Sanat ve Kadın*
“Sanatın işlevi nedir?” sorusu sanat tartışmalarında sık sık gündeme gelir. Bu soruya verilen yanıtlar da bir anlamda sanatçının bireyci mi-toplumcu mu olduğu konusundaki yerini belirler. Aslında göz ardı edilen önemli bir şey var: Sanatın işlevi ile kadının işlevi aynıdır.
Sanat, olandan yola çıkıp olması gerekeni doğurandır. Kadın da öyledir. Bu bağlamda sanat da kadın da gelişimin en yoğun, derin ve güzel iki öznesidir. Sanat, barıştan yanadır, kadın barışın kendisidir. Sanat, toplumun hep bir adım önünde olan ve onu geleceğe taşıyan; kadınsa o geleceği bizzat doğurandır. İkisi de yapıcıdır, doğası gereği. Bu nedenle sanat da kadın da toplumun bir parçası olarak toplum için vardır.
Kadının, yapıcı ve barıştan yana olması, zaman zaman bazı sanat akımlarının (Tabii bunlara sanat denirse) bile tepkisini çekmiştir. Kadını, gelişimin önünde engel, durağanlığın doğurganı görmüşlerdir. Kadını böyle algılayan bu akımın(Fütürizm) sanat anlayışı, sanatın özüne aykırıdır. Kadını küçümseyen, savaşa ve militarizme övgüler yağdıran bir sanat olabilir mi? Hayata böyle bakan birileri, kendilerine sanatçı demiş deseler de sanatçı olabilirler mi? Yaşamı bu şekilde, (savaş-militarizm-kadının aşağılanması, makine tutkusu) algılayanlar elbette kadını gelişimin önündeki engel olarak görürler. Gelişimi savaştan ibaret sayanlar için elbette kadın, ürettiklerinin heba olmasını engelleyen bir güç olacaktır.
Hiçbir sanatçı, ürettiklerinin ve emeğinin harcanmasını istemez. En derin ve üretken sanatçı olan kadın, kendisi için dünyanın en güzel sanat eseri olan evlatlarının harcanmasını elbette istemez. İşte aslında tam da bu noktada, doğanın ona bahşettiği doğurganlık ve doğurduklarını koruma noktasında, kadın da gerçek sanat gibi barıştan yanadır, yapıcıdır, toplum için vardır.