Aziz Nesinlik Ülke*
Atasözleri ve deyimler konusunda oldukça zengin olan dilimizin belki de son büyük deyimi “Aziz Nesinlik” deyimidir. Ne zaman trajikomik bir olayla karşılaşsak ya da idarecilerimiz birbirinden ilginç(!) durumlara imza atsalar “tam Aziz Nesinlik olay-durum” şeklinde tanımlarız. Aslında bir geleneğin devamıdır bu. Bektaşi fıkralarıyla başlayıp, Nasreddin Hoca ve Karagözlerle süren Anadolu’nun her daim gericiliğe karşı durmuş ince mizah anlayışının bir anlamda son temsilcidir büyük usta Aziz Nesin. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet tarihimizin iyisiyle kötüsüyle birebir tanığıdır ve tanıklığını güçlü kaleminden fışkıran mizahla aktarmaktadır halen.
Tiyatro, şiir, öykü, mizah ve daha pek çok alanda sayısız yapıtı bulunan, yurtiçi ve yurtdışında kendisinin dahi anımsayamayacağı kadar çok ödüle layık görülen büyük usta, 80 yıllık yaşamı boyunca, Cumhuriyeti de kısa sürede ele geçirmekten geri kalmayan gerici zihniyet tarafından baskıya, zulme, hapislere, işkencelere, türlü saldırılara maruz kalmıştır. Tüm bunlara karşı koyuşu ne silah ne zorbalıkta bulmuş, sadece kalemini keskinleştirerek mizah gücünü arttırmıştır. Genç yaşında faili meçhul bir cinayetle kaybettiğimiz edebiyatımızın büyük ismi Sabahattin Ali’yle birlikte çıkardıkları Markopaşa’dan itibaren iktidar temsilcilerinin her daim hedefi olmuştur. Fakat sadece Türkiye gericilerinin ve güç temsilcilerinin değil aynı zamanda diğer ülkelerdekileri de fazlasıyla rahatsız etmiştir. Taşlamalardan oluşan ikinci kitabı Azizname’nin yayınlandığı 1949 yılında İngiltere Prensesi Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Mısır Kralı Faruk elçileri aracılığıyla Aziz Nesin’in 6 ay hapis yatmasına neden oldular. Demokrat Parti’nin en büyük eseri(!) sayılabilecek, gayri Müslim yurttaşlara hunharca saldırıların yapıldığı 6–7 Eylül olaylarında Menderes hükümeti ortaya konan vahşetten başta Aziz Nesin olmak üzere komünistleri suçlaması ve tutuklatması “Aziz Nesinlik durum”lara verilebilecek bir başka örnektir. Maalesef Birçoklarımız büyük ustayı sadece bu gibi olumsuz olaylarla hatırlıyoruz. Kendisine yapılan haksızlıkların sayısı o denli fazla ki sıradan vatandaşlar için Aziz Nesin, 37 canımızı alan Madımak yangınından sağ kurtulan ve dini oldukça bütün(!) duygularımıza karşı konuşan “Şeytan” ya da yüce(!) Türk milletimizin yüzde 60’ının aptal olduğunu söyleyen bir Moskof’tur! Aptallık tartışmasının çıkış noktası Aziz Nesin’e yöneltilen “Türk toplumunun mizaha olan ilgisi sizce zekâsından mı ileri geliyor?” sorusuna verdiği “Ne zekâsı? Bu milletin yüzde doksan biri (12 Eylül’ün) 82 Anayasasına evet demiştir. Geriye kalıyor yüzde dokuz. Hadi biraz iyimser olalım, ama yüzde altmışı aptal bir milletiz.” cevabından gelmektedir. Olayın devamında daha da trajik-komik olan Aziz Nesin’in mahkemeye verilmesi ve karşılık bulmayan “Yapmayın, etmeyin. Eğer mahkemeyi ben kazanırsam sizin aptallığınız mahkeme kararı ile tescillenmiş olur” sözleri sonrasında mahkemeyi kazanmış olmasıdır. O referandumdan sonra halkımızın her defasında yaptığı seçimler ne yazık ki bu durumun tersini göstermiyor. Belki daha da acı olan tercihlerimiz sonucu bizi yönetenlerin yüzde kaç olduğu kesin bilinmeyen aptallarımızın en seçkinlerinden oluşmalarıdır. Konuştukça batması gereken ama bir türlü batmayan siyasilerimiz, havaalanlarında deve kesen görevliler, Rabbinin Cleveland çağrılarına uyanlar, imam-hatip mezunu olup televizyonculuktan, fen bilimlerine her işin üstesinden gelebilen süper-imamlar, daha uzun uzun listeleyebileceğimiz “Aziz Nesinlik durum”lar, acaba bu büyük aydınımız hayatta olsaydı neler derdi sorusunu kendi kendimize sormamıza sebep olmakta.
Aziz Nesin’in sanatında mizahı tercih etmesi doğuştan gelen bir dürtü değil çocukluğundan başlayarak tüm yaşamı boyunca yaşadıklarıdır. Hatta yaşadıklarından da öte Aziz Nesin bunu tercih etmiştir. Tıpkı yaşama soldan bakmayı, toplumsalcı bakmayı tercih ettiği gibi. Çocukluğunu anlattığı “Ben de Çocuktum” adlı eserine tekrar göz gezdirdiğimde şu cümlelerin önemi daha net fark edilmekte; “Dost okurlarım! İşte benim on yaşıma kadar olan yaşamımı, anılarımı öğrendiniz. Bu yollardan geçip gelen benim gibi birisi için, önüne açılan iki yol vardır: Ya sınıf değiştirecek, ya bir üst sınıfa geçecek, üst sınıfın nimetleri, rahatı içinde kendisinden memnun olacak, uyuşacak; ya da çektiği acıları, kendisinden sonrakilerin çekmemesi için savaşacak, yani toplumcu olacak. Benim toplumcu, solcu oluşumun nedeni işte budur; toplumculuğum, yaşamımın bir sonucudur. İnanıyorum ki, Türk halkı ancak ve ancak toplumculukla kalkınır. İnanıyorum ki ancak toplumculukla çocuklarımız, bizim çektiklerimizi, bizim acılarımızı çekmez.” Bu devrimci cümleleri tekrar okuduğumuzda Aziz Nesin’in 1973’te kurduğu, eğitim olanaklarından yoksun, kimsesiz çocukları tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamayı amaçlayan Nesin Vakfı’nın gittikçe zorlaşan koşullar altında öneminin ne kadar arttığını görüyoruz. “Mizahçı” sayısının sürekli arttığı ancak mizah yazarı sayısının ya da sanatında mizahı tercih eden aydınların çoğalamadığı bir ülkenin ne yazık ki “Aziz Nesinlik olay”ları gündelik hayatta hemen her yerde yaşayacağı bir gerçektir. Bizler aydınlık için, Aziz Nesin için, toplum olmayı başarabilmek için “Aziz Nesinlik olay”ların gitgide azalacağı bir ülke, gelecek için uğraşımızı sürdürmeli ve tıpkı büyük usta gibi sonraki kuşaklara bu bilinci aşılamalıyız.