Yunuslarla Yüzmek İsteyen Var mı? – Özgür Keşaplı Didrickson

Yunuslarla Yüzmek İsteyen Var mı?* 

Deniz memelileri saygıyı ve korunmayı hak ediyorlar. Onların sirk hayvanları gibi kullanılmalarına ve ticari amaçla sergilenmelerine tüm kalbimle karşıyım

Jacques Cousteau

İnsanla kurduğu yakın ilişkiler birçok efsaneye konu olmuş olan yunuslar çoğumuzun sevdiği hayvanların başında geliyor. Ne yazık ki sevgimiz öylesine sağlıksız ve insan merkezli ki birçok yunus türünün yalnızca ağız yapısı yüzünden gülümsüyor gibi gözüktüğünü kolayca unutabiliyoruz. Bizlerin unutkanlığı da sorumlu olsa gerek, ülkemizdeki yunus gösteri, yüzme ve “terapi” merkezlerinin sayısı 10’u aştı.

Antalya, Alanya, Kemer, Kuşadası, Bodrum, Kaş, Marmaris, Çeşme ve İstanbul’da bulunan tesislerin sonuncusu Aralık 2008’de yine İstanbul’da açıldı. Haberlerde şehrin ikinci yunus gösteri merkezi olan bu tesisten, özellikle ne denli büyük olduğundan övgüyle söz edildi. İklim değişikliğinden, nesli hızla tükenen hayvanlara, doğada birçok kaygı verici gelişme yaşanırken, 2010 Kültür başkenti İstanbul’a yunusların sirk hayvanı gibi gösteri yaptığı yerler değil, geleceğin karar vericileri olacak çocuklarımızın ve gençlerin yaban hayatın sorunlarını öğrenebilecekleri çevre eğitim merkezleri gibi yerler yakışırdı. Onca yapılaşmaya rağmen İstanbul, gökyüzünden göçmen kuşların, boğaz sularından da yunusların eksik olmadığı bir şehir. İstanbullu  çocukların ihtiyacı  olan  yerler onlara yeryüzünü hangi canlılarla paylaştıklarını ve bu canlıların hangi sorunlarla karşı karşıya olduklarını gösteren bilim, eğitim merkezleri değil midir?

Tutsaklık koşullarında yunusların üremesi ve uzun yıllar yaşayabilmesi çok zor olduğu için bu yunusların hemen hepsi denizlerden canlı olarak avlanmış yunuslar. 2006 yılında Tarım Bakanlığımızın talihsiz bir izni ile  taraf olduğumuz Bern Anlaşmasının koşulları yerine getirilmeden, IUCN’in ( Dünya Koruma Örgütü) “ hassas” olarak tanımladığı Akdeniz populasyonundan canlı olarak avlanan yunuslardan sonra 2008 yılında bu kez Japonya’daki kanlı sürü avı sırasında havuzlar için seçilen12 yunus ülkemize getirildi. Tıpkı bizim denizlerimiz için olmadığı gibi, yunusların canlı olarak avlandığı Japonya’da da, yunusların avlandığı populasyonun bu avdan zarar görmediğini gösteren  bilimsel bulgular yoktu. O yüzden bu kez de CITES (Soyu tehdit altında olan yabani hayvan ve bitki türlerinin uluslararası ticaretine ilişkin sözleşme) anlaşmasının ihlali söz konusu idi.

Yunuslar başta olmak üzere deniz memelilerinin açlıkları kullanılarak, sirk hayvanları gibi akrobasiye zorlandıkları ve bu gösterileri izleyen çocukların doğaya sevgi ve saygı duymayı öğrenmek yerine doğayı sömürmeyi, doğa sömürüsünün alkışlanabilirliğini öğrendikleri bu tesislerin çoğu, gösteri programları yanında yunuslarla yüzmeyi ve engelli vatandaşlarımızın bilimsel olarak kanıtlanmamış “yunus terapisi” ile tedavisini içeren seçenekler de sunuyorlar.

