Ingmar Bergman ve Yaban Çilekleri – Ceyda Şahinoğlu

Ingmar Bergman ve Yaban Çilekleri* 

İngmar Bergman 1918’de Stockholm’ de doğmuştur. Babası bir Luteryan papazıdır ve Bergmanı sıkı bir disiplin altında yetiştirmiştir. Stockholm Üniversitesi Tarih ve Edebiyat Fakültesi’nde eğitimini sürdürürken tiyatroyla ilgilenen Bergman okulun ardından tiyatro yönetmeliğine başlamıştır. Bergman 100’ün üstünde oyun yönetmiş, 11 tiyatro oyunu yazmıştır. Bergman filmlerinde daha çok insanın kendisi ve tanrıyla ilgili çatışmalarını ortaya koymuştur.

1.  Dönem

Bergman’ın ilk dönem filmleri ikinci dünya savaşı sonrasında ki umutsuzluktan etkilenir. Genel olarak kişiler varoluş sıkıntılarına gömülmekte, umutsuz bir yalnızlığın içinde debelenmekte ve kimi zaman da intihar girişimlerinde bulunmaktadırlar. Bu karanlık eğilimin doruk noktası, Zindan adlı filmdir.

2.  Dönem

Bu dönemde aşk, sevgi, ayrılık genel temalardır. Kadınlara yönelik eğilim bu dönem filmlerinde ağır basar. Kadınlara açıkça ayrıcalık tanınır; iyi roller verilir, galip gelmeleri sağlanır. Erkekler ise küçümsenir, alaya alınır, aşağılanır.

3.  Dönem

İlk planlarından itibaren kameranın objektifinin gökyüzüne doğru çevrildiği Yedinci Mühür ile birlikte Bergman’ın Dikey Sineması başlar (bu kavram, metafizik simgelerden çok günlük gerçeklere ilgi duyan İsveçli genç sinemacıların Bergman’ın sinemasını küçümsemek için taktıkları addır. Lefevre, bu adı kullanarak bir dönemi adlandırıyor). Yaban Çilekleri’nden itibaren bu metafizik soruşturma varoluşsal bir hal alır ve dönemin daha sonraki filmlerinde giderek metafizik niteliğinden bütünüyle uzaklaşır. Son filmi iyiden iyiye ‘eğlendirici’ bir tarza saplanır.

4.  Dönem

Bu dönem, Oda Sineması üçlüsünden ibarettir. Ayrıca bu filmlerde yönetmen, tanrı sorununa son bir kez döner

5.  Dönem

Yakın planların hayranlık verici biçimde kullanıldığı yeni bir üçleme ortaya çıkar. Bu filmlerle birlikte Bergman’ın ‘parçalama tekniklerini’ daha fazla kullandığı görülür. Persona’da seyirciye projeksiyon aletinin varlığı anımsatılır. Kurtların Saati filminde, filmin adı hiç beklenmedik bir anda görüntüye  geliverir. Ayin’de film dokuz parçaya ayrılmıştır. Bir Tutku’nun oyuncuları, görüşme sorularına cevap vermek ve yorumladıkları kişiler hakkındaki kişisel görüşlerini belirtmek üzere oyunun akışını anında keserler. Çığlıklar ve Fısıltılar’da ve Fanny ve Alexandre’da usdışının sınırlarına girilir; seyirci rahatsız edilir. Sonbahar Sonatı’nın papazı seyircilere dolaysız yoldan seslenir. Kuklaların Yaşamından’ın dosyasının aynı sayıdaki bölüme denk düşen piyesleri, hiçbir kronoloji kaygısı olmaksızın sunulur. Öte yandan son filmlerinde Bergman, ‘bilinçsiz güdülenmelere bağlı sorunlara’ giderek daha fazla eğilecektir.

