Büyü(me): Gülten Akın – Duygu Yılmaz

Büyü(me): Gülten Akın* 

Gülten Akın, dilimizde sevdayı, hayatı, acıyı ve ayrılığı anlatan nadir kadınlardandır. Kaleminden dökülenler o kadar gerçektir ki kederi de, sevinci de hemen bulur yüreğinizi. Şarap gölgesinde geçen gecelerin dizeleridir yazdıkları. Neşeyle bir araya gelmiş kelimeleri bile hüzünlendirir gözbebeklerine kadar. Hele bir de ayrılık varsa başta, vay okuyanın, vay yazanın haline! Şiirimizin annesidir; çünkü derdi de, neşeyi de, cümleleri doyurana dek emzirir…

Şair, 1933 yılında Yozgat’ta doğmuş ve öğrenimine Ankara Kız Lisesi’nden sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde devam etmiştir. Kaymakam olan eşi Yaşar Cankoçak sebebiyle Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşamış ve beş çocuğunu büyütmüştür. Farklı ilçelerde avukatlık,   öğretmenlik, yardımcı avukatlık görevleri yapmış ve sonrasında Türk Dil Kurumu’nda Derleme ve Tarama’da çalışmıştır. İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Dil Derneği gibi demokratik kitle örgütlerinde kurucu ve yönetici olarak görev almış ve şiirleri Son Haber, Mülkiye, Varlık, Hisar, Yeditepe, Türk Dili gibi dergilerde yayımlanmıştır. Bestenelen şiirleri, Grup Yorum-Büyü, Sezen Aksu-Deli Kızın Türküsü ve Erdan Güney-Kış’tır.

SEÇME ŞİİRLER

Deli Kızın Türküsü

I

Sabahleyin

Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde Eliniz beyazken uzatın isterim

Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem

Uzanmışım gölgeliğe bir başıma

Şu uzaktan tükenmez yalnızlıktan İçten içe ürküyorum ama

Böyle de iyiyim

Siz dayanılmaz bir “Günaydın”sınız Sabah sabah insanı ayağına getiren Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren Siz çocuk ağızlı bir “Günaydın”sınız Çocuk ağzınızla biraz daha durun Gittiğinizde güz gelmiş olacak

Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin Sizde tutunacak yaslanacak kollar Biraz daha durun biraz daha

Karayı kaldırın mavi koyun umudumu götürmeyin Akşamüstü

Yollarda akşam dönüşü yorgun argın Siz yoksunuz şiir yazan ellerim yok Yarımla dışa dönmüşüm yarım susken Çizginin üstindekiler yüz yüze

Koca bir gün ne yapmışım nasıl yaşamışım Haberim yok

Dokunup çekilen bir şarkı rüzgarla Vakti yalanlıyor sıcak sıcak

Sinema dönüşü iş dönüşü yahut bahanesiz Beyazın tam ortasında bekliyorum

Ya gelmezseniz ne olacak

Maviyi kaldırın kara koyun sırasıdır

Bana yeni tutkular gerek bıktım

Bir solukta buz gibi yaşamak isterim Beni öldürürse bu umut öldürür Gece Türküsü

Alıp ayaklarımı yollardan şöyle rahat Tam kendimi bulacakken

Kim getirir sizi başucuma Kim kaldırır uzun uykunuzdan Başlar gecenin oyunu delice Dizlerime yükselir bir deniz

Anıları küçük yıldızlar gibi karanlıkta Yanıma yöreme indirirsiniz

Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem Uzak uzak gitmede fayda yok

Şimdii bütün şehirler birbirine benzer Bir kendi kendime doyasıya

Bu gece sussanız dinlensem Ne gezer

II

Şimdi insanların yalnız kolları var Ve ben delice bir şey istiyorum Şimdi insanların yalnız kolları var Ve ben başımı koyuyorum

Tuttu bir alacakaranlık bastı Bütün şehirler birbirine benzedi

Saklı köşem bir daha aldattı ellerimi Ellerimde iki üç isim kaldı

Adına yakılan mumlar İsa’nın Yana yana bitti umutsuz

İsa, resimleri kadar güzel değildi Biri kardeşliiğimi aldı gitti

Şimdi ben delice yaslanmak istiyorum Şimdi insanların yalnız kolları var

III

Sana büyük caddelerin birinde rastlasam Elimi uzatsam tutsam götürsem Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam Olanca sevgimi yalnızlığımı Düşünsem hayır düşünmesem Senin hiç haberin olmasa Senin hiç haberin olmaz ki

Başlar biter kendi kendine o türkü Yağmur yağar akasyalar ıslanır Bulutlar uçuşur gecelerin

Ben yağmura deli buluta deli

Bir büyük oyun yaşamak dediğin Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa Böcekler gibi başlamalı yeniden

Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta Yan garipliğine yürek yan

Gitti giden

AŞK

Sıfırda insancıl yaşamamız başladı Sıfırda koptun kayboldun aradık Sessiz ya da rüzgarlı kıyılardan Sana seslendik kör kuyu Yokluğun orda çiçeklerde

Dünya seninle de sensiz de aydınlık Başka tutkularımız var beraber yalnız Yokluğun orda yaşamamızda

Varlığın orda, yoksa gecelerimiz bizimdi Ellerimizi bir yere koymayı bilirdik Ağlamayı bilmezdik kendimizi öldürmeyi Varlığın orda yaşamamızda

BİRİKEN

Her şey birikir

Sözler düşünceler ve nesneler biçiminde Her şey birikir

Duru sular ters yazılar emek ve gözyaşı Akıyor sanılan kuruyor sanılan

Haklar haklılıklar, ölüm zulumlar Uçuyor sanılan her şey birikir Deney birikir

Bizcil sen de

Kuş mu sandın yalanı yanlışı Taksan kanatlanır mı?

Yediğin seni yakacak

Vurduğun seni yakacak

Gör cehennem yok mu var mı? Her şey birikir

Gösteren parmaklar, gören gözler Susan konuşan birikir

Yargılarlar davasız dosyasız Silahsız sözcüksüz kansız kavgasız Dağ mı değil, ova mı

Kent mi alan mı, değil Bir ülke insan birikir

ÇAĞRI

Evler büyük dedikçe büyük Ben insanların en garibi Uzağı ilk defa kavradım Görür yahut dokunur gibi Eski bir saçakta kuşlarla Yele yağmura karşı oturdum İç içe daireler çiziyor

İçine adını yazıyorum

Gün uzun türküsünü bitirdi Karlı dallara yürüdü karanlık Yalnızlık çekilmez bu vakit

Delirdi denizde yosun çayda balık Gel artık

İLKYAZ

Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya

Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar

Geceye giriyor türküler ve ince şeyler  “Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz

sisin dere ağızlarından sokulup akşamları Fındıklarımızı basıyor

Neyleriz kararan tomurcukları Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz Tecimenlere yalvarıyoruz:

Bir “Hotel” bir gizli evlenme az çiziniz Bir banka az çiziniz bir yalvarma Bizden size ve sizden dışardakilere

Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye

-Evet efendim-

Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet Yazların motorlu çingeneleri

Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya

Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş Toprağa tutku, kendinden dolayı Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para

Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga

Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde

-Bilmiyoruz neden kavga. Sonra kasabanın cezaevinde

Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz Günlerimiz iterek genişletiyoruz

Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye Durup ince şeyleri anlatmaya Kimselerin vakti olmasa da Okulların kadın öğretmencikleri Tatil günlerini çoğaltsalar da

Kutsal nemiz varsa onun adına Gözlerimiz için bağlar dokusalar da Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide Açmaya ilkyaz çiçekleri

Bir gün birileri öte geçelerden Islık çalar yanıt veririz

YAZ

Sevdiğim yaz geldi yine

Karıncalar ve sineklerle çıktık yeryüzüne Barbunla lüferle marulla zeytinle

Uzaklarda kaldı nisanları basan sis, bun, yağmur Karadeniz’de bir mavi, çocuklar sevinsin diye Şairler sevinsin diye sevdiğim, yaz geldi yine

Altmış sekizdeyiz. Kırkı ve elliyi gördük. Altmışın içinde yaşadık, suç işledik Bildiriler. Beş Mayısta Saat Beşte Kızılay’da Ve hepimiz biryerlerde işi olan

Ankara devrime üs kimliğinde

Yedi yaşındaydık kırklarda, üç yıl gittiler askere Övündüler savaşa girmedik diye, hâlâ övünmedeler Yedi yaşında kuraldır aç gitmek okula

Çürüyen buğdayların yanında, kürklerin ve pırlantaların yanında Aç gitmek okula, öğlen belki bir simit bir portakalla

Sıska olmak, çirkin olmak, utanmak ayağından

-Ki sürer gider etkileri sonra-

Dişlerdeki hastalıkla saçlardaki hastalıkla Ellerde sırasız titreme ve çarpıntı

Ürkme utanmaktan utanmaktan

Şeker bulamama top bulamama bebek bulamama Defter kalem kitap günler süren ağlamalarla

-Ki her yalnızlıkta sürer gider sonra- Övündüler:

-Savaş bizden uzakta

Savaş bizden uzakta, bizim hünerimiz ve aklımızla Öyleyse bir villa daha, bir kürk daha, bir avrupa daha Kara taşıtlarda bembeyaz besili kahkaha

Bir demet maydanoz bir sepet yumurta bazan da

Aylık elli lira ve asker tayını doksan kuruş karşılığında Kara kara kara

Ankara

Dışarda savaş.Yeni bir roma yapılırken Eski bir roma yıkılmada

Kurtların türküyle gezindiği bir dünya Ve köpekler uzun bir bahar kızgınlığında

Kan, ateş, bitmeyen açlık, çürüyen Avrupa Tröstleri, bankaları, borsalarıyla

Erdem ve yiğitlik ve kancıklık en keskin yanlarıyla Ve Asya, Asya ağır bir kuştur uzun uykularda

Pay verir bir yerlerinden, uyusun diye boyuna. Yıl Elli. Yaz gelmişti sevdiğim yine

Sanmam ki yaş onyedi olsun o yaşlılığımızla Sanmam ki o kadar olsun çocuk kalmışlığımızla Kim karıştırdı herşeyi, ne hakla, ne diye

Nasıl birikmiştik bu kadar acele Sevgiyle, utançla, boşvermeyle, kinle

Bağışlamayla, bozan sulandıran bağışlamayla Mayıslar güzeldir.Yiğittir taş yontucular Suları delikli taşlardan geçiren Türkücüleriyle, küfürbaz balıkçılarıyla

Mezar kazıcılarıyla, salyangoz devşiren kızlarıyla Geveze ve güleç kadınlarıyla, yün iğiricileriyle Kıran görmüşleriyle, açıkgöz pazarcılarıyla

Hele devrimcileriyle, hele devrimcileriyle Yanıla yanıla yanılmaz olan devrimcileriyle Mayıslar güzeldir.

Oynar sabahlaradek baylar ve bayanlar kanser adına

Acınır körlere ve yoksullara makbuz karşılığında “Eşsiz insan ve değerli” kara manşetler

İşsiz işadamlarına

Yaz geldi sevdiğim naftalinli giysilere Küflenmiş turşulara bozulmuş reçellere Otura otura kokmuş bilinç uzmanlarına

-Ey kendini kimya sanan o geçersiz kimya- Aptalıyla, âşığıyla, dertlisiyle

Kalem kaşlısıyla başı bitlisiyle Naylon çoraplısı uyuz atlısıyla Yaz geldi Anadolu’ya Anadolu’ya

Ey kendini kimya sanan o geçersiz kimya Sen otur yerinde, sakın kıpırdanma

Bir toplumcu İsa gibi uğra arada bir Kıyıda dur, ortada bulunmak için sırasında Mayıs kendi sularından iner Anadolu’ya Mayıs kendi dağlarından iner Anadolu’ya Sevdiğim yaz geldi yine

GÜZ

“Güz geldi. Gözlerim karmakarışık. Körüm ben Güz geldi. Bunu saçlarımın döküldüğünden. derler ki yaylada doğmuşum, denizin ardında iniştir, yokuştur, geçer dizlerimden.”

Gazel düştü Derelere ay Yarim Kavga bitti. silahını duvara as

başladı Ocağın krallığı, Ormana git baltanı al köşeden, Çocuklarımızı öp.

“Uçurtma salıvermiş göğe aşağıdakiler, havasıdır.”

Çocuklar aşağıdakileri okuyor. ben körüm ne güzel kokuyor Gazeteleri Kitapları insem bir koklasam kendileri nasıl”

ben burda bağlıyımay Yarim Körüm ve yaşlıyım otuz yaşında Çocukları al, in aşağıya dileğimdir, onlar görsünler

“Güz geldi, açıksın Yarim Yarim

ben neyse. ben körüm. Dereden öteyi bilmedim ama bilirim bir koca yaz çabaladığımız Patatesin sana bir parça şayak etmediğini”

Sor bakalım, adam diye Kaydımız var mı? ben körüm, biz eski, Çocukları yazdır Patatesi alıcıya götür ver yirmi beşe eşeğine bin türkü söyle dönüşte

dünyalık şeylere dünyanın parası gerek Oysa topraktan çıkardın yirmi beş liracık Kefenimizi al. sabunu lifini unutma

bir cennet ayırt Hoca parasıyla birlikte “Bu güz öleceğim. bütün işlerimi bitirdim

Derede yıkandım, cevize tırmandım. kuş ürküttüm Kaçırdılar on iki Çocuk doğurdum. bekledim gözlerim Oğlan everdim. kız yetirdim. otuzuma vardım” “Ağlama kız, deme incirim Yar Yar

ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın Körüm, çelimsizim, göğnüğüm, hastayım. sebebolanları nerde bulayım

adamdan içerli kuşlar ağlasın

KIŞ

Kış geldi. Ocağı yaktık ay Yarim ceviz yaprak döktü. dere bulanık savuşturdum kara atlı ölümü Pancar bastık tencereye suyunan

“Üfle. durma doluştuk. kirliyiz. kötüyüz üfle. ne kadar Cehennem olsa o kadar iyidir üfle. Tanrı bıçağa mı benzer girebiye mi? üfle kör ağzıyla. bir ağzı keskindir”

Dün ağladık gelininen, yorulduk Vurdular Ahmedalimi ormanda giyme dedim Yenilerin kan olur Vurdular Ahmedalimi ormanda “Sus ne kadar kırılsak o kadar iyidir

sus. Cennet. sus muştu. Kutsal Kitap getir almaya başladıydık o uğursuzişareti sessiz donuk Ambarımızdan”

“Yastığına Memedalim yakışır gömdük bir iyice Eceliyinen urbaları osmanıma iygeldi Beşyüzü, babası Ombaşıyınan

“Deli, serçe kuş mu, hamsi balık mı, biz adam mıyız, Deli

ağlama. Sular mı bassın gömütlerimizi ölüleri rahat bırakmalı. Memedalim gitsin pazar pazen alsın.ışlaklı iskarpin sana” sabah oldu. gelin gelin yok gelin kaçırdılar. varıp gidem yalvaram

Ağam Selim, Beyim Selim geri ver almaya gücümüz yetmez bir daha

KÜÇÜK KIZIN TÜRKÜSÜ

Küçük, küçücük bir kızken Unutacak mısın yüreğim

Bir kurdele bir pabuç yüzünden Unutacak mısın yüreğim

Şimdi de onulmaz korkundur Evde ekmeğin tükenmesi

Un biter, ekmek biter, gelsin ödünçler Unutacak mısın yüreğim

Başın dönerdi sabahları Her atılan bomba bir parça Yiyecek alır giderdi

İkinci Dünya Savaşı sırtından geçti Unutacam mısın yüreğim Birçokları kahraman oldular Büyük oldu adları

Kara binitleri sırtından geçti Unutacak mısın yüreğim Birçokları kahraman oldular

Büyük oldu adları

Kara binitleri sırtından geçti Unutacak mısın yüreğim

Şimdi çocukları doyurup giydirdikçe Parklara, çarşılara götürdüğünde Kendini, kendi çocukluğunu Unutacak mısın yüreğim

Dünya uçurtmayla balonken

Kırmızı ve mavi tayfın bütün renkleri Sana zehir zindan edenleri Bağışlayacak mısın

Sen, senin adına bağışlayabilirsin O zaman

Ottan ve açlıktan ve bilcümle haşereden Cümle dertten hastalıktan

Ölenler ve kalanlar seni bağışlamayacaklar Duyuyor musun yüreğim

Unutma sakın unutma Bağışlama sakın

Sakın düşmanını sevme, sakın susma Bekle büyük kavgayı bekle

Anlıyor musun yüreğim.

OĞLANIN TÜRKÜSÜ

Bizim erkeklerimiz

Dört mevsim bahar gibidir Sevişirken yeniden doğar gibidir

Al atla savaşa girer gibidir Güzel olur çocuklarımız Çokturlar, çabuk boylanırlar

Bir aylıkken güler, ikisinde türküye dururlar Beşinde sığırtmaç, yedisinde sevdalıdırlar On birinde düğüne ve rakıya ve mavzere Olursa kır, olmazsa doru.

Yirmisinde, dokusu bir meydanlarda ölürler Ey gerçek sesimiz ey büyük kavga

Umut iki midir, bir midir? Düşman şaşkın mıdır, kör müdür? Kurşun yediveren gül müdür?

Vurulan ölmüyor, bu nasıl vurma? Ey gerçek sesimiz en büyük kavga Dağlarda suskunluk sürmeli midir? Hayınlara aman vermeli midir?

Marşlar alanlarda durmalı mıdır? Sesi iletmiyor, bu nasıl hava?

Derken, mutlu uykulara yatamayanlar Yirmilerde yar elini tutamayanlar Dağa başlarlar.

Dağa başlarlar, çete düşlerler Burda olmazsa orda

Vurur gider yadellere varırlar

Bu gerçek sanımız, bu büyük seva Sabah ılımında üveyik midir?

Akar suda kayık mıdır?

Bir alaca geyik midir? Çeker götürür kana.

Haksızlık nerde olursa olsun Zulüm nerden gelirse gelsin Barışla, sevgiyla olmayacaksa

Ey gerçek sesimiz, ey büyük kavga Yankılan dağdan dağlara

Yankılan dağdan dağlara

SENİ SEVDİM

Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim “Uyandım bir sabah” gibi değil, öyle değil

Nasıl yürür özsu dal uçlarına

Ve günışığı sislerden düşsel ovalara Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim

Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü Yitik ceren arayı arayı anasını buldu

Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar

Ve onların yoğun boyunlu kadınları

Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde

Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz

Senet senet satılmadan önce

Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp Tanrı parsellenip kapatılmadan önce

Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin

SIĞDA

Sokağı beğendim mi bir bakıp pencereden Çıkıp gitmek olmalı özelliğim bu benim Senin durman, küçük sevinçleri yaşadığımızın Ey yağmur, ey sevdiğim

Durgunsa kahvelerin masalarında hava

Kuşsuz kalmışsa ağzım gözlerim gülmemekten Dostumdan, gökyüzüne sürmeye kuş isterim Uzaktan en uygun ballı yemişleriyle

Tutup ötmeye ceylan, barınmaya kulübe Küçük şeyler ormanına bir güven bir güven Böyle yanılma hiç görmedim.

Ürküt kara martılarını kıyımızın Yankılan, mutlu kayığımı sığdan kurtar

Ey ses, ey yakın geçmişe ağzımla verdiğim.

UZUN YAĞMURLARDAN SONRA

Sen yağmurlu günlere yakışırsın

Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler Islanan yapraklar gibi yüzün ışır

Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün

Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün

Her şeye rağmen ellerin üşür Üşürse beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular Kahredersin başın önüne düşer

Düşerse beni unutma

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2009

Bunu paylaş: