Yaşamak İstemem*
Yavuz Çetin anısına…
“Bir halata geçirip boynu, havada asılı kalarak uyumak. Dolaptaki o ne işe yaradıklarını tam olarak bilmediğim ilaçları içmek. Ya da daha kanlısı… Pekte iyi kesmeyen bıçaklardan – şu her gün bileyeyim deyip de ertelenenlerden hani – birini alıp hiçbir yeri hedef almadan saplamak. Bilekleri kesmek. Ama tuvalette. Beyaz üzerine kırmızı… Ya da daha romantiği. Bir uçurum, yok aslında adını tam olarak bilmiyorum. Bizim köyün koylarını düşün, yükseklik altı çakıl ve deniz. He işte çıkıvereceksin o yükseğe, içine çekeceksin havayı sonra kendini bırakıvereceksin yere. Çakılların üzerine düşecek bedenin. Dalgalar ayaklarını gıdıklayacak. Belki benimkiler üşür. He işte tam yaşamak istediğini anladığın vakit kalkmaya çalışırken, o düşürdüğün bedenin, hayır kalkamayacaksın. Kimse görmeyecek seni orada ve istemeye istemeye ölmek zorunda kalacaksın. Ölüm vaktini bile anlayamayacaksın. Of of. Anlattım ama sen bakma benim bunları yapmaya cesaretim yok. Hep ölenleri aciz görürdüm küçük aklımda, bunları düşününce anladım ölenler bizden cesaretli, bizden daha gözü kara hepsinin. Yani kendini öldürenlerin… O yüzden ben nasıl ölebileceğimi buldum. Şimdi anlatınca Türkiye’de yaşamanın avantajlarını göreceksin. Rüzgârlı bir günde tüm uyarılara rağmen tabelasının düzelttirtmeyen bir savsağın tabelası düşebilir kafama. Bir maç kutlaması, bir düğün vs vs aniden bir “maganda kurşunu” delebilir bedenimi. Haberlere çıkarım belki: genç Mehmet’in umutları vardı. Öğretmen olacaktı nice gençler yetiştirecekti falan diye bir çağrıda bulunurlar hükümete, magandaların önünü kessinler diye. Akşam eve dönerken çok geç olmayan bir saatte, cebimdeki son parayı vermediğim için bıçaklanırım belki. Yine gazetelere çıkarım. Bak şayet öyle bir şey olursa kesiver haberi as duvara! Başka… Aslında geçen bir sürü bulmuştum. Buldum… Belki inandıklarını aktarmanın yolunu, söz geçirmenin yolunu insan öldürmekte bulanlar tarafından öldürülürüm. Bir bomba bırakıverir bir yere… Şans ya bende oradan geçiveririm yavaşça… Tüm bedenim paramparça olur ve ben ne olduğunu anlayamam. Bir şeyler anlattığını sanır it oğlu. Hadi ben neyse ama ya yaşamak isteyenler! Kanıma dokunuyor yahu. Tam şuramı acıtıyor tüm bu saçmalıklar. Neyse buraya girersem susmam ben. Böyle işte kuzen… Bu yollardan gebermem muhtemel .”
“Güldürüyorsun beni be Mehmet. Haklısın tamam ama düşünme bu kadar. Bak düşündükçe bir şeyler yapamamanın acısı artıyor biliyorum, bende senin kadar olmasa da düşünüyorum… Ama ara ver biraz.”
“Hangi aradan bahsediyorsun. Karşımda hiç durmadan hareket eden ve benden daha güçlü olan, hakkında pek bir şey bilmemelerine karşın insanlarca bu hayat denilen bir şey var. Ya bilmiyorum gerçekten, saçmalıyorum bazen… Seni de sıktım. Ama bak ya gerçekten böyle olmak zorunda değil. Böyle olmaz zorunda değiliz. Bazen düşünüyorum, hoş bazen demesem daha iyi olur, durmadan bir sürü düşünce geçiyor beynimden. Diyorum ki; “her şey bir ana bağlı.” Bazen ağlıyorum… Suratıma öyle bakma. Bu öyle bir çıkmaz ki çözemiyorum. Çözülmüyor. Bir şeyleri görüyorum evet anlıyorum yorumlar yapıyorum ama sonuç… Sonucu yok kuzen yok.”
“Canım benim sana ne desem ki”
“Sonu bekliyorum galiba. Bir süper kahraman çıksın istiyor olabilir miyim? Ama yok bak, gerçekten öyle bir beklentim yok. Ne bileyim sanki biri gelecek, bana o kadar basit bir şey söyleyecek ki laf arası. Ya da öyle basit bir şey olacak ki ben sonu bulacakmışım gibi. Of ben gerçekten hastayım! Sence bir insan kendine hastayım diyorsa gerçekten hasta mıdır?”
“Hayır değildir. Hadi bak ineceğimiz durağa geldik. Müsait bir yer de…”
“ Bak mesela bunu da anlamıyorum. İnmeksek olmaz mı şuanda? Burada kalıp yola devam etmek, seninle konuşmak istiyor canım. Son durağa kadar konuşur daha sonra plansızca dolaşırız. Donuk bir kafe sohbetinden daha sıcak olur. Tamam, saçmaladım ya. İnelim. Bazen fazla cesaret buluyorum kendimde yine öyle bir andayım. Kaptan …”
“ Tamam devam edelim zaten şoförün bizi duyacağı da yok. Para üstü vermekle meşgul. Baksana …”
“ Bazen, minibüslerin sürekli yolcu almaya çalıştığı vakitlerde, bizlere önlerindeki aynadan bakıp, oturan kâğıt paralar gibi gördüklerinin düşünüyorum. Çok eğlenceli, bir hayal etsene… Zaten o yüzden istiflenmiş gibi yolculuk ediyoruz. “
“ Haklısın ya ama ben kâğıt para benzetmesini hiç düşünmemiştim.”
“ Aa bak belki bu yoldan da ölebilirim! Düşün… Sıcak bir yaz günü, tıka basa doldurulmuş, kapısı açık bir minibüste tek suçum kapıya yakın durup, fren esnasında yanımdaki adamın koluna tutunamamak olduğu için ölebilirim.”
“ Ya bu kadarı fazla, sürekli ölüm diyorsun! Anlıyorum seni ama dedim ya az düşün, daha az. Hem ne düşünürsen o gelir başına, bir kitapta da okudum geçen.”
“ O zaman bu daha da zorlaştırır durumu kuzen.” “neden ?”
“ Düşünsene yıllardır bu toprakların ve üzerinde yaşayanların başına gelmeyen kalmamış demek ki çok olumsuz insanlarmış e bizde buralı değil miyiz? Soy yani çekiyor, o yüzden senin dediğini yapmam biraz zor… Espri yapmaya çalıştım ama suratından hiçbir dediğimi anlamadığını görüyorum. Bakma öyle! Sonuç olarak dediğinin saçma oluğunu söylüyorum.”
“ Lafı uzatmasan olmaz değil mi ?”
“ Olmaz. Ama kasıtlı yaptığım bir şey yok. Sadece bir kelimenin ağzımdan çıkması yeterli, sonra diğerleri peşi sıra geliyor. Belki de aklımdakileri aktarmak isteğimden olabilir. Hoş bazı zamanlar hiç konuşmuyorum… Boş boş bakıp düşünüyorum.”
“ Birkaç ay önce arkadaşımın sevgilisi onu terk etti. O kadar kötüydü ki günlerce ağladığını biliyorum. Canım benim, görsen o da senin gibiydi. Bir günü bir gününü tutmuyordu.”
“ Emin ol sorunlarımın onun sorunlarıyla yer değiştirmesini çok isterdim. Sevgilimin çekip gitmesi zamanla unutulabilir. Çünkü senin tam olarak yaptığın bir şey yoktur. Senin dışında da durumların böyle olmasını sağlayan güçler vardır. Ama düşündüklerim öyle değil!”
“ Bir dinlemiyorsun ki beni. Dinle şimdi! Sonra psikologa gitti. O, ona epey iyi geldi. Bence sende gitmelisin. Günümüzde herkesin buna ihtiyacı var.”
“ Sen gidiyorsun yani?”
“ Hayır ama… Hem ne diye gülüyorsun ki? Burada sana yardım etmeye çalışıyorum.”
“ Yok yok aslında gülmüyorum.” “…”
“…”
“…”
“…”
“…”
“…konuştuklarımızı düşünüyorum.” “ Hangi kısmını?”
“ En sonunu.”
“ Psikolog olayı mı? Bak canım, ben seni kırmak için söylemedim. Hiç öyle kırmaya çalışır mıyım seni? Gitsen iyi olur belki. Biz yardımcı olamıyoruz, belki o olur.”
“Ben kuzenin olmasam da bu kadar ilgilenir miydin benimle? Ya da sence sorunlarım, arkadaşının terk edilişinin ardından yaşadıkları kadar küçük mü? Ya bak, ben kimsenin bana özel ilgi göstermesini istemiyorum. İstediklerim daha başka bir şey.”
“Ne gibi?”
“ Ben istiyorum ki insanlar da benimle aynı kaygıları taşısınlar. Gördüklerini kabullenmesinler, düşünsünler. Çözüm üretsinler.”
“ He yani Mehmet, ölüm çözüm mü şimdi! Bak ya dediğine.”
“ Günden güne insanların benim istediğim ve olması gereken insan tipinden uzaklaştığını görüyorum. Bu yüzden kuzen; benim çözümüm ölüm olabilir, cesaretim olsa.”
“ Allah’tan cesaretin yok Mehmet. Bu arada teyzeme anlatmıyorsun değil mi düşüncelerini?”
“ … Çok iyi fikir ya! Anneme anlatsam cesareti bulmama gerek kalmadan öldürür beni. Yine espri yaptım. Yok anlatmadım… Senin gibi bir insan bile böyle tepkiler veriyorsa, karşımda onu düşünemiyorum. Saksıdaki bitkiye çevirir beni .”
“ Neyim var benim ya? Yardım etmeye, anlamaya çalışıyorum”
“Her zaman anlamak çözmeye yetmiyor işte… Ona bakarsan bende çoğu şeyi anlıyorum.”
“Neyim var benim?”
“ Suratın direk değişti ya. Kötü bir şeyin yok. İyi niyetinle bana yardım etmeye çalışıyorsun, iyi bir insansın. Olması gerektiği gibi yaşayan birisin.”
“ Tamam, o zaman. Sende düzeleceksin bir süre sonra, merak etme.” Burnunda hafifçe bir sızı hissederek;
“ Eminim öyledir… Müsait bir yerde indirir misin kaptan !!!”