Mart Dileği – Duygu Yılmaz

Mart Dileği* 

Kadınlar, toplumca takılan prangalarla, tabular, “olmazsa olmaz”lar ve olması gerekenler labirentinde kıvranarak ilerlemeye çalışırken, yıl 2009 olsa bile, Nazım ustanın da dediği gibi,”soframızdaki yeri, öküzlerimizden sonra gelen…” yargısı, tüm gerçekliğiyle devam etmekte hala. Kız çocuklarının eğitimini sağlama amacıyla başlatılan çalışmaları yürüten sivil toplum örgütlerinin sayısı, kadınlara yönelik şiddeti engelleme ve bu soruna çözüm bulma çalışmalarını yürüten kuruluşlara yaklaşmış durumda. Bu kuruluşlardan, amaçları çıkar sağlama olmayanları çıkardığımda elimizde kalan komik rakamsa en az bu kuruluşların varlığı kadar düşündürücü. Düşündürücü diyorum; çünkü bu kuruluşların sayısının çoğalması, ilgilendikleri problemlerin çözümsüz biçimde arttığı gerçeğinin canlı bir kanıtı.

Köylerde ya da kırsal kesimde yaşayan kadınların sorunları, anlatılamayacak kadar büyük gözükse de kentlerde yaşayan kadınların da en az onlar kadar şanssız olduğunu gösteren birçok anlatı var etrafta. Kentli kadınların mesleği ne olursa olsun ikinci yükümlülüğü evi ve erkeğiyken, yeri geldiğinde ailenin yeri geldiğinde ise annenin bir parçası gibi gözüken çocuk büyütme işi de kadına verilen cezanın taçlandırılmış biçimi. Çalışan erkeğin yaptığı işin, evine para getirme olarak nitelendirilmesiyle birlikte, çalışan kadının çoğu aile içinde boşanma olasılığına karşı, ekonomik özgürlüğünü kazanmaya çalışan, yarı sadık kadın gibi görülmesi ve bazen de bunu yapabilmek için erkeği ikna etmek durumunda kalması, kadının ikinci sınıf insan yerine bile konmadığının önemli bir ölçütüdür. Kadın, önüne konan engeller ve zorlaştırılan şartlarla, adeta erkeğin bir alt sınıfı olarak kalmaya mecbur edilmektedir.

Evlilik kurumunun sözde tanımı-ülkemiz için konuşmak gerekirse-erkek için, temiz bir yuva, sıcak yemekler, sınırsız bakım, temiz kıyafetler ve tamamen erkeğe ait bir eşten ibaretken; kadın için, sınırsız hizmet ve sonsuz sadakattir. Erkek, eşini evlilik öncesinde ya da sonrasında aldattığında kaçamak olarak adlandırılırken, kadının en ufak bir hareketi, hayatını değiştirebilir, sokakta yürüyemeyecek hale gelebilir. Doğudaki töre cinayetleri, şehirlerde dayaklara dönüşmektedir. Erkeklerin çoğu, evlendikleri kadın kaçıncı sevgilileri olursa olsun, kadının hayatında ilk ve tek olmak isterler. Evlilik öncesi cinselliğin, kişilerin en doğal ihtiyacı olduğunu savunan çoğu kadın da toplumun koyduğu tabuları, kendileri için henüz devirememiş kişilerdir. Burada sorun, yanlış namus tanımıyla birlikte gelen kadın-erkek ayrımıdır. Burada sorun, kadına bakış açısıdır…

Yıl 2009 iken bir şeylerin değişmesinin zor olduğuna inanmak bu kadar zorken, gençlerin eski kavramları değiştirip yanlışları arındırması bir Mart dileği olsun. Kadınlara selam olsun!

“ayın altında kağnılar gidiyordu.

kağnılar gidiyordu akşehir üstünden afyon’a doğru. toprak öyle bitip tükenmez.

dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişmeyecekti.

kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle. ve onlar

ayın altında dönen ilk tekerlekti. ayın altında öküzler

başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık, kısacıktılar

ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında ve ayakları altında akan

toprak toprak ve topraktı

gece aydınlık ve sıcak

ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. ve kadınlar

birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında

geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. ve kadınlar

bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri,

ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz

ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

ve karasabana koşulan ve ağıllarda

ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan

kadınlar bizim kadınlarımız şimdi ayın altında

kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi

aynı yürek ferahlığı,

aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. ve on beşlik şarapnelin çeliğinde ince boyunlu çocuklar oynuyordu. ve ayın altında kağnılar

yürüyordu akşehir üstünden afyon’a doğru…”

Nazım Hikmet Ran

 

Tutunmaya çalışan kadınlar için bir Mart önerisi: “Aysel Özakın-Genç Kız ve Ölüm”

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2009

Bunu paylaş: