Haneke’nin Piyanisti – Ümit Hüseyin Girgin

Haneke’nin Piyanisti* 

Ünlü yönetmen Michael Haneke hakkında hazırladığımız dosyanın ikinci yazısıyla sizlerleyiz sevgili Azizm takipçileri.

Kırklı yıllarını yaşayan, soğuk bir kadın olan Erika, Viyana Konservatuarı’nda piyano dersleri vermekte ve araları çok iyi olmayan annesiyle yaşamaktadır. Annesi ile yaşamdan tek kaçışı kendine özgü yaşadığı cinselliktir. Düzenli olarak porno filmler izleyen, striptiz barları ziyaret eden Erika’nın cinselliğe bakışı kendisine zarar verecek hale gelmiştir. Yaşamını bu şekilde sürdürürken Erika’nın öğrencilerinden biri onu baştan çıkarmayı kafaya koyar ve olaylar birbirini takip eder.

( KAYNAK: İNTER SİNEMA.COM)

Bu film konservatuarda müzik profesörü olarak öğrencilere Schubbert ve diğerleri hakkında ders veren 40lı yaşlarda ki Erica adlı güzel bir bayanın toplumsal ve sosyal rolleri ile kendi bireysel ihtiyaçları (cinsellik, aşk vb…) arasında kalmışlığının hikâyesidir. Erica kapitalizm ile Protestanlığın birlikte oluşturduğu püriten kültüre ve burjuva öğretisine göre eğitim almış bir kadındır. Bu yüzden bu yaşına kadar yaptığı her eyleminden sonra suçlu ya da suçsuz olsun bir vicdan azabı çekmek zorunda bırakılmıştır. Filmin hemen başında anne ve kızın arasında ki ilişkinin gerilimli bir ilişki olduğunu fark ederiz. Anne baskısının kızının üzerinde ki etkisi çok fazladır. Erica; annesi tarafından  eğitilen ve gündelik kapitalizm kurallarının acımasızlığı içerisinde her zaman bir adım önde olmak isteyen modern ve konformist bir bireyin bütün özelliklerine uygun bir insandır. Psikanalizin dünyaya geldiği Viyana, teoriyi oluşturduğu toplumsal bağlamla bize bir şeyler ifade edilebilir. Bir yanda burjuvazinin görünüşte püriten, ahlakçı hayatı, diğer yanda fuhuşun, zührevi hastalıkların sokaktaki egemenliği. Hiyerarşik yapının sarsıla sarsıla var olmaya çalıştığı imparatorluk düzeni, endüstrileşme ile uyum sağlamaya çalıyor. Yahudilerin nüfus olarak en yoğun ve entelektüel üretim olarak en aktif oldukları Avrupa kenti… Jugendstil herkesin hareket etmekte özgür, ancak ağızlarının tıkalı olduğu bir ülkeye benzetirken Avusturya’yı, bağırıp çağırmanın serbest olduğu bir tecrit hücresi diye niteler. Özellikle, Viyana’da cinsel hayattaki ikiyüzlülük, kadınların cinsel kısıtlanmışlıkları, çok yaygın cinsel cehalet, her şeyi cinsellikle açıklayan Freud’un hemşerilerinin gerginliklerinin bir yüzünü oluşturur.(Prof. Dr. Yankı Yazgan-Bunca Yıl Sonra Freud) Anne ahlakçı bir kadın kurallara sımsıkı bağlı, ahlakçı bir kadın cinselliğini tam olarak yaşayamamış bir kadındır. Çünkü püritenizme göre cinsel ilişki sadece çocuk yapmak için gereklidir. Bu baskı hem annenin cinselliği ayıplamasına neden olmuş hem de kızına bugünkü davranışının katılığını kendi içinde meşrulaştırmıştır Bu bağlamda da püriten ahlakın her zaman hedonizmi(hazcılığı) dışladığı söyleyebiliriz. Tüketim toplumunda ki bireylerin hırslı davranışları, her şeyi arzu nesnesi olarak görmeleri ilişkileri, sevgiyi ve en sonunda aşkı dahi tüketmektedir, sistem insanların âşık olmasını bile engellemektedir. Saf duygular yerini bastırılmış cinselliğin getirdiği  sapkınlıklara bırakır bunu filmde piyano hocasının abartılı hareketlerinden fark edebiliriz de… Bunun yanında hırs batı kapitalizminin ana öğesidir tepede tek başına kalmak birbirinin ayağına çelme takmak ve böyle giderken de hayatı ıskalamak… Belki sanatın da aşkın da ölmesinin nedenlerinden biriside bu hırs dolu dünyada elde edilebilen her şeyin para ile ölçülmesi yüzündendir “batı da aşk hırstır beraberinde hatayı getirir, doğuda aşk sabırdır ince ince işlenir.’’ Bir bakıma sadece rock müzik dinlemek sanatı öldürmez denilebilir.

Kadın devamlı olarak öğrencileri üzerinde baskı kuran bir  diktatör  bir havasında, ancak buna rağmen hissederek piyano çalamadıkları içinde öğrencilerine  kızabiliyor.  Öğrencilerine bu kadar katı davranan ve onlarla arasına devamlı bir mesafe koyan bir müzik öğretmeni nasıl olurda duygulu bir biçimde piyano çalmaktan bahsedebilir? Sanat kavramının nasıl değiştiğini ve ruhun kalıplarına sığmayarak oradan çekip gitmiş olduğunu anlarız böylece… Böyle bastırılmış otomatizmin uşağı bir ruhta değil sanat, hazır giyim eşyası bile durmaz Hegel’in dediği gibi sanat kendi sonunu getirerek, tözsel anlamda sonsuzluğa doğru gider.

Filmin başında ve sonunda kadının kendisiyle annesiyle çevresiyle arasına kalın bir duvar ördüğünü görürüz. İnsanlarla ilişkilerinde hep bir mesafe koyar, duvarlarını yıkmaları ya da kapıyı açıp içeri girmelerine bile izin vermez, kendini her yönden tatmin etmek artık kendi içerisinde meşrulaştırdığı bir şey olmuştur. Piyanonun tuşlarına ne kadar hızlı basıp ne kadar iyi çalarsa kendi içinde ki gerçekliğe bir o kadar hâkim olabileceğini düşünür. Bu düşünce, biçimi erkeklerle ilişkilerinde de özellikle genç çocukla olan ilişkisinde ipi her zaman elinde tutma isteği ile yansıtılıyor. İnsanlar üzerinde hâkimiyet kurma isteği ve onları metalaştırmaya çalışması günümüz kapitalist anlayışına uygun bir çözümleme olarak görülebilir. Dolaysız iletişim de bu denli sorunlar çekebilen bu genç kadın, birbirinden sapkınca isteklerini dolaylı bir iletişim aracı olan mektupla rahatlıkla anlatabiliyor ve bu sıkıntısı onda bir korku yerine şuursuzca bir özgüvene, şeytani bir düşünceye yol açıyor. Bu mektupta kadının en akla hayale gelemeyecek düşüncelerini, sureti ile birlikte hayal edilemeyecek sapkınlıklarını ortaya koyduğunu görüyoruz.

Kadın cinselliği fetişist bir hatalık haline getirmiştir. İki kişilik erotik film oynatan kabinlere tek başına girmesi ve diğer insanların cinsel birleşmesinden  ya da mastürbasyonlarından arta kalan çöpleri koklayarak kendini tatmine gidiyor.

Bastırılmış cinsellik yine aynı şekilde karşı cinse karşıda kalkanlarını kuşanmasına neden olmaktadır. Haneke filmlerinde cinselliğe karşı yabancılaşmış bir toplumun üst benliklerine de hitap eder. Toplumsalın içindeki yabancılaşma ve cinsel açlık Piyanist filminde Erica’nın açık hava sinemasına giderek sosyalleşme adına hala bir şeyler yapmasına ve burada gördüğü genç bir çiftin sevişmesinden etkilenerek oracıkta mastürbasyon yapmasına neden olur. Erica sahip olduğu statü ve arzuları arasında böylesine sıkışmış kalmış ve gün geçtikçe çaresizlik tarafından kuşatılmıştır.

Toplum hayatına karşı işlenen en küçük bir hata her zaman cezalandırılmaya mahkûmdur, burjuva kurallarında da belli bir statüye sahip insanın bunun getirdiği  davranış  kalıplarına  uymaması  kınanma  yolu  ile  cezalandırılır    ve bireyin bu yüzden kendisini suçlu hissetmesi sağlanır. Bu suçluluk psikolojisi yine püriten ahlak ve onun da öncesinde dinsel mitlerden kaynaklanmaktadır. İlk mit dinler yolu ile yayılmıştır, Âdem ve Havva’nın elmayı yiyerek cennetten kovulmaları dahi, her şeye bir sıfır yenik başlamak demektir. Bu eziklik psikolojisi içindeki birey, bu ruh halinden kurtulmak için kendi anlam pratiklerini değiştirmek ister ancak bu değiştirme bireye özgürlük sağlayacağına gitgide kendisine sanal bir âlem oluşturmasına, gerçek benliğinden uzaklaşmasına, bireyler arasında ki iletişimsizliğin de toplum içinde çoğullaşmasıyla sessiz tepkisiz kitleler oluşmasına neden olmuştur. Bu ezikliği Piyanist filminde kızının sürekli yüzüne vuran kişi ise annesidir onun her zaman bir suçluluk bilinciyle hareket etmesini istemektedir özünde. Bu yüzden O’na daima hesap sorar hatta hata yaptığını düşündüğünde cezalandırmak için O’na vurur bile… Ancak asıl problemi annenin kendisiyledir. O da yaşanmamışlıklarının hırsını kızından çıkartmaktadır. En büyük tokadı hep kendisine atmaktadır.

Piyanist’in genç erkeğe karşı mesafeli tutumunu altında çok büyük bir şehvet yatıyor. Bastırılmış olanın kendisini bulduğu bir arzu nesnesine çeviriyor erkeği ve erkek de bu durumdan memnun olmadığı için, insanları tahrik edip bırakamazsın cümlesini kuruyor her seferinde, bu durum kapitalist toplum da bireyi dahi metalaştıran tüketim toplumuna dair bir eleştiride sayılabilir. Seninaptallığın fazla ölçülü olmak…

Mektup filmde yazılı kültür yerine geçiyor ve resmi mekanizmaları hatırlatıyor. Bireyi edilginleştirmek ve öteki olduğu hissettirebilmek adına resmi dil her zaman etkilidir. Erica da burada genç çocuğu kölesi yapabilmek için bu yola başvuruyor ancak bu kural bu sefer ters tepiyor. Çünkü aşkın ve cinselliğin olduğu yerde tüm kurallar bir daha gözden geçirilmelidir. Çünkü aşk nihilisttir tüm anlamları tekrar en baştan inşa eder.

Korkulan ve bastırılan şey daima geri döner. Bu konuya korku filmlerini irdelerken değinmiştik ve yine bu geri gelen şeyin Hollywood ve klasik korku filmlerinde tekrar bastırılıp yok edilerek, sonsuza gönderildiğini ve izleyiciyi belli bir katarsis e ulaştırdığından da bahsetmiştik. Haneke’nin filmlerine korku filmleri denemese de bastırılanın daima geri dönmesi, ancak klasik çizgiden çıkarak hiçbir yere gitmemesi varlığını daima seyirciye hatırlatması seyirciyi türsel beklentilerini karşılamadığı için endişeye sürükler. Anne kızını büyüttüğü süre boyunca dış dünyanın kötülüklerinden korumuştur. Ancak eşi akıl hastanesinde ölen bir kadının bu yaşadıklarından sonra da çok normal birisi olamayacağını söyleyerek devam etmek edersek sonuçta annenin kendi iç hesaplaşmasını ve kızı üzerinden anlamlandırdığı ve onda bastırdığı cinselliği son zamanlarda sınırlar içinde tutamamış ve bastırılan duygular geri gelerek en güvenilir bölge olan kadının evinde ortaya çıkmıştır ve bu duygular bu sefer o kadar güçlü gelmiştir ki hem anneyi hem de kadını esir alır ve ırzına geçer. Esir alan çocuk değildir. Çocuğun gerçek görevi her iki kadının fantezilerine hizmet etmektir başka bir şey değil…

