Yeditepe*
“Şehr-i İstanbul bir dipsiz kuyu. Geceleri ışıl ışıl yıldızlarını tutuştururken bile ısınmaz sokakları. Gündüzleri ise asık bin bir çehre dahi serinletmez bulvarları. Yedi tepenin, yedi iklim aynı kokar tüm sokakları ve bu şehrin, hep aynı hikâyeye çıkar yolları.”
Efsanesi yedi kattır bu yedi tepeli kentin. Asırlardır ayakta kalan her yapısı bir tarih anlatır dili döndüğünce. Krallıklar, imparatorluklar, yüzyıllar, insanlıklar ve aşklar ağırlamıştır gözlerinin bebeğiyle. Kıyılarını yalayan denizlerdeki tuz, zerre zerre aşkın teridir aslında ve bu şehir hala çocuktur onca yılın ardında…
İstanbul Byzantine iken, imparator büyük Konstantinos, Antik Roma kentinin tüm ağırlığını taşıyan yedi tepeye özenip, şehri yediye bezemiş. İsmi çok değişse de, sıfatı aynı kalan nadide kentler gibi, İstanbul’un da gizi, rivayetlerde kalmış. Rusların Zavegorod, Hollandalıların İstefanya, Portekizlilerin Kostiye dedikleri bu şehrin her tepesinde gizli yüzlerce öyküden biri Khalkedonia, Kadıköy ile ilgilidir.
Bu rivayete göre, Yunanistan’ın Megara kentinden Byzas’ın, yanındakilerle birlikte yaşadığı baskılardan kurtulmak ve yeni bir ülke kurmak amacıyla yola çıkmasıyla başlar. Byzas yola çıktıktan sonra zamanın kâhinlerinden birini bulup ülkeyi kurmaları gereken en uygun yeri sorar. Delfoi’li kâhin, ülkenin, körler ülkesinin tam da karşısına kurulacağını söyler. Byzas arar, gezer fakat körler ülkesi diye bir yer bulamaz. Sonunda bir yere varırlar. Khalkedonia denilen yerde manzarayı izleyen Byzas,”bu insanlar kör mü de, karşı kıyı dururken buraya yerleşmişler”,der ve böylece körler ülkesi de, kurulacak yeni ülkenin yeri de bulunmuş olur. Kadıköy’ün tam karşısında, Sarayburnunda kentin temelleri atılır ve yeni kentin adı “Byzantine” olur…
Diğer bir rivayet, Osmanlıların Asitanesinin kuruluşu üzerinedir. Rivayete göre 4. Murat bir gün yine kılık değiştirerek Üsküdar’dan bir kayığa biner ve kayıkçıyla sohbet etmeye başlar. Yeri gelir ve padişah, kayıkçıya ne iş yaptığını, kim olduğunu sorar. Kayıkçı, adının Üsküdarlı Remmal Ahmet Paşa olduğunu, remil atıp gelecekten haber verdiğini söyler. Bunun üzerine padişah, kayıkçıya, padişahın o saniye nerede olduğunu söyleyip söyleyemeyeceğini sorar. Kayıkçı remilini atar ve padişahın deniz üzerinde bir yerlerde olduğunu söyler. Sonra tekrar remil atar :”Padişah şu an, bu kayığın içinde gözüküyor. Padişah ben olmadığıma göre, sizsiniz” der ve padişahın ayaklarına kapanır. Padişah:”Çok hünerliymişsin; ama bir soru daha soracağım. Eğer benim karaya çıkınca hangi kapıdan İstanbul’a gireceğimi söylersen, ödülün büyük olur; fakat bilemezsen, kelleni teslim edersin…”
Kayıkçı remilini atar; fakat hiçbir şey söylemeden, gördüklerini bir kâğıda yazar ve kâğıdı padişaha uzatarak sadece İstanbul’a girdikten sonra bakmasını istediğini söyler. Padişah kâğıdı alır ve kayıktan iner inmez muhafızlardan surlarda yeni bir kapı açmasını ister. Hemen kazma kürekle işe girişen muhafızlar kısa sürede yeni bir kapı açarlar ve padişah bu kapıdan İstanbul’a giriş yapar. Padişah bu yeni kapıdan içeri adımını attığı anda cebinden kâğıdı çıkarır ve okur.
“Yeni kapınız hayırlı, uğurlu olsun padişahım!”
Bu yüzdendir ki, remilcinin haberini verdiği bu yeni girişe o günden sonra “Yenikapı” denir…
Meraklısına not: İstanbul’un Yedi Tepesi:
1)Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii
2)Çemberlitaş-Konstantin Sütunu
3)Beyazıt-Süleymaniye Camii
4)Fatih ve çevresi
5)Fener üstü ve Yavuz Selim Camii
6)Edirnekapı-Mihrimah Sultan Camii
7)Cerrahpaşa Sırtları