Yaban Çilekleri Filminin Felsefi Eleştirisi

Film başarılı tıp profesörü İsak Borg’un ödül törenine katılmak üzere çıkacağı yolculuğa gitmeden önce gördüğü rüya ile başlar. Gördüğü garip rüya üzerinden ölüme yaklaştığını hisseden Borg daha önce planladığı gibi uçak ile seyahat etmek yerine erken vakitte arabayla yola çıkmaya karar verir. Yolda ona gelini Marianne da eşlik eder. 20 yaşına kadar yaz tatillerini geçirmek için gittiği evde mola veren Borg’un geçmişi tekrar canlanır. Orada rastladığı ve eski nişanlısıyla aynı ismi taşıyan genç kız ve iki arkadaşını arabaya  alırlar.  Ardından ufak bir kaza geçirirler ve diğer arabadaki çift de yolculukta onlara eşlik etmeye başlar. Çiftin uzun tartışmaları nedeniyle Marianne arabadan inmelerini söyler. İsak ikinci bir rüya görür, bu rüyada tıp sınavından başarısız olur, duygusuzluk bencillik ve acımasızlıkla suçlanır. Arıdan karısının geçmişteki ihanetini görür. Geliniyle ettiği sohbette onun hamile olduğunu ve oğlunun bebeği istemediğini öğrenirken gelini bu konuda onu da suçlar. Üniversitedeki geçit törenin ardından arabasına aldığı üç genç veda eder.  Kabaca 24 saatte geçen film İsak’ın uykuya dalabilmesi için geçmiş güzel günleri düşünmesiyle sona erer. Yaban Çilekleri filminde Bergman’ın diğer filmlerinde olduğu gibi ölüm, sevgi, yalnızlık, pişmanlık, yaşamamışlık konular üzerinde duru. Filmde profesör İsak Borg çok yaşlı, ölüme yaklaşmış bir adamdır. Buna rağmen İsak Borg ölümden korkmaz, ama o bir kaygı içindedir, o kendi deyişle garip düşleri görür. Bu düşler onun ifade edemediği bir kaygı içinde olduğunu gösterir.

İnsan ölümün eşiğinde kendini iki türlü sorgular. Bunlardan biri, metafizik bir endişeyi yatıştırmaya çalışan “Yedinci Mühür”deki şövalyenin için kemiren sorgulamasıdır.  İkincisi  ise  bir  yaşamın  bilançosunu  yapmak  için    zamanın akışını canlandırmaktır. Bergman “Yaban Çilekleri”nde ikinci türü seçer.12 “Yaban Çilekleri”ndeki sorgulama “Yedinci Mühür”deki  sorgulamanın metafizik kaygılardan arınmış devamıdır. Tanrının varlığı ya da yokluğu, yalnızca bağıra çağıra gülünç biçimde tartışan iki öğrenciyi ilgilendirir. Bunlardan biri doktor öteki papaz olmak istemektedir. Birincisine göre çağdaş insan anlamsızlığını kabul etmeli, kendine ve biyolojik ölüme inanmalıdır. Ötekine göre çağdaş insan ölümünü korkarak karşılar ve anlamsızlığı kaldıramaz. “Yaban Çilekleri”nin baş kişisi olan mesleki yaşamanın  doruğundaki çok  yaşlı bir  tıp  profesöründen  hakemlik  yapması ısrarla istenir.

Yaşlı adam susmayı ve bir ilahiyi bir aşk şarkısı halinde mırıldanmayı tercih eder. Ortada tek bir soru kalır: Varoluşun anlamı.13

Biyolojik ölüm, Yaban Çilekleri’nin baş oyuncusunun hem yaşamını hem de filmdeki kişiliğini tehdit ederken, Bergman, varolan bir gerçekliğin algılanmasını, dışa vurumcu (ekspresyonist) bir kabusun görüntülerini, bir suçluluk duygusundan çıkan düşleri ve küçük kuzenin yaban çilekleri toplamak için kendisini davet ettiği yerlerle karşılaştığında, ihtiyarda canlanan ışıltılı çocukluk anılarını  karıştıran,  içiçe geçiren  büyüleci bir  içe  bakış sunar.  Artık kamera, bencilliği yüzünden duygusal yaşamında başarısızlığa uğrayan bir kişinin geçmişini deşer.14

Bergman profesörün duygusal yaşamındaki başarısızlığını anlatmak için profesör İsak Borg’u farklı karakterle karşılaştırır (Hizmetçi, Oğlunun karısı Marianne, üç genç, kaza yapan karı koca, annesi, petrol istasyondaki çift, oğlu). Bütün bu karşılaşmalar aslında profesörün karakterinin kötü yanlarını ortaya çıkarırlar (duygusuzluğu, acımasızlığı, ilgisizliği, bencilliği). Profesör duygusuz, ilgisiz, çünkü karısının onu aldattığını gördüğünde Hiçbir şey yapmadı, hiçbir tepki vermedi. Bir başka örnek, kendi oğlunun hayatıyla, evliliğiyle hiç ilgilenmedi; oğlunun uzun zaman evli olmasına rağmen niye hala bir çocuğu olmadığını düşünmedi, sormadı. Ama oğlunun kendisine olduğu borcunu ödenmesini ister ve zamanında ödemediği için ona kızmış. Profesör’e gör “borç, borçtur”, ama aslında onun paraya ihtiyacı yok, oğlu için ise bu para çok önemli. Burada profesörün acımasızlığı ortaya çıkar. Profesörün bencilliği onun Marianne’nin evinde kalmasına verdiği tepkisinde ortaya çıkar. Marianne’nin evinde kalmasını profesörün hoşuna gitti, ama bunun sebebi Marianne’ya bir kediye gibi davranması, yani kedi profesörü yalnızlıktan kurtarır, ama sessiz, fazla ilgiyi istemez, kendi başına dolaşan bir hayvandır. Dolayısıyla profesörü fazla rahatsız etmez.

Bütün bunlarıyla Bergman’ın anlatmaya çalıştığı şey profesör İsak Borg’un yaşamamışlığıdır. Profesörün düşünde ve annesinin evinde gördüğü akrep ve yelkovansız saati aslında bu insanların profesör ve annesi hiç yaşamadığını anlamına gelir. Bu insanların hayatlarının saatleri hiç gitmemiş, yani bu insanlar aslında canlı ölüdür. Marianne’nin dediği gibi profesörün ailesinde herkes canlı ölü; annesi ölümden bile sert ve soğuk, oğlu (profesör) da aynı canlı ölü, profesörün oğlu da yalnız, soğuk ve ölü büyüdü. Bu ailede soğukluk, yalnızlık ve ölümden başka hiçbir şey yoktur. Zaten profesörün annesi evinde çok soğuk olduğunu söyler, ama bahsettiği soğukluk havanın soğukluğu değil yalnızlığın soğukluğudur. Çünkü profesör havanın sıcak olduğunu söyler.

Aslında yaşamamışlık konusu yeni bir konu değildir. Örneğin N. V. Gogol Ölü Canlar adlı romanda bu konu üzerinde durur. Romanın bir yerinde Çiçekov ve Sobakeviç arasında şöyle bir diyalog geçer: “Çiçikov bu konuşmaların sonunun gelmeyeceğini anlamıştı.

— Hepsi ölüp gitmemiş mi? dedi. Ölülerden çit bile yapılmaz atasözünü hatırlatırım size!.. Sobakeviç:

—Evet, hepsi ölmüş! diye karşılık verdi. Ama bugün canlı geçinen insanların da birçoğu bir işe yaramaz değil mi? Bunlara ne demeli peki?”15

Romanın diğer bölümde Plüşkin adında bir soylu anlatılır. Bu soylu çok zengin olmasına rağmen yokluk içinde ve yapa yalnız yaşar, çünkü çok cimridir ve her kuruşunu sayan, bencil ve duygusuz bir insandır. Romanda baş karakteri Çiçikov çeşitli çiftlik sahiplerinden, yeni ölen ve henüz kayıtlara  geçmediğinden, resmiyette yaşıyor gözüken köleleri satın alır. Ama asıl ölü canlar olan Plüşkin gibi, sadece kendisini düşünen, görünüşte çok zengin, ama aslında son derece fakir, yalnız insanlardır.

Profesör İsak Borg’un Gogol’un anlattığı Plüşkin’le benzer tarafları var. Hem profesör hem de Plüşkin zengin insanlar, ama ikisinin zenginlikleri sadece görünüşten ibarettir, çünkü bu zenginliklerini harcamazlar ve sahip oldukları zenginlikler onları mutlu etmezler. Onlar yaşamayan, yalnız insanlardır.

Bergman Yaban Çilekleri filminde yaşamamışlık ve yaşayan ölüler sorunlarıyla aslında ölümün, dolayısıyla yaşamın ne olduğunu, insanın hayatında sevginin yeri ve önemi ne olduğunu, mutluluğun ne olduğunu sorgular. Ölüm sadece bedenin ölümü ile mi olur, yoksa profesör İsak Borg gibi yalnız,  duygusal yaşamında başarısızlığa uğramış insanlara da ölü denebilir? İsak Borg gibi insanlara canlı ölü denebilirse, insanın yaşamak için sadece fiziki olarak varolmak ve düşünmek yeterli midir? Yoksa Rene Descartes’in “düşünüyorum, o halde varım” ünlü sözünü “düşünüyorum, hissediyorum o halde varım”   şekline çevirmek mi gerekir? Sadece fiziki varolma ve düşünmekle yetinenler sevginin ne olduğunu anlayabilir mi, sevebilirler mi? Sevginin ne olduğunu  anlayamadığı, sevemediği halde bu insanlar mutlu olabilirler mi? İnsanın mutlu olabilmesi için sevgi gerekir mi, yoksa iş hayatındaki başarılılığı yeter mi? İnsan ne için yaşar?

3. Felsefi Eleştiri

Filmin ilk sahnesinde Dr. Borg çalışma masasında oturmakta “insanlarla olan ilişkilerimizde, temelde onların karakterini ve davranışlarını tartışır ve değerlendiririz. İşte bu yüzden, bu sözde ilişkilerin tümünden kendimi geri çektim. Bu benim yaşlılık günlerimi daha da yalnız kıldı. Hayatım çalışmakla geçti ve buna müteşekkirim” biçiminde durumunu tasvir etmektedir. Dr. Brog yalnızlığı tercih etmesindeki nedenlerini açıklarken varolan durumundan memnun bir tavır sergilemektedir. İnsanlarla olan ilişkileri kesme nedenini bu biçimde anlatır. Ancak filmin ilerleyen sahnelerinde nedenselleştirdiği bu yalnızlığın sorgulanması ve değişim söz konusudur. Bu sahnede filmde rastlanacak karakterlerin fotoğrafları da gösterilir. Kredilerin akmasından sonra Dr. Borg’un düşü gösterilmektedir.

Düşünde Dr. Borg boş sokaklarda kaybolur. Sokakta arkası dönük bir adamı görür ancak adam önünü döndüğünde yüzünün olmadığı fark edilir. Bulunduğu sokaktaki saatin akrebi ve yelkovanı bulunmamaktadır. Bunun üzerine cebinden başka bir saat çıkarır ancak onunda akrep ve yelkovanı yoktur. Bu saatin aynısı filmin ilerleyen sahnelerinde annesi tarafından kendisine yeniden gösterilecektir. Zamansız bir yerdedir. Akrepsiz yelkovansız saatin kullanımı zamansızlık, zamanın durması gerçek hayatın dışında bir yerde olduğunu vurgular, ölümü çağrıştırır. Öte yandan sahne de zaman belirteci olarak da algılanabilecek çan sesi duyulur. Kilise çanı olduğu düşünülebilecek bu ses zamanın durduğu bu yerde ölüm duygusunu kuvvetlendirir. Yoldan geçen sürücüsü olmayan atlı bir araba direğe çarparak sallanmaya başlar. Bu sallanma ve arabanın sallanırken çıkardığı ses beşiği anımsatır. Ancak beşikte sallanan yeni doğmuş biri değil yeni ölmüş biridir. Bu sallanmanın ardından arabadan bir tabut düşer ve kapağı açılır. Tabuttan uzanan el onu çekmeye çalışmaktadır. Elin sahibi ise yine kendisidir. Bu düş ile zamanın geçtiğini ölüme yaklaştığını hisseden Dr. Brog yaşamını sorgulamaya başlar. “İnsan ölümün eşiğinde kendini iki türlü sorgular. Bunlardan biri, metafizik bir endişeyi yatıştırmaya çalışan “Yedinci Mühür”  deki şövalyenin içini kemiren sorgulamadır. İkincisi ise bir yaşamın bilânçosunu yapmak için zaman akışını canlandırmaktır. Bergman “Yaban Çilekleri”nde ikinci türü seçiyor.”

Rüyanın ardından uçakla gitmekten vazgeçer ve arabasıyla yola çıkar. Yola çıktığı ana kadar geçen evdeki sahnelerde saatin tik takları çok net duyulur.  Rüya sonrası zaman kavramı onun için belirginleşmiştir. Uçakla yolculuk yaparak yol zamanından tasarruf etmek yerine olağan bir gününün dışında bir gün geçirmeyi tercih eder. Yolculuk olağan hayatının dışına çıkmasıyla sorgulama yapma gücünü arttırır. Yolda gelini Marianne ona eşlik eder. Geliniyle yaptığı sohbette gelininin kocasının borcu ödemekte güçlük çektiğini söylemesi üzerine bizim prensiplerimiz vardır, oğlum da bunu anlayacaktır, söz sözdür biçiminde duygu içermeyen bir yaklaşımla konuşur. Bunun üzerine gelini Marianne kocası Evald’ın da aynı prensiplere sahip olduğunu ancak bunun ondan nefret etmesine yol açtığını söyler. Dr. Brog’un ifadesi bunun beklemediği bir şey olduğunu gösterirken Marianne eleştirilerine onun bencil olduğunu, insafsız olduğunu kendi dışında kimseyi dinlemediğini söyleyerek devam eder. Dr. Brog’ un kafasında bu konuyla ilgili kurdukları ile Marianne’ın söyledikleri benzerlik göstermemiştir. Evald’ın da onun gibi prensipleri olduğunu düşünürken ondan nefret edebileceği aklına gelmemiş ve ya hissetmemiştir. Aynı konuşmada Marianne onun için üzüldüğünü söyler ve ilk ona geldiği gün olanları hatırlayıp hatırlamadığını sorar. Dr. Brog’un hatırladıkları ile Marianne’ın anlattıkları farklıdır. Dr. Brog onun evde kalmasından hoşnut olacağını söylediğini hatırlarken Marianne tersi bir durum anlatır. Oğlu ve gelininin onu tanıyamadığı ve ya Dr. Brog’un oğlunu tanıyamadığı   söylenebilir.   Bu   durum  oğluyla   arasındaki   ilişki   ve mesafe açısından bilgi verir, iletişimsizliklerinin altını çizer. “Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz)”.  Bu sözler Dr. Brog’un hesaplaşmasını arttırır ilerleyen sahnelerde gördüğü rüyaya yansır. Ancak günün sonunda bu davranışın değiştiği görülecektir.

20 yaşına kadar gittiği yazlık evde verdikleri molada geçmişi yeniden yaşar. Aşkı Sara ile abisini birlikte görür. Abisinin Sara ile birlikte olması onu hüzünlendirir. Daha sonra Sara adında ve sevgilisi Sara’ya benzeyen bir kız o ve iki erkek arkadaşını gittikleri yere götürmesini ister. Yolda bir kaza sonucu tanıştıkları çift kısa bir süreliğine onlara katılır ama sürekli tartışmalarından rahatsız olan Marianne onların inmesini ister. Yedikleri yemeğin ardından Dr. Brog annesini ziyarete gider. Annesi ona rüyasına gördüğü saatin bir benzerini gösterir onunda akrep ve yelkovanı yoktur. Bu Dr. Brog’u sabah gördüğü rüyaya götürür. Saat görüntüsünün yinelenmesi ve gelinin yaptığı eleştirilerin ardından uykuya dalan Dr. Brog rüyasında iç hesaplaşmasını sürdürür.

Rüyasında Dr. Brog Sara ile yaşlı haliyle konuşmaktadır. Sara onun aynaya bakmasını sağlayarak kendisi ve yaşlılığıyla yüzleştirmektedir. Sara ona yakında ölecek  yaşlı  ve  üzgün  bir  adam  olduğunu  söyler.  Kardeşi  ile   evleneceğini söyleyen Sara Dr. Brog’un acıttığını söylemesi üzerine emekli bir profesör olarak ‘neden acıttığını biliyor olmalısın, o kadar şey biliyorsun ve hiçbir şey bilmiyorsun’ der. Rüyasında yaş olarak ve konum olarak Sara’dan daha bilgili olması beklenen Dr. Brog kendisinden habersizdir. Canının neden acıdığını bulamayacak kadar yaşamdan uzak kalmıştır. Dr. Brog’un yaşamı ilk sahnede ifade ettiği gibi çalışmakla sınırlandırmış bir anlamda yaşama yoksunu kalmıştır. Aynı rüya da sorgulama Dr. Brog’un kendisini bir sınav salonunda görmesi ile devam eder. Gelinin gün içinde yaptığı suçlamalar bu sefer sınavı gerçekleştiren kişi (arabada yanlarına aldıkları kişi) tarafından yapılmaktadır. Aynı oyuncunun kullanımı bilinçaltının gün içinde yaşadıklarının etkisini kuvvetlendirir sorgulamanın boyutunu gösterir. Sınav sonucunda yetersiz bulunur. Ve bazı konularda suçlandığı açıklanır suçlamayı karısının yaptığı bu konular duygusuzluk, bencillik ve acımasızlıktır. Ardından karısının onu aldattığı bir sahneye götürülür, karısı bu olayları ona anlatınca onun sanki Tanrıymış gibi senin için üzgünüm diyeceğini, onun buz kadar soğuk olduğunu yanındaki adama anlatırken görülür. Bu konuşmada Dr. Brogûn yaşamındaki olaylar ve kişilerle sanki orada değillermişçesine arasına koyduğu mesafeyi gösterir. Dr. Brog cezayı sorduğunda verilen cevap “her zamanki gibi yalnızlık” tır. Filmin başında yalnızlığı neden seçtiğini anlatan Dr. Brog bu sefer af olup olmadığını sorar. Artık yalnızlığı ercih etmemektedir. Aldığı cevap bilmiyorumdur. Uyandıktan sonra rüyasını Marianna anlatırken “ölü olduğum aynı zamanda yaşadım” der. Marianne bu cümle üzerine Evald’a benzediklerini söyler ancak Dr. Brog onun daha 38 yaşında olduğunu söyleyerek bu durumu sadece yaşla ilintili olarak ele alır Mariane Evald’ın da Dr. Brog ve annesi gibi soğuk olduğunu söyler. Evald’ın yalnız ve ölü büyüdüğünü söyler. Bu konuşma Dr. Brog’un gördüğü rüyaları farklı biçimde yorumlamasına neden olabilecek biçimdedir. Bu hesaplaşma sadece yaş nedenli değil sevgisiz geçen bir yaşamın hesaplaşmasıdır ve hatta yaş nedeniyle geç kalınmış bir hesaplaşma olduğu söylenebilir. Evald’ın 38 yaşında yaşayan bir ölü olarak tasvir edilmesi sevgisizliği nedenlidir. “Bir gün yüksek bir yere çıkıp konuşmaya başladım. Doğumdan yaşamdan, sevgiden, ölümden söz ettim. Sevgi, sevmek sizin elinizdedir. Oysa öbürleri elinizde değildir, dedim. Sevgisiz yaşamak, yaşamak değildir dedim. Yaşamak değdin ilkin sevgiyle başlar, doğumla, doğmakla değil… Yaşamda sevgisizlikte biter dedim, ölümle, ölmekle değil…” Evald’ın yaşayan ölü olmasının nedeni sevgisizliğidir.

Törenin ardından Dr. Brog’un değişimi davranışlarına yansımıştır. Bayan Agda’ dan sabah için özür diler Bayan Agda’nın ‘siz hasta mısınız?” sorusu ve Dr. Brog’un ‘Özür dilemem bu kadar mı nadir’ demesi değişimi vurgular. Ardından Dr. Brog birbirlerine Agda ve İsak demeleri gerektiğini söyler. Kırık senedir  yanında  olan   Agda  ile  sözlü  bir  samimiyet   kurma      çabasındadır.

Ardından üç genç yollarına devam edeceklerini belirtmek üzere balkonun  altında Dr. Brog’a şarkılarını söylerler. “Ölümün eşiğindeki bütün bu araştırmaların tek amacı vardır: hayatın ve varlığın anlamını bulmak. İkiyüzlü, korkularla dolu, ihanetler, ölümler, bencillikler, aptallıklar, karabasanlarla dolu bir kuyudur bu geçmiş…Avludaki veda şarkısı….ve anlayacaktır ki, Dr. Brog, hayatın anlamı, geçmişin bencil karabasanında değil, “başkaları için olumlu bir şeyler yapabilmekte” dir.”

Evald’ı gördüğünde yanına çağıran Dr. Brog borç konusunu açar. Prensiplerini bir kenara bırakan ve yumuşayan Dr. Brog borcunu geri istemediğini söylemeye niyetlense de Evald bunu anlayamaz ve borcunu ödeyeceğini söyler. Ardından Marianne ile konuşan Dr. Brog ona onu sevdiğini söyler. Film çocukluğunun mutlu günlerini düşünerek uykuya dalmaya çalışmasıyla biter. Filmin sonundaki değişim hayatla barışması olduğu gibi ölümle de barışmasıdır. Ölümle barışabilmek için yaşamla da barışmak gerekmektedir. Platon’a göre “Her kim gençlik ve orta yaşlılık yıllarında görevlerini tam anlamıyla yerine getirirse, yaşlılıktan korkmasına gerek kalmazdı.”

Ölümün yaklaşmasıyla başlayan bu sorgulamanın temel nedenlerinden biri Dr. Brog’a hayatı kaçırdığını hissetmesidir. Geçmiş yaşamından mutlu olan kişinin sorgulamasının bu biçimde gerçekleşmeyeceği ancak kendinden memnun olmayan bir kişinin böyle bir sorgulamaya gireceği söylenebilir. Film bu  noktada sevginin önemini vurgulayarak sevgisiz yaşamı ölümle eş tutar. Dr. Brog’un memnuniyetsizliği sevgisizliğinde soğukluğundadır. Film bu sorgulama aşamasına gelmemiş olan izleyicide farkındalık yaratması izleyiciyi yenileme olanağı tanır. Yaşlılık ve ölüm gibi her bireyin yaşayacağı durumların bu biçimde sergilenmesi bireye hayatının ön bilgisi niteliğinde bir sunumla var olanı önceden değiştirme olanağı sağlar.

Sonuç olarak filmin insana ve insana ait değerler üzerine verdiği iletiler; sevgisiz bir yaşam yaşam değildir biçiminde ifade edilebilir. İnsan ölümü değiştiremez bu bir yazgıdır. Ancak yaşamı değiştirmek kişinin kendi yaşamını üretmesi mümkündür. Bu da sevgiyle olacaktır. Yaşamın karmaşasına kapılan kişide zaman çabuk geçer. Zamanı bu anlamda bilinçli kullanmak adına ölüm düşüncesinin kişinin kafasında bir biçimde yer etmesi önemlidir.

Behçet Necatigil’in ‘Sevgilerde’ şiiri ile çalışmanın noktalanması filmin içeriğini pekiştirecektir.

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vakit olmadı

Behçet Necatigil

Filmin temel sorusu insan ne için yaşar, ya da başka bir deyişle yaşamın anlamı ne? Bu soru Bergman’ın Yedinci Mühür filminde de vardı. O filmde bu sorusunun cevabı ölümde, ölümle mücadelesinde arandı.Yaban Çilekleri filminde ise Bergman bu sorusunun cevabı yaşamda bulmaya çalıştı. Bunun için İsak Borg’un hayatını yaşamamışlığını anlatarak yaptı. Bu yaşamamışlığını desteklemek için profesörün annesi ve oğlunun karakterlerini açıklar. Bu üç karakter filmde yaşamamışlığını, ölümü simgeler. Bunlara karşıt olarak Marianne ve üç genç yaşamayı telsim ederler. Bu iki grup arasında en önemli fark duygusallıkta, ilgililiğinde, sıcaklıkta, dolayısıyla sevgidedir. Mariannne ve üç genç yaşamalarına sadece aklıyla değil duygularıyla da yaklaşırlar. Onlar (Marianne) çocuğunu doğurup ona bakmak, onu sevmek, arkadaşlarıyla hep birlikte olmak, gezmek, bazen tartışmak (duyguları da katarak), hatta kavga etmek, ama daha sonra barışıp gene birlikte olmaya devam etmek isterler. Yani Marianne  ve  üç  genç  hayatlarının  her  anı  yaşamak  isterler,  bunu    sevgiyle gerçekleştirirler. Zaten Bergman’ın felsefesinin temel tezlerinden biri: Sevginin yitirilmesi, ölümün yaklaşmasıdır.18 Dolayısıyla filmin temel sorusu olan insan ne için yaşar cevabı, insan yaşamak için yaşar. Yani yaşamın anlamı   yaşamdır. Ama Bergman’ın dediği yaşam sevgisiz olamaz. Bunun için insan yaşamak için yaşarken, aynı zamanda sevmek için de yaşar.

Bütün bunları göz önüne alarak filmin değeri ne olduğunu, yani insanlığa katkısı ne olduğunu sorulursa, şöyle bir cevap verilebilir. Bergman Yaban Çilekleri filmiyle hızla değişen, insanların birbirine yabancılaşan dünyada insanların insan kalabilmesi için nasıl yaşanması gerektiğini, yani hayattaki sevginin önemi göstermiş olması ve yaşamın anlamı ne olduğunu cevaplamaya çalıştığını için, iş hayatındaki başarılı, ama sevgisiz, sonuç olarak yalnız yaşam, belki daha az başarılı, ama sevgi dolu bir yaşama değer mi sorusunu ortaya çıkarmış olması bu filmi değerli kılmaktadır.

Eserin yeniliği aşırı benciliğin yitirdiği yaşamın öyküsü, türlerin karışımı ile en geniş özgürlük içinde anlatılmış olmasıdır. Birinci sahnenin belgesel kesinliğini, Victor Sjöström (profesör İsak Borg) sanatına saygı anlamında dışavurumcu (ekspressiyonist) bir kabus izler. Geçmişin anımsanması, ışığa boğulmuş birkaç izlenimci (empressiyonist) tablo ile sağlanır. Yitik bir gençliğe duyulan özlemi canlandırabilmek için (Bergman) dekoru, ışık yaratır. Gülünç ya da zorlu serüvenler ile bu araba yolculuğunun gerçekçiliğinin karşısına,  Bergman kontrastlı ışıklandırma ile alaycı ve gerçeküstü bir sahneyi yerleştirir.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2009

Bunu paylaş: