Bir Bahar Akşamı – Osman Bahar

Bir Bahar Akşamı*

Bir bahar akşamı, rastladım size(!)…

Bir mayıs ayında yazılmış bu ilk yazı, yine bir mayıs ayında tanıştığım kot taşlayan adamların hikâyesine ithaf edilmiştir…

Kurallara bağlılığı pek hazzetmem… Konumuz Akdeniz ama her zaman olacağı gibi ben konuyla pek bir alakadar olmayacağım… Neyse yazıma geçiyorum…

Sıradan bir mayıs gününde eskilerin deyimiyle ‘ajans saati’nde, yenilerin deyimiyle ‘bundan sonra benim dizim başlıyor saati’nde hangi kanalda magazin haberi bulamam diye gezinirken adı lazım olmayan bir kanalda 30–35 yaşlarında bir adamın şu sözlerine tanık oldum: ‘Abla ben Mardin’den para kazanmak için eniştemin kardeşiyle birlikte çalışmaya İstanbul’a gittim, şimdi bu illete yakalandım. Kim bilir kaç gün ömrüm kaldı, son günlerimi kızımla ve karımla geçiriyorum

Neydi acaba bu adamın hikâyesi deyip kumandayı attım elimden ve haberi izlemeye devam ettiğimde anladım durumu. Adam, para kazanmak için gittiği taşı toprağı altın İstanbul’da büyük bir kot pantolon (jean) markasının taşeron firmasında ‘kot taşlama işçisi’ olarak işe başlar. Bir süre sonra, sıradan bir Türkiye hadisesinde, sigortasız, zehir saçan alete karşı maske kullanmadan çalıştırılan bu adam silikozis hastalığına yakalanır ve ölümünü beklemeye  başlar. İnsan hayatının bu kadar ucuzlaştığı ve acizleştiği Türkiye’de, Mardin’den giden o adam ve onun eniştesinin kardeşi gibi onlarca adamın hikâyesi var ve hepsi ‘üç kuruş için’ ölüme kucak açıyorlar.

Yine bir kanalda konuyla ilgili halka sorular soran bir muhabirin karşısında bir kız geliyor. Muhabir kot taşlama işçilerinin hikâyesini anlatıyor ve kızcağız ‘Evet, ben bunu biliyorum ve çok üzülüyorum gerçekten yani onların hallerine’ diyor ve muhabir ‘ama sen de kot giyiyorsun’ dedikten sonra kızın muhteşem cevabı: ‘Ama benim başka kıyafetim yok.’ Pardon? Kelimelerin kifayetsiz  kaldığı an böyle bir şey olsa gerek.

Aslında bu bir araz talep meselesi: sen kot alırsın, marka bir tane daha yapar,  işçi ölüme bir kot daha yaklaşır. Zincir bu kadar basit. Kapısında bizleri almıyorlar diyerek kızdığımız Avrupa’nın Kuzey ülkesi İsveç’in yanından dahi geçemiyoruz… Aynı durum orada da söz konusuydu ama para içinde yüzen(!) İsveçliler, tüm ülkede kot alımını durdurarak protesto ettiler ve yasalar değişti, şartlar değişti herkes huzura kavuştu. Bizde de yıllar geçiyor ne gelen var ne giden! Gazetecilerin ‘yazın haber boşluğu var, bir tane hikâye bulur yılı kurtarırız’ mantığı devam ettiği sürece, büyük Türkiye’min büyük iktidarındaki ve muhalefetindeki politik-antipatikler varlıklarının sebebini anlamadıkları sürece, protestoyu sadece 1 Mayıs’ta hatırlayan solcu entelektüellerimiz ve sendikacılarımız böyle devam ettiği sürece ve –galiba en acısı da bu- cebindeki son 150 milyonla kot pantolon alan ve başka giyecek hiçbir şeyi olmayan gariban(!) yeni nesil bu durumu protesto etmediği sürece bu hikâyeler sürer gider. Malum arz-talep meselesi… Ha bir de şu zihniyetliler var: ‘Ben protesto ediyorum. Bak taşlanmış değil benimkisi’… veee bir pardon daha! Anlatılmaz yaşanır!

Acaba bugün kaç kişi yapılan protestolardan haberdar?’ sorusu, cevabını çok merak ettiğim bir sorudur… ‘Acaba kaç kişi http://kottaslama.org sitesini biliyor?’, ‘Acaba kaç kişi üzerinden kot çıkarmayı başardı?’ soruları da öyle… Daha fazla soru sormaya gerek yok… Çünkü bu gurur duyduğum(!) sistem değişmediği sürece yeterli sayıda insan bilmiyor demektir.

Hayatta kendimle bir kere gurur duydum… Bir bahar akşamı rastladığım o adamın hikâyesinden sonra kot giymeyi bırakmıştım… Beni gururumla baş başa bırakın…

Not: Bugün alabileceğiniz en ucuz ve en pahalı kıyafet kot pantolondur denilebilir. Yazım ve sözüm, en ucuzlarını almak zorunda olanlara değildir… Çünkü onların da en az silikozis hastalığına yakalanmışlar kadar zor bir  hayatları ve gerçekten giyecek başka bir şeyleri yok…

Saygılar…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergitemmuz2009

Bunu paylaş: