Türk Resminde Bir Değişim Süreci ve Günümüz Sanatı*
Türk resminde 1975’lerden günümüze birçok eğilim süregeliyor. Konuyu eğitim alan kuşaklar bağlamında değerlendirdiğimizde figüratiften kavramsala ve güncele uzanan yapı içinde yoğunlaşmaların genellikle 1975’ten sonra yaşandığı görülmektedir. ‘Yeni Eğilimler’(1977) ve ‘Günümüz Sanatçıları’ (1980) sergilerinin -özellikle gençlerce- gündemi oluşturması da sergilerde, panellerde, konferanslarda daha çok yeni olanların konuşulup, tartışılmaları da bu bilgiyi doğrulamaktadır. Yurt dışına çıkışlarda, yayınlanan kitap, dergi sayılarında ve sunulan bildirilerde belirgin artış da aynı noktayı belirginleştirirler. Ayrıca koleksiyonerler ve galericilerle oluşturulan piyasa da, açılan resim yarışmaları da ortamın özelliklerine dikkat çekebilirler.
Türk resmindeki bu süreç İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde daha önceki yıllara yayılan politize olunmuşluğun ardından yaşanmıştır. Bazı öğrencilerin –atölye eğitimcilerinin yenilikçi tavırlarından da etkilenerek- yeni sanat akımlarını içselleştirme girişimleri ile sanatsal yaratıya farklı yönler kazandırdıkları en belirgin özelliklerindendir. Artık izlenimcilik, gerçeküstücülük ya da toplumsal gerçekçilik natürmortlarla sınırlandırılan doğalcılığın karşısındadır. Özellikle soyut resme ilgili oluşla bilgi aktarımlı tartışma ortamları yaratılmıştır. Hiperrealizme, fotorealizme öykünenler gibi diğer akımların takipçileri de kendi sanat dillerini savunurlar. Akademik ortamın vazgeçilmezlerinden tuval üzerine resim yapmak gibi kavramsal sanat da konuşulur ve taraftarlarını kolayca bulur.
Tüm bu tavırlar kuşkusuz az sayıda da olsa yerleştirmelerle uğraşılmasının yolunu açacaktır. Kısa sürede birbirlerinden farklı sanat akımları akademi koridorlarında yapılan sınavlarda kendilerinden ayrı ayrı bahsettirirler. Durumu ‘gelenekselle güncelin bir karmaşası’ diye yorumlamak da mümkündür; oysa olay, sanat üretiminin odak noktası olan eğitim kurumunda bir değişim sürecinin getirilerinden başka bir şey değildir.
1975 sonrasında İDGSA’sinde yapılan resimlerle sanatın yönlendirilemez olgusallığı daha da güçlü hissedilir. Türkiye’ye önceden getirilmiş olan Kübizm biçimciliği ve ardındaki gelişmeler çoktan çözümlenmiştir. Batı resmine uyumu irdeleyen yapı bir kere daha öne çıkarılır; ancak bu kez güdümsüz oluşa ve özgünlüğe ilerlenir…
Türk resmindeki bu değişim sürecinde apayrı yolların tanıtımcısı kuşkusuz ileride gerçekleştirilecek bienallerdir. Özellikle ilk bienaller (1987,1989) genç sanatçıların kendilerini sorguladıkları etkinliklerdir. İki yılda bir izlenen dünya sanatı yeni açılımlara yoğun bir ilgi uyandırmıştır.
Şimdilerde video, slayt, fotoğraf, performans vb. anlatımlar çağdaş sanatta günden güne biçimlendiriliyor. Olay -teknolojinin de kullanım oranı açısından bakıldığında- değişimlerle başa baş gitmekte. Bilinçli üretimci ve paylaşımcı için çağdaş sanat, geçicilik ve yoklukla bağdaşık da olsa insanları düşündürüyor. Kişisel, toplumsal, siyasal olaylara sorgu önerileri de sunuyor. Kızdırıyor, nefret ettiriyor, eğlendiriyor da…
Geleneksel tekniklerle üretilen çağdaş resimlerin yanında, kişisel ya da gruplarca malzemeler aracılığıyla sürdürülen çağdaş sanata ve güncele kayıştaki sınırsızlığın getirileri -olumluluk ya da olumsuzluk anlamında- oldukça devingen. Bitimsizlik örneği çağdaş sanat, karmaşadan değil, arayışların zenginliğinden ve sonuçtan bahsettiriyor.
Estetik duyarlılığı olgunlaşmış ve kültürel varoluşu benimsemişler açısından bir sorun yok. Zorlansalar da çağdaş sanatı anlamaya meğilliler. Ama toplumumuzun genelinde bu tip bir eğilim bulunması bugün için imkansız. Yine de temelini Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma hareketlerinde atmış, modernizmi sadece altmış yıl öncesinden beri yaşaya gelen resim sanatımız için gelişmelerin böylesine çağdaş bir boyut kazanması hepimizi umutlandırmalıdır.