Sanat ve Toplum*
Sanat! Hayal gücü ve yaratıcılığın bedene kavuştuğu nokta. Yaşamda kullanılan cümlelerden söylenemeyenler. İnsanoğlunun var oluşundan itibaren sosyal ve kültürel gelişimi içinde kalabalıktan topluma geçiş sürecinde anlatımsal ve ifadesel iletişim yöntemi. Sanat ilk sosyal ilişkisini hangi olguyla kurmuştu? Bu olgu kesinlikle insan ve toplum üzerine olmalıydı. Çünkü insanoğlunun yaratılışından itibaren ilk yaratıcı anlatım diyebileceğimiz mağara resimlerindeki ana figürler çizgisel insan betimlemeleriydi. Sosyal çevresi ve yaşam koşullarını, av sahnelerini, el aletlerini anlattı. Burada sadece çizgisel bir yaratıcılık kullanacaktı. İnsanoğlu geçirdiği evrim içerisinde hayal dünyasını, yaratıcılığını, anlatım gücünü ve üretkenliğini yanında taşıyacaktı. Peki, bu birliktelik neydi? Toplumun geçirdiği evrim sürecinde sanat nerde durdu? Toplumun sanat üzerindeki yansımaları, sanatçının anlatım seçenekleri arasında insanoğlunun psikolojik tarihimiydi, hayal gücü mü? Gerçekçilik sanata ne zaman dokundu? Hizmetkârlığı kim yaptı, sanat mı, toplum mu? Şimdi 20. yy ikinci yarısından günümüze uzanan sanat ve toplumla ilgili bir yolculuk yapacağız.
I. Perde Tarihi Örttü ve Flaş Patladı! Gülümse…
Plastik sanatlar, mimari, müzik ve ilk hareketli görsel sanat tiyatro. Zaman skalası içinde farklı akımlar, farklı bakış açıları, farklı yöntemler ve farklı yorumlar içerdiler. Plastik sanatlar içinde bulunan resim sanatı çağımıza yaklaşan süreçte en popüler izlenimini portrecilikte bulacaktı. İlk zamanlar aristokrat burjuva kısmına hitap eden portrecilik, ilk patlayan flaştan sonra sınıfsal üstünlüğünü kaybedecekti. Anı dondurmak ve kendini görmek artık çok daha ucuz ve kolaydı. Aslında teknolojinin ana ve tarihe ilk şahitliğiydi bu. Resim sanatı insanoğlunun var oluşundan beri görsel tarih yazıcılığını zaten yapmıştı. Sanatçı bu gelişmeye duyarsız kalmayacak ve bunu kendi yararına kullanacaktı. Artık saatlerce aynı duruşta beklemesi gereken canlı modellere ihtiyaç kalmayacaktı. Çünkü hareketi artık dondurabilecekti. Yine de portrecilik anlayışı asil duruşunu ve popülaritesini tamamen kaybetmeyecekti. Zamanın literatüre sokacağı yeni kavram fotoğrafçılık sanatı olacaktı. Fotoğrafçılık tarihe, olaylara, anlara ve mekânlara şahitlik etmeye günümüze kadar devam edecekti. Resim ve fotoğraf! Sanatçı karşıya geçer, objeleri ve figürleri yerleştirir ve sihirli dokunuşunu yapar. Ama tek bir farkla. Fotoğrafın kareye getireceği en yüksek duygu yorumdur. Fotoğraf sanatçısının çantasında hayal gücü ve bir ressamın sahip olduğu zaman, yer ve bedenle oynayabilme yetisi yoktur. Bu açıdan fotoğraf sanatçılarına en yakın karelere sahip ressamlar izlenimcilik akımının sanatçılarıdır.
I.a. Bir Kare! Gerçek ve Kadın…
Realizm; Gerçeklerle yüz yüze gelmek yeteneği ve isteği; pratik görüş; kuruntu ve gerekçeler bulma yokluğu; yazında ya da sanatta kimi gerçekleri oldukları gibi, özellikle çirkin yanlarıyla betimlemek girişimi, açık sözünü sakınmaz doğruluk; nesnelerin her görenden bağımsız gerçek var oluşları olduğu kuramı.
‘Vietnam Genelevi’ Philip Jones Griffiths’in Vietnam inc. kitabından bir kare. Pornografide kaba bir durumu gösteren bu çeşit gerçekçi bir fotoğrafın bir çekicilik konusunu dışlayıp bunun yerine insan ilişkilerinin böylesine kırılışının korkunç gerçeğini göstermesi. Tarih boyunca sosyal yaşamda ve tuvalde cinsellikle sığlaştırılmış kadın istismarı. Bir erkeğin kadının tensel coğrafyasını istilası. Bu ne ilk nede son…
İşte bir fotoğraf sanatçısının kareye aldığı yorum farkı. Bereket kuşağı takmış bir Zulu kızı. Sam Haskins’in African İmage adlı kitabından. Kareye sığdırdığı çıplak göğsünün üzerindeki bereket kuşağıyla duran Zulu kızı, bereketi simgeleyen Ana Tanrıça heykelciği gibi duruyor.
Sanatı sanatla donduran bir kare. ‘Çarmıha gerilmiş İsa’ betimlemesi. Bir insanın sırtına çizilmiş. Bristollu dövmeci Les Skuse’un 1966’da yaptığı bir dövme. Bu desenin ve sırta çizilmesinin kökeninin, denizcilikte kırbaç cezası uygulandığı günlere değin ulaşan bir desen olduğu söylenir. Çünkü kırbaç, Tanrı’nın imgesine vurulamaz.
II. Sinema ve Televizyon
II.a Ve İnsan Göz Yumduklarını Ödüllendirdi…
İlk siyah beyaz görüntüler. Ama bu inanılmaz. Objektifin içindeki her şey hareket ediyor. Başardılar! Zamanı durdurmadan akışı kaydedilebiliyordu artık.
Ve büyük gün gelmişti. Beyaz perde kurulur, izleyiciler yerlerine geçer ve artık o kutunun içinde kalanlar heyecanla perdeye çıkarlar. İçerdeki tek ses sinema makinesinin o büyülü fısıltısıdır. İlk sessiz sinema tarihteki yerini alır. İlk başta sanat kavramı içinde yer almayan sinema, popüler kültürle birlikte tarih içindeki yerini alacaktır.
- yy’ın son çeyreğiyle birlikte gelişen sinema sektörü kendi içinde farklı kategorilerde yılın en iyilerini seçmeye başlar. Bu ödüller arasında en itibarlı olan Oscar ödül töreni olarak bilinen Akademi Ödülleri’dir.
Son yüzyılda belleksizleştirilen çağdaş toplumumuzun bellek tarihi olacaktır beyaz perde. Göz yumduklarımızı, görmezden geldiklerimizi, bilip de bilmediklerimizi gösterecektir. Ve insan hiç duymamış gibi seyrettiği; savaşları, yoksulluğu, istismarı, yalnızlığı yani olanı biteni yani hepimizi anlatan bu filmlere en iyi film ödülünü verecektir. Belki de insanoğlunun kendine bile söylemeye cesaret edemediği yanlışları ödüllendirecekti.
Persepolis, İran’daki rejim ve baskı ikilemiyle en iyi animasyon film ödülünü; 10 Minutes, balkanlardaki korkunç savaşa baktığı on dakikayla en iyi kısa film ödülünü alacaktı.
Ve son olarak Slumdog Millionaire… Hindistan’daki sefalet ve yoksulluk içinde doğan bir aşkın bir yarışma programıyla kesişmesini anlatan senaryosuyla 8 dalda Oscar ödülü kazandı. Günümüzde kapitalist düzen ve toplumlar arası ilişkisini en iyi anlatan replikler filmdeki kahramanımızın ağzından dökülüyordu;
İki Amerikan turisti gezdiren çocuk, turistlerle birlikte arabalarının yanına geldiğinde arabanın tekerleri dâhil her şeyin çalındığını görür. Otoparkta görevli Hintli çocuğu dövmeye başlar. Çocuk yere düşer ve turistlere der ki;
— Gerçek Hindistan’ı görmek istiyordunuz. İşte size gerçek Hindistan.
O sırada kadın turist kocasına dönerek para vermesini ister ve çocuğa derki;
— O zaman sende gerçek Amerika’yı gör.
Sosyal yaşamda paranın gücüne inandırılmış bir Amerikalının böyle bir olay karşısında ki tavrının geçtiği filme verilen ödüllerin yine Amerika’dan gelmesi ne gariptir.
