Doğayı Yok Eden Aslında Yaşam Tarzlarımız*
“Doğa üzerindeki zaferlerimizden dolayı kendimizi fazla kutlamayalım. Her bir zafer için, doğa bizden intikamını alacaktır. Her adımda etimizle, kanımızla, beynimizle kendisine ait olduğumuzu ve içinde yer aldığımızı hatırlatacaktır bize.”
Friedrich Engels
5 Haziran, Dünya Çevre Günü. 1972 yılında, İsveç’in başkenti Stockholm’de ortaya çıkmış bu gün. Sanayi devrimi, makineleşme, sürekli büyüme ve değişen tüketim alışkanlıkları, sadece insanlığı değil de tüm Dünya’yı etkilediği artık kaçılamaz bir gerçek halini alınca 133 ülkenin katıldığı Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda alınmış bu karar. Ciddi bir platformda belirlenmesine rağmen aradan geçen 30 yılı aşkın sürede pek bir değişiklik olmamış Dünya’nın kaynaklarını tüketmekte. Tüketim toplumunun patronları hala bildiklerini okuyorlar. Bilim adamları ve çevreciler küçük görülüp göz ardı ediliyorlar. Fakat artık Dünya daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir tehdit altında. Yeryüzündeki ekosistemi sistematik olarak yok etmekteyiz. Ve bu geri dönüşü olmayan bir yol. Dünya 2 milyar yaşında ve artık sonu gelmek bilmeyen aç gözlülüğümüzü kaldıramaz duruma geliyor. Bilinen en eski memelilerden mavi balinalar 18 milyon yıldan beri okyanuslarda hayatlarına devam ediyorlar; ama 200bin yaşındaki insanlık artık onlara karşı yıkıcı bir tehdit durumunda.
Hayvan türlerinin yok olması, ormanların katledilmesi, küresel ısınma, kuraklık, açlık ve temiz su kıtlığı. Bütün bunlar modern insanın doğaya ve bazı coğrafyalara çıkardığı faturalar. Her gün daha çok yok ediyoruz, her gün biraz daha üreterek, biraz daha tüketerek biraz daha öldürüyoruz. Her geçen gün doğadan biraz daha uzaklaşıyoruz. Batı, gökdelenlerinde, alışveriş merkezlerinde, petrol rezervlerinde yeni bir hayat tarzı oluştururken bizler de onları taklit ediyoruz. Her geçen gün biraz daha umursamaz oluyoruz. Umursamamayı bile umursamıyoruz. Her şey normalmiş gibi davranmaya devam ediyoruz. Öldürerek, geleceği yok ederek ve yayılarak.
Bu süreci durdurmak ve değiştirmek için hemen harekete geçmemizi söyleyenler de var, treni onlarca yıl önce kaçırdığımızı söyleyenler de. Sürdürülebilir gelişmelerden, geri dönüşüm sistemlerine kadar birçok çevreci çalışma da yapılmakta. Yine de gerçek olan bu tehlikenin bizler hayat tarzlarımızı değiştirmediğimiz sürece asla değişmeyeceğidir. Dünya’nın karşı karşıya olduğu en büyük tehlike küresel ısınma ve canlı türlerinin artık normalden bin kat daha hızlı yok oluşu olduğu kadar belki de nüfus artışı, ekonomik büyüme ve de paramızı nereye harcadığımızdır. Bunu görmediğimiz sürece, kafamız önümüzde bildiğimiz hayatı yaşamaya devam ettiğimiz sürece bu değişim maalesef hiçbir zaman gerçekleşemeyecektir. Daha fazla keyif daha fazla lüks daha fazla benmerkezcilik ne yazık ki insanlığın kendi yolunu talihsiz bir şekilde çizmesine neden olmaktadır. Bu alışkanlıklar hayatımızın her yerinde karşımıza çıkmaktadır. Doğanın dengesini unutup tek egemen olduğunu düşünen insanoğlu attığı her adımda kendi dışındakileri unutmakta ve kısacık hayatını ne kadar bencillikle doldurabilirse doldurmaktadır. Örneğin milyon dolarlar harcayıp oteller açmak kısa hayatlarımıza bazı hazları tattırabilir belki. Ve hatta golf “sporu” bugüne kadar yaptığımız en eğlenceli aktivite bile olabilir; fakat dünyada golf sahalarının büyük çoğunluğu tarım arazileri üstüne kurulmaktadır. Oysaki yeryüzündeki yaklaşık 1 milyar insan açlık sınırında yaşamaktadır. Zevk için inşa ettiğimiz tüm golf sahalarını sulamak için bir günde gerekli olan su miktarı, 4,5 milyar insanın bir günde ki ihtiyacına eş değerdedir. Bu ve benzeri örnekler oldukça korkutucu ve de cesaret kırıcıdır.
Bana göre bundan daha utanç verici ve üzücü yaklaşımlarda var: Günlük hayatımız. Daha önce de dediğim gibi görmezden gelişimiz, tüketmeye devam edişimiz. Artık bu sorunları daha derinlerde bir yerde kabul etmemiz lazım. Küresel ısınmaya ya da diğer çevre sorunlarına birer başlık olarak uzaktan bakıyoruz. Biraz daha gözümüze batınca: “evet böyle bir şey var, doğru” diyoruz. Fakat sonra bu işi bilim adamlarına bırakıp arkamızı dönüyoruz. Hâlbuki onlar zaten bizleri değiştirmeye çalışıyorlar. Daha derinlerde kabul etmemiz lazım derken demek istediğim; tüm bu olanların bizim yüzümüzden olduğudur. İnsanlık yüzünden. Tek tek her birimiz yüzünden. Yazanın ve de okuyanın yüzünden. Artık çok geçmeden hayat tarzımızı değiştirmemiz gerektiğini kabul etmeliyiz. Dünyanın belki de sonunu hazırlayan bu sürecin biz hayatlarımızı, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmeden asla değişmeyeceğini kabul etmeliyiz.
Bu değişimi yaşamaya korkanlar, dediğim gibi bunun sadece bilimin sorunu olduğuna inanıyorlar. Konuyu biraz daha deşince ya umursamaz bencil hayatları çıkıyor düşüncelerinin altından ya da kendilerini kandırmaları. İnsanlığın, yaşamın bit(e)meyeceğine olan inançları beliriyor. Adaptasyondan, evrimden bahsedenlerle de karşılaştım, Tanrı’ya sonuna kadar güvenenlerle de. Isınmanın ya da bazı canlıların yok olmasının yeni adaptasyonlar doğuracağını ve insanların da bu süreçte yeni yerlerini alacaklarından bahsediyorlar. Evet, evrim, bilimsel bir gerçektir; fakat şu an içinde bulunduğumuz durum artık adaptasyon ve doğal seleksiyon hızının çok daha ötesinde. Ne insanların ne de diğer canlıların sıcakta bir yaşama alışmaya vakit bulamayacakları kadar hızla değişiyor her şey. Bir geminin geçmesine bile izin vermeyen Kuzey Buz Denizi’nde şu anda ülkeler arası deniz taşımacılığı yapılmakta.
Etrafımda, tek başıma kullanılmayan ışıkları kapatmamın saçma olduğunu düşünen kişiler var; araba yerine toplu taşıma araçlarını tercih etmemi anlayamayanlar da. Aralarında çok iyi mühendisler de var, politikadan anlayanlar da. Bir kenarda şiir karalayandan amatör bir tiyatro oyuncusuna kadar birçok kişi… Oysaki bana her zaman önce onların doğaya bağlı olması gerekiyor gibi geliyor. Yaptığımız ve inandığımız şeyler için doğaya ihtiyacımız var ve O’nu sonuna kadar savunmalıyız. Devletler veya dünyayı yönetenler bir anda durup da banka hesapları yerine çevreyi önemsemeye başlamayacaklar. Plansızca büyümenin ve tüketimin artık tolere edilebilir bir noktadan çok uzakta olduğunu söyleyen insanların bir anda sözü geçmeyecek. Fakat biz hayatımızı buna göre kurar ve öyle yaşarsak otoritelerden taleplerimiz bu yönde olursa bazı şeylerini görmelerini sağlayabiliriz. Benim kapattığım tek bir ışık tabi ki de anlık bir sonuç vermeyecektir. Bununla beraber moda oldu ve artık mağazalar, üzerinde “Dünyayı kurtar/save the world” yazan bez çantalar satıyor diye onları almak da bir işe yaramayacaktır. Ancak biz bu hayat tarzını toplumlarda yerleştirebilirsek, tepedekilerin de buna uymaktan başka şansı kalmayacaktır.