Çok önemli olan ve sinema tarihinde pek fazla örneğine rastlayamadığımız anne ve kızın öpüşme sahnesini ise Freud’un Elektra kompleksinden yola çıkarak anlamlandırabilmek mümkün olabilir. Kısacası anne kızını belirli bir kültürel adaba ve sıkı kurallara göre yetiştirmiştir. Bu kuralların ve başarının ardındaki gizil amaç her zaman sınırsız ve özgür cinsellik hayalidir. Ötelenmiş her kız çocuğu gibi bu isteğini baba da gerçekleştiremeyen Erica da bu enerji egzogami(yunanca da dış anlamına gelen eksi sözcüğü ile evlilik anlamına gelen gamos sözcüklerinin birleşmesi) olarak da açığa çıkmamıştır. Anneyi yalnız bırakmama isteği ve suçluluk psikolojisiyle gecen bir ömrün ardından Erica annesini öperek tüm hayatındaki anne figürüne saldırıyor karşı çıkıyor, Erica tüm tabuları yıkmak için saldırıya geçiyor. Ve kısmen başarıyor da… Ancak her mastürbasyon sonrası hissettiği suçluluk duygusu gibi bu hareketinden de bir suçluluk duyarak ağlıyor ve sistemle son bir kez uzlaşma yoluna gidiyor. Çünkü artık kendisini sistemin dışına çıkarak anlamlandırması imkânsız hale gelmiştir. Annesini öpmenin altında yatan neden tam tersi de olabilir belki Erica annesine hiçbir zaman istediği gibi sarılamamıştır, öpememiştir. Bunlarda sebepler arasında olabilir… Bu mastürbasyonun ardından itiraflar geliyor…

Piyanist kadının cinsel arzuları ve dışa ördüğü duvar arasında ki paradoksal  ilişki kadının mektuplarında ki ağır takıntılı ve fetişist ruh halinden ve spor salonunda Walter’a(genç konservatuar öğrencisi) karşı takındığı isterik tavırlardan anlaşılabilir. Ancak ruhun bu bastırılmışlıkla beraber cinselliği en uç biçimlerde arzulaması bir yerden sonra kadına normalleşmiş geliyor böylece kadın yılların öcünü almak için en uçlarda dolaşıyor. Ancak burada Erica yıllarca hapis  kalıpta birden  yuvasından uçmak  isteyen  kuşun düştüğü  hataya düşüyor…. Birden uçmak isteyen ruha beden uyum sağlayamıyor ve kuş yüksekten düşerek can veriyor. Burada oral seks hakkında ve cinsellik hakkında bir deneyimi olmamasına rağmen bu kadar şiddetli arzu etmek bedeni hiç alışmadığı durumlarla baş başa bırakarak kusmasına neden oluyor?

Piyanist filminin, Code Unknown ve Funny Games’in ortak noktaları üçünün de oyuna dayanmasıdır. Ayrıca üç film de kapitalist tüketim mantığı içerisinde kendilerine has olan özelliklerini yavaş yavaş yitirmeye başlayan burjuva insanının içlerinde yaşadıkları çelişki ve yabancılaşma anlatılmaktadır. Her üç filmde de oyunlar belli bir kod yaratırlar oyunun kodlarını çözen neden hayatta olduğunun ve anlamsız yaşamlarının sırlarına erişebilecekleridir.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiocak2009

Bunu paylaş: