Söyleşi: Yetkin Dikinciler

Söyleşi: Yetkin Dikinciler* 

 

Yetkin Dikinciler: Sinema üst başlığı altında yapılan her şey sinema değildir!

Yetkin Dikinciler, birbirinden çok zıt karakterleri oynamasına rağmen her rolünde başarısıyla beğeni toplayan bir isim. Gerek Ulak’taki Âdem, Babam ve Oğlum’daki Salim ve Mavi Gözlü Dev’de Nazım’ı canlandırarak birbirinden uzak üç rolde oynadı ancak hepsinde beğeni topladı. Biz de Azizm olarak bu kadar başarılı bir oyuncuyu 10. Eskişehir Film Festivali’nde bulduk ve bir söyleşi gerçekleştirdik.

Sayın Dikinciler, Eskişehir’i nasıl buldunuz?

Bu şehri yeni olarak bulmadım. Daha önce geldiğim, oyunlar oynadığım ve bildiğim bir şehir. En son geçen yıllarda Tiyatro Anadolu’nun oyunlarına geldim. Her seferinde hayran olup geri döndüğüm bir şehir. Demek ki birileri hayal kurunca o hayaller de desteklenince insan eliyle her şey oluyormuş dediğim bir şehir. Yani kısacası umut verici bir şehir.

Şehrin sanata olan ilgisine ne diyorsunuz?

Bir kere sanat okulu var. Sinema bölümünden mezun olmuş bir sürü arkadaşım var. Onların ne kadar dolu bir süreçten geçtiğini ve bunun bir geleneğe dönüştüğünü gördükçe insanın umudu artıyor.

Kadrosunda yer aldığınız filmler, oyunlar ve bir de dizi var. Nasıl gidiyor bu yoğunluk?

Çok yoğun gidiyor. Bu tempoda özel yaşantınıza zaman kalmıyor ama bu da oyunculuğun  bir getirisi  oluyor.  Mecburen  bu  tempoda devam diyorum   ama şikâyetçi değilim. Haftanın 4–5 günü çekimde geçiyor. Onun dışında animasyon film seslendirmeleri, belgesel, reklâm derken oyuncu olmanın tüm gerekliliklerini yerine getiriyoruz. Doğal olarak bu da yorucu oluyor ama sevdiğim işleri yaptığım için mutluyum.

Dizi oyuncusu da olan birisi olarak dizi sektörü ile sinema sektörü arasında fark neler?

Fiziki olarak bir fark var. Dizi de haftalık bölümler yetiştirmek zorundasınız. Özenmeyi ortadan kaldıran bir şey dizi. Sinema öyle değil. En iyisi olana kadar çekiyorsunuz. Dizilerin faydası ise sektörün elini sıcak tutuyor ve çalışan insanların işsiz kalmasına engel oluyor. Bazen çekilir dert olmasa da yapıyoruz. Yarısı sahte olan bir iş yapıyoruz ama işimiz zaten sahte olanı gerçekmiş gibi göstermek. Bu da belli bir disiplini beraberinde getiriyor. Bir oyuncu iseniz sabah kimsenin kalkmadığı saatte çekime gidip akşam insanların işten döndükten sonra yemeklerini yiyip ayaklarını uzatarak televizyon seyrettiği saatte sizin çekiminizin bitmesine 8–10 saat kalmış oluyor.

Bir de şuna inanıyorum. Sinema üst başlığı altında yapılan her şey sinema olmuyor. Yani her bereket bolluk olmuyor. Bazen sinemadaki işler  televizyondan daha kötü oluyor. Yani beyaz perdeye yansıyor diye o işin sinema olduğunu söyleyemiyoruz. Bazı dizilerde ise görüntü yönetmenleri sayesinde oyuncu sayesinde çok güzel işler ortaya çıkıyor. Bunlar biraz karışmaya başladı.

Peki, kalitesiz film sayısının fazla olması Türk sinemasına zarar vermiyor mu?

Genelde deniyor ki ne kadar çok sinema filmi olursa o kadar iyidir. Doğrudur, sinema işletmecileri açısından yararlı bir durum. Yeni film demek sinemada gelecek demektir. Ama tehlikesi televizyondaki yılık işler gibi işleri perdede gösterirsek insanlar evinden çıkmayacak. Zaten aynı şeyi görecekler. Mesela tiyatro için çağın gerisinde kaldı diyorlar. Tiyatro zaten televizyondakiler gibi olursa özelliği kalmaz. Sinema da bu aşamada kendini korumalı.

Devlet insanları tiyatroya çekmeye çalışıyor. Örneğin, 1 Ytl’ye tiyatro olması tiyatroya katkı sağlamıyor mu?

Aslında böyle bir durum yok, bu tam bir manipülasyon ama duruma bakılarak  bir orta yol bulmaya çalışılabilir. Örneğin 4 ytl’ye bir dünya klasiği izleyebiliyorsunuz. Bu fiyat ne tiyatrocuya zarar verir ne izleyene zarar verir. Ayrıca insanlar tiyatroyu gayet seviyor ve geliyor. Sorun salonların ve oyunların az olmasında.

Kültür Bakanlığı’nın bir şey yapması gerekmiyor mu?

Her zaman gerekiyor. Özelleştirmeyi baş tacı etmiş ülkelerin hepsinde sanatın veya bu tarz işlerin devlet eliyle korunduğunu görüyoruz. Çünkü her şeyi serbest piyasa ekonomisine kurban ederseniz, ortada tüketimin kuralları işlemeye başlar.

Peki sanatı ve sanatçıyı koruyarak bu iş nasıl düzeltilebilir?

Kurumların, birer cumhuriyet kurumu olduklarını unutmadan davranmaları gerekiyor. Çünkü Türkiye’de Cumhuriyet kurulduktan sonra çok güzel bir hamleyle bütün yapılar yeniden inşa edilmeye başlandı. Aydınlık bir gelecek  için inşa edilmeye başlandı. Bu aydınlık gelecek yolculuğunun unutulmaması gerekir. Bunu bireysel veya çevrendeki arkadaşlarımla ben yapabilirim ve yapıyorum çünkü başka çaremiz yok.

Oynadığınız karakterlerini birbirine uzak olması size bir zorluk oluşturdu mu? Çalışırken herhangi bir oyunculuk metodu kullandınız mı?

Oyunculuk öyle bir iş ki oyuncu konuşarak anlatamadığı şeyi oynarken yapar. Bizim işimiz yapmak. Ben burada ne kadar içini doldursam da yaptığımız iş ortada. İnsanlar beğenir ya da beğenmez ama oyuncu için hedef oynadığı kişiyi anlamaktır.   Onu   gerçekleştirmeye   çalışırken   kendinden   parçalar   koymak zorundadır. Çünkü etimizle kemiğimizle bir insanız ve oynadığımız da bir insandan ibaret.

Hangisini oynamak daha zor oldu?

Benim için kolay rol yok. Ben hiçbir rolü kolay oynarım demiyorum.

Galiba zorluğun farkında olmak başarıyı da getiriyor?

Onu bilmem ama galiba şöyle bir fark ortaya koyabilirim. Babam ve  Oğlum’daki Salim Çağan Irmak yazıp ben hayat verdiğimde Salim olacak bir figür ama dünya edebiyatından bir efsaneyi oynamak ayrı bir zorluk getiriyor. Bunun çalışma şekli doğal olarak farklı oluyor.

Nazım Hikmet ile ilgili yeni bir proje geliyor mu?

Bir teklif aldım. Erzurum’da Dadaş Film Festivali’nde Azerbaycan’dan gelen bir yönetmen grubu tarafından orada çekilecek altı bölümlük bir drama için teklif aldım ancak zaman ve zemin uygun olmadığı için kabul edemedim.

Nazım’ı oynamış birisi olarak Nazım hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Öncelikle şunu söylemeyelim. Oynadığımız kişinin kendisi olmak ya da onun gibi düşünmek bizim derdimiz değildir. Ancak tıpkı Ulak’ta Âdem’i oynarken kötü biri olmadığım gibi Nazım’ı oynarken de şair olmadım ama Ulak’ta bazı kötülüklere nasıl inanıyorsam Nazım’ın da sanatına ve kavgasına inanıyorum, takdir ediyorum. O, benim baş tacı ettiğim birisidir. Böyle birini oynamak onur verici.

Osman Bahar, Gökhan Baykal

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2008

Bunu paylaş: