve yaratılan korku sırasındaki seçimlerde ezici üstünlük ve tek başına yönetim. İktidarın yegâne gücü korkudur…” Akıllara sadece 11 Eylül ve devamındaki süreci değil Pearl Harbour baskını ve Kennedy suikastını de hatırlatır. Her birinde  iktidarın kendi planı olduğu ya da en azından bildiği halde engellemediği böylece toplumsal korkuyu tetiklediği söylenir. Hatta bu yükseliş hikâyesi bize de pek yabancı olmasa gerek! Yine Amerika başta olmak üzere batılı devletlerde Müslümanların potansiyel terörist olması filmin anlattığı gelecekte dünya hâkimiyetini Amerika’dan alan İngiltere’de hat safhadadır. İngiliz ırkçılığını da filmde gözler önüne serildiğine değinmeden geçemeyiz. Safkanlığın yüceltildiği bir anlayış vardır iktidarda. Dinciliğin yanında ırkçılık da baskındır. Olayları derinlemesine araştırmaya başladıkça uyarılan Finch, yarı İrlandalı olmakla aşağılanır. Tüm bunların ötesinde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak bizler daha yakın çağrışımlar da almaktayız filmi izlerken. Yandaş medya, yalan haberler, içki yasakları, 12 Martlar, 12 Eylüller, idamlar, polis devletini andıran gözaltıları, şüpheli ölümler, muhalif gazetecilerin gözaltına alınması, dinlenen telefonlar, sürekli sansüre uğrayan yazılı-görsel yayınlar ve sanat eserleri, etrafta dolaşan ahlak polisleri, tehlikeli olan “öteki”ler ve ağızlardan düşmeyen demokrasi-özgürlük sloganları… Tüm bunları yaşamaktayız ancak toplumsal korku ve sinmişlik öyle bir şekilde işlemiş ki hep birlikte, BİZ olarak duruş gösteremiyoruz. Hâlbuki her an öteki konumuna düşebiliriz. Bu ülkede ötekiler Müslüman olmayanlar, safkan Türk olmayanlar(ki Anadolu’da safkan olmak diye bir durum yoktur), eşcinselliği tercih etmiş olanlar, Solcu olanlar dışlanmakta, dövülmekte hatta öldürülmekte. Bizler tüm bunlara sesimizi yükseltmeyerek suçun parçası oluyoruz ve toplumsal  korkuyu yaygınlaştırıyoruz. Ancak tarihin tüm evrelerinde bu tip siyasetler “durmak yok yola devam” anlayışıyla hareket etmişlerdir. Sonuç olarak “öteki” kapsamı “ben/benden olmayan” şekline bürünmüştür. Bir duruş ortaya koymadıkça korkuyla yüzleşmedikçe hayatta kalırız ancak özgür olamayız. Shakespeare alıntılarıyla devrimini güçlendiren V’ye Nazım Hikmet’in eşsiz dizeleriyle katkıda bulunmalıyız Türkiye’mizden: “Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak nasıl çıkar bu karanlıklar aydınlığa?

Görüldüğü gibi V for Vendetta farklı çağrışımları izleyiciye sunan ve farklı okumalara olanak tanıyan etkileyici bir yapım. Gişeyi de hedefleyen büyük bir prodüksiyon olmasına rağmen politik bir mesaja, derinlikli diyaloglarla bezeli  alt metine sahip bir film. Hangi çağrışımı alırsak alalım dinsel, ırksal ya da sivil, askeri her türlü baskı iktidarlarına ve yarattıkları korkuya halkın tepki koyması ve özgürlük düşüncesinin ölümsüzlüğünü kavraması önemli. V’nin dediği gibi “Kişiler ölebilir ancak fikirler asla”. Ve V for Vendetta’nın dediği gibi BİZ olursak, korkusuyla yüzleşmiş gerçekten özgür bir halk olursak başarılamayacak bir şey yok. Bu sarsıcı yapıtın ötesine geçmek isteyenlere Alan Moore’un kaleminden çıkan orijinal çizgi romanı ve tıpkı V gibi asla güncelliğini kaybetmeyecek olan George Orwell’in ünlü eseri 1984’ü tavsiye ediyorum. V for Vendetta’nın çağrışımlarıyla karanlığı taşıyan zincirleri, ampülleri  yarattıkları korkuyla birlikte, BİZ olarak kırmak ve Nazım’ın dediği gibi “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir Orman gibi Kardeşçesine” olabilmek adına… Sanatla kalın dostlar…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiaralik2008

Bunu paylaş: