Köy Enstitülerini Anlamak*
Yazıma öncelikle Köy Enstitüleriyle ilgili, çok detaya girmeden, birkaç genel bilgi vererek başlamak istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünsel önderliği ve ilk hamleleri doğrultusunda, İsmet İnönü’nün aynı yolda attığı adımlarla, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un süregelen projeye şekil ve aslen can katmasıyla, 1940 yılında dünya eğitim tarihinde devrimsel nitelikteki yerini almış ve kapandığı tarih olan 1954 yılına kadar, kültür birikimi oluşturulmuş, zirai ve teknik anlamda yetiştirilmiş 17,341 köy öğretmeni yaratmıştır. Eğitimin bu beyaz sayfası kimi yabancı komisyonlarca incelenmiş, esin kaynağı olarak ele alınmıştır. Aynı zamanda UNESCO gelişmekte olan ülkelere Köy Enstitüleri projesini halen önermektedir. Konuyu bu açıdan daha fazla ele almamın anlamı olduğunu düşünmüyorum, internet çağında yaşıyoruz ve kitaplara alerjisi olan bir insan bile, eğer isterse, enstitülerin yapısı, yaşam süreci ve üretkenliğiyle ilgili internetten daha ayrıntılı bilgi edinebilir, edinmelidir.
Gelelim benim asıl olarak sizlerle paylaşmak istediğim yaklaşıma. Bir toplum, bir ülke varsayın ki; eğitimi, bilimi, sanatı, tekniği, üretmeyi esas almış ve haritada bulamadığımız, yeri geldiğinde kardan kıştan dünyayla iletişimi kopan bir köyünde bile eğitim devam ediyor, ezberlemek değil düşünmek teşvik ediliyor, ulusal ve evrensel romanlar, şiirler tartışılıyor, akordeon, mandolin, keman çalınıyor, sanat, insanın güzel duygularını besliyor, insan insanı değerli kılıyor, seviyor, doğayı daha verimli duruma getirmek için yeni teknikler ve zirai yöntemler aranıyor, uygulanıyor, üretkenlik anlayışı zenginleşmeyi getiriyor.
Bir diğer toplum ve ülke varsayın ki; eğitim düşünmeyi değil ezberlemeyi esas alıyor, kızlar zaten okula gönderilmiyor (uzay çağında bile), giden erkek çocukları da en fazla birkaç sınıf okuyor okumuyor, hemen ağaya, şeyhe hizmet, itaat esası anlayışıyla boyunduruk altında yaşama mahkûm ediliyor, sormuyor, soramıyor, sormak ne demek belki bilmiyor, insan insanı insanlığından ötürü insanlığa aykırı bir şekilde ayırıyor, sanat şeytanın ürünü olarak kalmaya devam ediyor, kimi durmadan üretiyor ama sofrasında zenginleşme olmuyor ağanınkinin aksine, kimisi de üretmek kelimesinden bihaber tüketerek kan dolaşımını sağlıyor.
Bugün Türkiye dengeli bir şekilde gelişmiyor, kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna herhangi bir standart gelişimden bahsetmek söz konusu değil. Eğitim bir tuğla adeta, kimi köyde okul yok, okul olan köyde öğretmen yok. Sanat, insanlar birbirini sevmesin ve olabildiğince fazla yelpazede birbirini ayırsın birbirinden uzaklaşsın diye Anadolu’nun neredeyse her yerinde önemsizleştirilmiş. Dünyanın en verimli toprakları üretkenlikten uzaklaştırılmış. Sizce hangi varsaydığımız toplum ve ülkeye benziyoruz?
Köy Enstitüleri, feodal yapının ve cemaat anlayışın kişisel ve ekonomik çıkarlarının önünde yükselen bir duvar olarak can kazandığı için, dönemin ağalarının ve şeyhlerinin kendilerine ve günümüzdeki neo-ağa ve neo-şeyhlere karşı bir tehlike olarak görmesi nedeniyle siyasi güçlerinin baskılarıyla kapatılmıştır. Bu öğretim sistemi ve yöntemi dünya eğitiminde dev bir beyaz sayfadır. Dolayısıyla ülkemizin kaybı çok büyüktür, kaybın boyutlarını algılamak için geçmişten günümüze dikkatlice bakmak, Köy Enstitülerini anlamak gerekir.