“Yunus terapisi” konusunda ne düşündüğümüz sorulduğunda ruhsal ya da bedensel sorunları olan kişilerin daha iyi bir hayat sürmelerini istediğimiz için bu nedenle yapılan yunus tutsaklığını kolaylıkla meşru görebiliyoruz. Çoğu kez yunus terapisi diye bir tedavinin olduğunu iddia eden popüler yazı ve haberlerden edindiğimiz bilgiler ile “Gerekiyorsa yunuslar tutsak olsun, denizlerden koparılsın” diyoruz. Bu konudaki bilimsel çalışmaların ne dediğini takip etmemek yanında oldukça önemli bir hata daha yapıyoruz aslında. Ülkemizdeki zihinsel rahatsızlıkları, bedensel engelleri olan vatandaşlarımızın birçok sorunu var ve aslında çoğumuz bu sorunlarla hiç ilgili değiliz. Hayatınız boyunca zihinsel, bedensel engelli olduğu halde bir kurumda çalışan kaç vatandaşımızı gördünüz şimdiye kadar? Bırakın tabu gibi görülen zihinsel hastalıkları, kendinizi hiç tekerli sandalyeli bir vatandaşımızın yerine koyup sokakta yürümeyi, sinemaya gitmeyi denediniz mi? Denizden “canlı” olarak bir yunus avlamak ve onun sözde terapi programına dahil olana kadar yaşamasını sağlamak çok zor ve pahalı. Japonya’dan canlı avlanmış yunusları uçaklarla Türkiye’ye getirmek de çok pahalı. Her bir yunus günde kaç kilo balık yiyor hiç düşündünüz mü? Tüm bu masrafları bilimsel olarak kanıtlanmamış “ yunus terapisi” için harcamak yerine engelli vatandaşlarımız için bilimi içselleştirmiş yatırımlar yapmanın ve yunusları denizlerde özgür bırakmanın zamanı gelmedi mi?

Yunuslarla yüzmenin ve dalış yapmanın tehlikeleri ve etiği

Yüzgecine tutunarak yüzdüğümüz, yanında dalış yaptığımız yunus, biz hayalimizi gerçekleştirmiş olmanın keyfi içinde gülümsüyor iken ne düşünüyor dersiniz? Genellikle bu tesislerde görülen yunus türü Şişeburunlu yunus olarak da bilinen Afalina’dır (Tursiops truncatus). Afalinalar hayvanlar âleminin en zeki hayvanlarından oldukları için her biri aslında bir bireydir. O yüzden sizinle yüzen yunusun ne düşündüğünü tabii ki tam olarak bilmememiz mümkün değil. Ancak o yunusun özgür ve sosyal yaşamından hangi yöntemle koparılarak o tesise getirildiğini, canlı yunus peşinde koşan avcı bir tür iken ölü balık uğruna her türlü sirk numarasına ve etkileşime nasıl razı olduğunu düşündüğümüz zaman bizimle yüzerken neler hissettiğini tahmin etmemiz kolaylaşıyor.  Ne yazık ki bu tutsak yunusların yüzme seanslarından keyif almadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bizi düşündürmesi gereken ise, bizler onlarla  “hayallerimizi gerçekleştirmek” için yüzerken onların büyük olasılıkla birkaç  ölü balık uğruna bize “tahammül etmeye” çalıştıklarıdır. Bunun tersini iddia edebilir misiniz? Öldüğünde de gülümsüyor gözüken yunusların  sizinle yüzerken keyif aldıklarını, denizde olmak yerine o ortamda, sizinle oldukları  için mutlu olduklarını söyleyebilir misiniz?

Her gülümsemeye kanmıyoruz da niye yunus gülümsemesine kanıyoruz? Niçin onların bizimle daracık, sığ havuzlarda keyifli olduğundan hiç şüphemiz yok? Niçin çocuklarımızı bu “en” sevdiğimiz, “en” etkileyici hayvanlarla havuzlarda tanıştırmayı tercih ediyoruz? Niçin onlara, özürlü çocukları tedavi etmek için denizlerden ve ailelerinden mahrum bırakılmalarını meşru görecek kadar gerçekdışı varoluş anlamları yüklüyoruz?

Yunuslar, özellikle de Afalinalar beslenme amacı gütmeksizin diğer memelilere karşı ölümcül darbelerde bulunabilen, kendi hemcinslerine karşı da saldırgan olabilen, çok karmaşık yapıya sahip, büyük ve güçlü memelilerdir. Denizin avcı türlerindendir. Birbirlerine ve diğer türlere zarar verecek kadar saldırgan olabilen yunusların, tutsaklık altında hem birbirlerine hem de etkileşime zorlandıkları insanlara zarar vermeyeceklerini düşünmek onları aslında  çok az ve yanlış tanıdığımızın bir göstergesi. Şimdiye dek çeşitli yüzme programlarında birçok yunus ve balina saldırganlaşarak insanları yaralamıştır. Hatta bir dönem bizde de gösterilmiş olan “Flipper” dizisi, yunuslarla aynı havuzda olmak  gitgide daha tehlikeli olmaya başladığı için bitmiştir.

Yunuslarla etkileşim sırasında yaşanabilecek hastalık alışverişi ise hem yunuslar hem de insanlar için önemli bir tehlikedir. Yunuslar tarafından yaralanmanın yanında onlardan çeşitli enfeksiyonlar da kapabiliriz.

Önemli bir nokta da yalnızca tutsaklık ortamında değil doğal ortamlarında da yunuslarla yüzmenin ve dalış yapmanın yanlış bir etkinlik olduğudur. Dünyanın değişik ülkelerinde bazı tur şirketleri yunuslarla yüzmek ya da dalmak isteyen müşterilerini topluca daha önceden yunusların bulunduğunu tespit ettikleri yerlerde getirmektedir. Beslendikleri, dinlendikleri ya da yavrularını besledikleri bölgelerde bu şekilde sürekli rahatsız edilen yunusların yaşamları için önemli bazı bölgeleri terk etmek zorunda kaldıkları çalışmalarla ortaya konulmuş. Doğal ortamlarında yaşadıkları bu tür rahatsızlıklar yüzünden belki de güvende olmadıkları yabancı bölgelere gitmeye zorlanan yunus popülâsyonlarının geleceklerinin tehdit altında olacağını belirtmeye gerek var mı?

Yunuslar desteğinizi bekliyor

Yunuslar gerçekten her meslek ve yaş grubundan insanın çok sevdiği hayvanlar. Yunuslarla yüzmeyi düşleyen insanların sayısı tüm dünyada milyonlarla ifade edilebilir. Bu yunus sevgisini sömürüye dönüştürmemek için hem yunusları hem de düşlerimizi “gerçekten” sevmemiz gerekiyor. Sahi, kim  düşlerinde yunuslarla daracık, sığ sularda, kuyrukta bekledikten sonra, para vererek ve en önemlisi yunus istese de istemese de yüzmeyi düşlemişti ki?

Bizi eğlendirmek ve “ tedavi etmek” için çoğu kez geride kalan popülâsyona verilen zarar bilinmeden denizlerden koparılan ve uzak ülkeler arası  ticaret objesi haline gelen bu yunuslarla ilgili gerçekler bunlar. Tutsak yunusların olduğu tesislere her ne amaçla olursa olsun giderek destek vermemiz, hem bizim denizlerimizdeki hem de dünyanın denizlerindeki yunusların geleceklerini tehdit etmemiz anlamına geliyor.

Denizlerimizdeki yaşam zenginliğinin gönüllü bekçileri olarak düşünebileceğimiz dalgıçların ve dalış merkezlerinin bu tehdit karşısında, bizler gibi düşündüğünü biliyoruz ve yunus tutsaklığı, canlı yunus avı ve yunus ticaretine   karşı   yaptığımız   çalışmalara   destek   vermelerini   bekliyoruz. Bu yazımızı okur okumaz destek olacağınızı umduğumuz imza kampanyamızı da duyurmak isteriz.

Yaban popülâsyonların geleceğini tehdit eden yunus balina ticaretinin ve yeni yunus tesisi yapımlarının kaygı verici boyutlara ulaşması üzerine 5 ülkeden 8 STK bir araya gelerek Avrupa Birliği, İsviçre ve Türk hükümetlerinden yunus balina ticaretini ve yeni havuz tesislerinin yapımını bir an önce durdurmasını isteyen uluslararası imza kampanyası başlattılar. Her geçen gün başka kurum ve ülkelerin desteğini alarak güçlenen bu kampanyaya Türkiye’den SAD-DEMAG olarak biz de destek veriyoruz. Sizlerin de desteği ile toplayacağımız imzaları hem ülkemizdeki yetkililere hem de AB’nin ilgili birimine ileteceğiz. İmza kampanyamız ile ilgili ayrıntılı bilgiye ve imza metnine web sitemizden ( www.sad.org.tr) ulaşabilirsiniz.

Gelin hep birlikte havuzlara gitmeme hakkımızı kullanalım.

TUTSAK YUNUSLARIN DÜNYASI HAKKINDA

Denizlerden koparılma

Tanık olanları dehşete sokabilecek kadar acımasız bir tür kovalamaca sonunda denizlerden ve çok güçlü sosyal bağlarının olduğu ailelerinden, gruplarından çalınan yunusların çoğu daha o onda şoktan, travmalardan ölüyor. Beğenilmeyip geri atılan yunusların da çoğu şok yüzünden boğularak ölüyor. Bir kısım yunus ise ciğerlerine su dolması yüzünden zatürre olup ölüyor. Bu yunusların ailelerden koparılmaları sırasında ve sonrasında okyanuslarda kalan bireylerin  ve sosyal grubun nasıl bir şekilde etkilendiği de çoğu kez bu kişilerce gözardı ediliyor.

Yakalama anından sonrasında ise yine tehlikelerle dolu olan (  aşırı  ısınma, suyun dışında ezilen iç organları, stres) parklara taşınma işlemi var. Bu noktalardan herhangi birinde ölmeyen yunusların % 53 ‘ü de 90 gün içerisinde bir sürü sebepten dolayı ölüyor ( zatürre, ülser, bağırsak hastalıkları, klor zehirlenmesi, stres vs). Havuzlara eklenen klorun ve bakır sülfatın da yunusların çok hassas olan derileri ve gözleri üzerinde çok zararlı etkileri bulunuyor. Yunusların çoğunda körlük oluyor ya da gözleri kapalı yüzmeyi tercih ediyorlar.

Havuzlarda öğrenmek zorunda oldukları ilk şeylerden biri ölü balık yemek.  Buna uzun süre direniyorlar, ilk ölü balıkları kusuyorlar. İşte tüm bu aşamalarda bir şekilde ölmeyen yunuslar sonunda, neredeyse boğazlarından aşağı tepilmeleriyle yemeye alıştırıldıkları o ölü balıklar uğruna, sokaklarımızda eskiden göbek attırılan ayılar misali düdük ve müzik eşliğinde çember içinden geçmeye, top çevirmeye başlıyorlar.

Yunusların dünyası

Yunuslar bizim tersimize sesler dünyasında yaşayan ve duyma duyularına dayalı bir yaşam süren canlılar. Avlanırken ve tehlikelerden korunmak için çevrelerine yüksek frekansta sesler yayan yunusların, objelerden yansıyıp geri gelen sinyalleri büyük olasılıkla alt çeneleri yoluyla toplayıp beyine gönderdikleri düşünülüyor. Özellikle  avlanırken kullandıkları “Yankı yardımıyla yön bulma / ekolokasyon” denilen bu sonar sistem, onların metrelerce uzaklıktaki cisimlerin büyüklüğünü, şeklini, hızını, uzaklığını, yerini tespit edebilmelerini sağlıyor. Havuzlardaki zavallı yunuslarsa sonarlarını hiç kullanmıyorlar çünkü yaydıkları sonar dalgalar havuzun duvarlarına çarpıp geri dönüyor. Seslere bu denli duyarlı olan hayvanların okyanusun ses repertuarını dinleyememek bir  yana sürekli olarak, monoton bir şekilde dinlemek zorunda kaldıkları şeyse su ve soğutma pompalarının sesi. “Flipper” dizisindeki yunusların eğiticisi olan ve sonradan yunusların rehabilitasyonu ve özgürlüklerine kavuşması için çalışmaya başlayan Richard O’Barry ‘in benzetmesine göre yunusları havuza kapatmak bizim gibi daha çok görmeye dayalı yaşayan canlıları parlak aynalarla kaplı, dolap büyüklüğündeki bir yere hapsetmek gibi bir şey.

