Yitirdiğimiz İki Ozan*
Geçtiğimiz hafta iki değerli ozanımızı yitirdik. Kemal Özer, insani özellikleriyle de çok farklı kesimlerde sevilen biriydi. Onu çağdaş şiirimiz içinde benzersiz kılan özelliği ise geçirdiği şiir serüvenidir.
1950’li yıllarda İkinci Yeni olarak adlandırılan akım içinde titizlik ve biçim ustalığının çok açık görüldüğü soyut ürünlerle başlamıştı şiir yazmaya.
1961 Anayasası’yla başlayan demokratik açılım süreci, Türkiye İşçi Partisi ve DİSK’in kuruluşu, toplumumuzda olduğu gibi, çağdaş şiirimizde de büyük bir dönüşüme yol açtı.
1960’lı yıllar, bir yandan bu yeni dönemi şiirlerine yansıtan Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Refik Durbaş, Süreyya Berfe, Sennur Sezer gibi yeni, genç ozanlar yaratırken, öte yandan da 1950 Kuşağı’nın bütün ozanlarının da şiirlerini değiştirdi. Edip Cansever’den Turgut Uyar’a, Ece Ayhan’dan Ülkü Tamer’e, kuşağın bütün şairleri daha toplumdan yana bir şiire yöneldiler.
Bu dönüşüm sürecini en sert biçimde yaşayan ozandı, Kemal Özer. On yıllık bir suskunluk döneminden sonra bambaşka bir ozan kimliğiyle çıktı okur karşısına. Bu dönemdeki kitaplarının isimleri bile yeterli, bu dönüşümü anlamak için: Kavganın Yüreği, Yaşadığımız Günlerin Şiirleri, Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya, Geceye Karşı Söylenmiştir…
Bertolt Brecht’i andıran bir yalınlık gelmişti şiirlerine. Toplumsal savaşımların içinde şiirin etkin bir yeri olduğuna inanarak, en geniş kesimlerin okuyup algılayabileceği bir yalınlıkla donanmıştı şiiri. Siyasal ve güncel olayları konu ediniyor, anlatım özelliklerini okurla doğrudan ilişki kurabilme amacına uygun düzenliyordu. Şiirini besleyen toplumsal eylemlerden de hiç geri durmadı.
Zamanla, bu doğrudan anlatımcı şiir dilini, lirik bir damar katarak daha da zenginleştirdi. 2005’te yayımlanan Sevdalı Buluşma, bu çizginin doruk noktası oldu. Son kitabı, Sivas Katliamında hayatını kaybedenlerin anısına yazdığı Temmuz İçin Yaralı Semah’ta da bu çizginin parlak örnekleri yer aldı.
Kemal Özer’in şiir tutkusu, biçim ile öz arasındaki bileşimin mükemmel yapısını arama uğraşı hiç dinlemedi. Bu nedenle yetmişinde yazdığı şiirlerde de, genç bir yüreğin alevleri kolayca görülebilir. Şiire verdiği değerle, bunu ürünlerine ve yaşamına yansıtış biçimiyle de örnek ozanlarından biri olarak anılacaktır şiir tarihimizde.
***
Yitirdiğimiz öteki ozan, 80 Kuşağı ozanlarından biri, Süha Tuğtepe’ydi. 80’li yıllar ve sonrasının toplumsal karmaşası, değerler yitimi içinde talihsiz bir kuşağın temsilcisiydi. Bu karmaşa içinde kimi ozanlar, seslerini daha yükselterek kendi varlıklarını duyurmaya çalışırken, o usul sesli bir alçakgönüllülük içinde yazdı şiirlerini.
Yaşam biçimi de bu alçakgönüllü tavra uygundu. Kimi dönemler sokaklarda kitap satıcılığı, kimi zaman da küçük işletmeciliklerle uğraşmıştı. Sonra yolu Almanya’ya düştü. Orada da aynı yaşam biçimini sürdürdü.
Bir kez yolum yaşadığım kente düşündüğünde yakından tanık olmuştum yaşamına. Kendi yaşamına uyan, kıyıdaki sesleri taşıdığı şiirler yazdı. Şiirlerini alçakgönüllü yayınevleri bastı. Bir gün bütün şiirlerini bir araya getiren yeni bir basım yapılabilirse, şiirinin değeri daha iyi anlaşılacaktır.