İnsan bünyesinin barındırdığı her duygu, insanların yaşadığı her olay, hayal gücünün sonsuzluğu, tarihsel bellek ve tarihi hatalar. Hepsi beyaz perdenin anlatımsal dilinden nasiplerini almıştır. Sanatsal açıdan sinema Star Wars, Star Trek, Back to the Future gibi bilim kurgu filmlerle geleceğe doğru yeni bir sayfa açmıştır. Popüler kültürle birlikte sanat kavramı içine göreceli olarak giren sinema farklı tarzıyla geleceği de yelpazesi içine almıştır.
Yine en önemli sinema ödüllerinden biri sayılan Cannes Film Festivali’nde, Üç Maymun filmiyle en iyi film ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan sinemanın anlatım dilindeki yalnızlık temasını bu sefer beyaz perdenin önünde daha da somutlaştırmıştır.
—Yalnız ve güzel ülkem!
Tarihsel süreç içinde olaylara duyarsız kalmayan beyaz perde aynı paralellikte popüler kültürle de yakın gitmektedir.
Değişen sosyal ve ekonomik koşullar, gelişmeye bağlı kültürel sarsıntılar sinema sektörünü isteğe bağlı ve izleyiciyi çeken yapımlar çekmeye zorladı. Özellikle 70’li yılların sonu ve 80’ler sektörü arayış içine soktu. Bu zamanda beyaz perdenin imdadına erotik filmler yetişti. Ve Türk sineması kendi yıldızını bulmuştu, Aydemir Akbaş. Yüzün üstünde filmi bulunan Akbaş erotik film sektöründe ikonlaşmıştı. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum ve sosyal yaşantı içinde ayakta durmakta zorlanan Yeşilçam erotik komedi tarzı filmlerle ayakta kalmayı başarmıştı. Sanatın doğuşundan itibaren süre gelen ve bugün bile çok göreceli ve kesin bir cevabı olmayan “sanat sanat için midir, sanat toplum için midir” tartışmalarına popüler kültürün bir ürünü olan erotik sinema tarzı sanat toplum içindir tezine en yakın kuramlardan biridir.
Dünya ve Türk Sineması var oluşundan günümüze geçen yaşam süresi içinde
Baba, Rüzgâr Gibi Geçti, Schindler’in Listesi, Yaralı Yüz, Selvi boylum Al Yazmalım, Sarı Mercedes, Hababam Sınıfı, Susuz Yaz, Eşkıya gibi önemli yapıtlar çıkarmıştır.
II.b. O da Bizi Görüyor mu?
Kitle iletişim aracı televizyon. Televizyonda gerçekçilik ve romantizm, doğru demeç ve sahte yaşantı öylesine birbirine kenetlenmiştir ki, Amerikan toplum bilim profesörünün dediği gibi bu ‘hidrojen bombasından sonra, bugünün dünyasında en tehlikeli şeydir.’
İnsan üzerinde gündelik hayatlarının yorumcu bir parçası olarak yer alır televizyon. Büyük kitlelere ulaşma ve etkileyebilme yeteneği olan bu kitle iletişim araçlarından biri olan televizyon için yapılan bir araştırmada; ‘Bir ulusal Şiddet Komisyonu 2 ile 65 yaşları arasındaki ortalama Amerikalıların yaşamlarının yaklaşık 9 yılını sadece televizyon önünde oturarak geçirdiklerini saptadı. Ortalama her 14 dakikada bir şiddet olayı ve 45 dakikada bir öldürme olayı görüyorlar.
Bu şiddetin çoğu siyasaldır. Yakınlarda bir İngiliz araştırmasında en çok öldürmenin hangi programlarda olduğu sorulduğunda, çocukların çoğunun yanıtı haberler oldu .’
İnsan ömrünün büyük kısmını televizyon karşısında geçirdiği ve az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin eğitim seviyelerindeki alt sınır düşünüldüğünde o ekrandaki figürlerin izleyiciler arasında rol model olarak algılanabileceği söylenebilir. İnsanlar yapamadıklarını ve ya yapmak istediklerini rol model kimliğindeki bu karakterler üzerinden doyururlar. Bu da olumsuz etkilenmelere yol açabilir. Bunun Türk televizyonları açısından en etkili örneklerinden biri Kurtlar Vadisi’dir. Yapım bu rol model karakteri canlandırmak istemese de ekranın öteki tarafındaki algılama farklı olabilir. Karakter üzerinden yaratılan her şeyin üstesinden gelebilme, saygı duyulma, güçlü olma, paralı olma, korkusuzluk gibi duygusal giydirmeler izleyici açısından özendirici olabilmektedir. Kişi bu sıfatlara sahip olabilmenin yolunun sosyal sınıfı içerisinde rol modeldeki gibi davranmaktan geçtiğini düşünmektedir. Bu yapım tek örnek değildir.
Gelenekselliğimizin ve adetlerimizin önemli iki ekseni misafirperverlik ve evlilik üzerine yapılan iki program Yemekteyiz ve Yabancı Gelin, formatları açısından olmasa dahi içerikleri açısından kültürel erozyona neden olmaktadır. En önemli kültürel miraslarımızdan misafirperverlik ve saygı televizyon ahlakı açısından tartışılır hale gelmiştir. Kayıt dışı çekim aralarında yönlendirilen yarışmacılar izlenme oranlarına paralel yönlendirilmektedirler. Programın kültürel anlamdaki değerlerin tartışmasının yanı sıra sosyal hayatta, ülkemiz koşulları düşünüldüğü zaman ekonomik zorluklar içinde açlık sınırında dolaşan insanların, program dâhilinde ayrı bir zümreymiş gibi davranan ve azami sınırdaki görgü ve insanlık duygularını kaybetmiş 5 insansının toplum psikolojisini nasıl etkileyeceği düşünülmek zorundadır. Ekranda kaldığı süre içindeki fantastik dünyanın dışına çıktıklarında yaşadıkları çöküntüyü popstar adlı yarışma zincirinde şahit olduk.
‘Yabancı Gelin’ adlı yarışmada, aynı ortamı beraber geçirmek zorunda kalan kalabalık insan topluluklarında duygu değişimlerinin ve tepkilerin nasıl sınırı geçtiği rahatlıkla gözlenmektedir. Âdem ile Havva’dan beri var olduğu söylenen aşkın o evde olmayan tek şey olduğu söylenebilir.
Tabi ki yapımcılık açısından başarı sayılan bu yapımların televizyonun etkisi düşünüldüğü zaman tartışılmaması kaçınılmazdır. Ekranın arka tarafı, ekranın ön tarafını görür ve yapım politikasını ona göre çizer.
III. Tanrısal ve Sanatsal Tapınma…
Ve Tanrı dedi; İnsanı bizim imgemizde Bize benzer yapalım. Onları
denizlerin balıkları, havadaki kuşları, hayvan sürüleri, tüm yeryüzü ve yer yüzünde sürünen tüm sürüngenler üstüne egemen kılalım.
Böylece Tanrı insanı kendi imgesi gibi yarattı. Tanrı imgesinde yaratıldı dişi ve erkek, tümü.
Musa’nın ‘Genesis – Yaradılış’ diye adlandırılan Birinci Kitabının I. Bölümünden.
Doğaüstü güçler, çok tanrılı dinler, putperestlik, tanrı krallar, 4 büyük din ve tek tanrılı inanç sistemi. İnsan başlangıcının ne olduğunu, nerden geldiğini hep bilmek istedi. Doğa olayları ve kötü olaylardan onu kurtaracak ve inandığı, kendi soyundan ve kendi dünyasından olmayan bir yaratıcıya inanmak ihtiyacı duydu. Manevi dünyasındaki huzur ve güven duygusu bu tapınmadan geçti. Tek tanrılı inançlara kadar her zaman için tapınacak bir varlık ve ya obje etrafında yaşanan manevi bir dünyası oldu insanın. Onun için bu obje, varlık veya canlı en kutsaldı ve ulaşılmazdı. Onun karşısında hayranlıktan ve tapınmaktan başka çaresi yoktur.
Günümüzde o zamanlardaki ruh halinde olmasa bile sanatsal veya inanç anlamında uyanan hayranlık karşısındaki sanatsal tapınmaları donduran kareler vardır.
David Hurn’un Beatles’a tapınan dinleyiciler fotoğrafı. Şaşkınlık, hayranlık ve o ruhani güç…
Leni Riefenstahl’ın İradenin Zaferi filminden kamalarına tapınan Naziler…
- A de Bakalım… A
Popüler kültür ele alındığında tarihi kavramsal gelişmelerle etkileşim gösteren en önemli sana dallarından biride müziktir. Müzik içindeki ayrımlar akımlardan çok sınıflandırmalardır. Kültürel etkileşime bağlı olarak müzik belli sınıflandırmalar içinde yorumcular çıkarmaktadır. Müzik içindeki en önemli tartışmalardan biri de, müziğin etkileşiminin sözlere mi yoksa melodikal dinletiye mi bağlı olduğudur.
Toplumun kültürel duygusallığı içinde üretkenlik gösteren bu sanat dalında her sosyal yaşam tarzındaki insan profiline yönelik eserler üretilmektedir.
Arabesk Müzik bir sitemkârlığın, kötü yaşanmışlığın benliklerinde etkisini göstermektedir. Duygu yoğunluğunun en üst düzeyde olduğu ruh haline seslenen bu müzik türü yoğun bir müzik kitlesine sahiptir.
Adından da anlaşılacağı gibi günlük tüketime sahip ve anlık beğenileri besleyen pop müzik popüler müzikten gelmektedir. İnsan duygu ve isteklerinin doyumsuzluğu düşünüldüğünde kalıcılık taşımayan fakat çok ve çabuk tüketilen popülist bir sanat yaklaşımıdır. Bu tarzın sanat kavramı içerisinde değerlendirilmesi de tartışmaya açıktır.
Evrensel anlamda R&B, Rap, Hip Hop, Caz, Rock, Pop Müzik çeşitlemesine sahip tarzlar aslında müziğinde görsel sanatlar kadar etkili bir iletişim yolu olduğunun farkına varmışlardır.
Türk pop müziğini popülist yaklaşımdan çıkaran ve toplumla sanatçı arasındaki bağı en iyi kuran sanatçı Barış Manço’dur. Melodikal dilindeki samimiyet, yetenek ve evrensellik O’nu Türk Müzik tarihinde önemli bir yere koymuştur.
Barış Manço, müzik ile siyasi olayların tarihlemeleri arasında bağlantı kuran bir araştırmaya başlamış, kronolojileri arasındaki etkileşimi bulmuş fakat bu çalışmasını bitiremeden vefat etmiştir.
Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Bedia Akartürk, Tanju Okan, Ayla Dikmen, Beatles, John Lennon, Elvis Presley gibi isimler müzik tarihi açısından önemli isimlerdir.
SONUÇ
Sanat ve Toplum arasındaki bağlayıcı ilişki insan ve sanatın var oluşundan beri tartışılarak günümüze gelmektedir.
Rus edebiyatının önemli isimlerinden Nekrasov, Sanat Toplum içindir teorisinden yola çıkarak, kendi ilham perisine ‘intikam ve hüzün perisi’ adını verdi. Ona göre sanatçı vatandaş olmalıydı. Bir şiirinde vatandaş, şaire şöyle seslendi;
Ve sen şair, ilahların seçkin kulu Ezeli hakikatlerden söz aç!
Sanma ki ekmeği olmayanlar Layık değildir rübabının ilhamına İnsanların ruhunda ki Tanrı ölmedi.
İnanmış bir kalbin hıçkırıklarını Anlar bu ruh daima.
Bir vatandaş ol! Sanatın hizmetkârı, Yakınının iyiliği için yaşa.
Ver dehanı hizmetine, Dünyayı kucaklayan, sevginin…
Sanat, Sanat için olursa; Sanatı genelden uzaklaştırır, belli bir zümreye adar ve sanatı yalnızlaştırır.
Sanat, Toplum için olursa; Sanatı yozlaştırır, hayal gücünü ve yeteneği öldürür. Bu yüzden Sanat Aydınlanma için olmalıdır…
Sanat, Sanatsal kelimelerle toplumsal cümleler kurmak zorundadır…
KAYNAKÇA
BAYNES, KEN. Toplumda Sanat ( Çev. Yusuf ATILGAN ),YKY, İST, 2004.
BİNYAZAR, ADNAN. Ağıt Toplumu, Cumhuriyet Kitapları, İst, 2008
PLEHANOV, Sanat ve Toplumsal Hayat (Çev. Cenap KARAKAYA ),Sosyal Yayınlar, İST, 1987