Havuzlardaki yunuslar havuzun duvarlarına gelmeden yalnızca birkaç saniye yüzebiliyorlar ve örneğin havuzdaki bir yunusun özgür hemcinsleri gibi dolanabilmesi için havuzun çevresini bir günde yaklaşık 2500 kere dolanması gerekiyor. Özgür Afalinaların normal seyir hızının saatte 8-11 km olduğu ve bu hızlı yüzücülerin saatte yaklaşık 40 km hız yapabildikleri biliniyor.

Doğal ortamlarında birçok deniz memelisi zamanlarının ancak % 20’den azını  su yüzeyinde geçirirken havuzlarda hem gösteriler ve yüzme programları yüzünden hem de havuzların sığlığı yüzünden derinliklerden mahrum bırakılıyorlar. Türkiye’deki havuzlarda bulunan Afalinaların düzenli olarak yaklaşık 200 metreye daldıkları biliniyor. Sığ sular ve sürekli su yüzeyinde bulunmak yunusların, zararlı güneş ışıklarından ve aşırı sıcaktan da daha çok etkilenmesine neden oluyor.

Tüm bunlar havuzların çok zeki olan yunuslar için, davranış bozuklukları, yüksek ölüm oranı ve üreme sorunları gibi çok ciddi zararlar görmelerine neden olan sabit bir gerginlik ortamı olduğunun kanıtı.

Yunus Terapisi

Yaklaşık 20 yıl kadar önce başlayan ve gittikçe yaygınlaşan Yunus Terapisi, yunuslar kullanılarak ruhsal ya da fiziksel olarak rahatsız kişilerin ( otistik çocuklar, depresyondaki kişiler vs ) tedavi edilebileceğini savunan bir yöntem.

Yunusların hastalıklı bölgeleri tespit edebileceği ve ultrason yaymaları sonucu iyileşmeyi sağlayabileceği yönündeki çok tartışmalı savlar var. Ancak örneğin Brensing ve arkadaşlarının araştırması yunusların yaydığı ultrasonun ancak bazı şartlar altında dokuları etkileyebileceğini söylüyor. Araştırma, yeterli düzeydeki bir ultrason miktarının, her seansta gereken dozda alınması ve bunun tekrar edilmesi sonucu gerçekleşebilecek bir etkiden söz ediyor. Araştırmacılar izledikleri 83 seansda bu şartların gerçekleşmediğini görüyorlar.

Şimdiye kadar yunus terapisinin evcil hayvan terapilerinden daha etkili olduğu, hastaların yunus uyarısına daha fazla ve uzun süreli tepki verdikleri kanıtlanmış değil. Ayrıca suyun sağlıklı ya da değil tüm insanlar üzerinde iyileştirici bir etkisi olduğunun da göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünen araştırmacılar var.

Yunus Terapisiyle ilgili tatmin edici bilimsel veriler elde edilmemişken üstelik evcil hayvanlardan daha etkili bir yöntem olduğu kanıtlanmamışken bu pahalı ve etik olarak da çok yanlış olan terapiye yönelmek çoğu kez sadece yunusların değil ailelerin de sömürülmesiyle sonuçlanıyor. Ancak diyelim ki Yunus Terapisi gerçekten en etkili tedavi yöntemi, o zaman bu bizim yunusları ailelerinden kopararak tutsak etmemizi ve zorla insanla etkileşime sokmaya çalışmamızı meşru kılar mı?

Yanlış doğa eğitimi

Havuzlardaki yunuslar doğadaki özgür yunusların hiçbir zaman yapmadıkları, doğal olmayan onca davranışa zorlanırken, bir şey bilmeden onları alkışlayan çocukların gösteri bittiğinde oradan geleceğin doğaya saygı duyan ve doğanın sömürüsüne karşı duracak bireyleri olarak çıkacağından emin  olabilmek mümkün mü?

Şüphesiz ki yunusların top çevirdiği gösterilere gitmek yerine özgür yunuslarla ilgili belgesel izleyen, onları resmeden çocuklar doğaya ve yaşama saygılı, özgürlüğü bilen ve savunan bir toplum oluşturmak için çok önemli.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergitemmuz2009

Bunu paylaş: