Düş – Özben Berkün

Düş* 

Köşeyi dönüp, karanlık sokağa girdiğinde saatine baktı adam. Gece yarısı olmak üzereydi ama onu uyanık bulacağından emin, rahat adımlarla yürüyordu. Birkaç kadeh bitirip, hayatlarının merkezine oturttukları, uğrunda çırpındıkları her şeyle dalga geçip, kıkırdayacaklardı. Yüzün her bir yanına dağılmış, kontrolsüz gülücüklerin arasından fırlayacak hiçbir cümlede, aklın parmak izi olmayacaktı. Belirli zaman aralıklarıyla sınırlı değildi görüşmeleri, haftada bir, günaşırı, ayda bir, yılda bir, hiç önemi yoktu. Bir gün önceden birbirlerine haber vermeleri yeterdi. Bir an sabah çekeceği baş ağrısıyla işe gitmek geçti aklından. Hiç yapmadığı şey değildi. Son görüşmelerinin üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçmişti. Ağrı şakaklarında yoğunlaşırken, ertesi gün, her şey nasıl olsa uğruna çırpınılacak kadar anlam kazandığında, nasıl sabahladığını gülümseyerek anacaktı. Ne de olsa onu, sorularını, sorunlarını çok özlemişti. Meraklı gözlerle durmadan soran kız, kocaman kadın olmuştu şimdi. Yanında yürüyen yaşlı çiftin bakışlarına aldırmadan, gülerek yürümeye devam ediyordu adam. Binanın aynalı kapısında, gülümseyen yüzünü gördüğünde dudakları biraz daha yaklaştı kulaklarına. Zile bastı. Kapı açılmamıştı. Birkaç saniye bekledikten sonra tekrar bastı zile. Geleceğini biliyordu, herhangi bir yere gitmeyeceği kesindi de, nerdeydi? Yavaş yavaş gülümseme siliniyordu yüzünden. Saatine baktı. Tam tekrar basacaktı ki zile, binanın birkaç metre ötesinde toplanan birkaç insana ilişti gözü. Kalabalığa doğru yaklaştı. Dostu orada, üzerinde kışlık pijamalar kaldırımın kenarında yatıyordu. Soğuktan dizlerini çenesine büzüştürmüş, ayakları çıplak, toz toprak dinlemeden yatıyordu orada. Ne yapacağını şaşırdı. Uyandırmaya çalışan genç adamı kenara çekip, diz çöktü yanına. Alkolle yıkanmış gibi kokuyordu kadın, tüm kokuyu hissetti genzinde. Yürüyebilecek kadar kendisine gelebilsin diye sarstı, ama yararı olmadı. Arkasında duran insanlara “Tamam bir şey yok arkadaşıyım gidebilirsiniz “ dedi ama bir türlü kendine gelemiyordu kadın. Ayak bileklerini tuttu, buz gibiydi. Dizlerini bükebileceği biçimde uzatmaya çalıştı ki kucaklayabilsin. Çok üşüdüğü o kadar belliydi ki ayıramıyordu dizlerini çenesinden kadın, kilitlenmiş hareketsiz yatıyordu. Sonunda yanında bekleyen çocuktan yardım alarak     kucaklayabildi.

Pijamanın cebinde şangırdayan anahtarları aldırdı çocuğa. Çocuk önde, kucağında kadın telaşla yürüyorlardı. Kadından gelen kokudan midesi bulanmaya başlamıştı. Belli ki kusmuştu, pijamasının üzerinde lekeler vardı. Ne zaman başlamıştı içmeye… Neden orda yatıyordu? Ne olmuştu? Kafası karmakarışık, kokudan midesi bulana bulana soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu adam. Soldaki binanın kapısını açıp, ikinci kata çıkmasını söyledi çocuğa. Çocuk da şaşkın kendisine söyleneni yapıyordu. Merdivenleri alelacele çıkarlarken, kadının kafası tırabzanlara çarptı. İçinden “Beter ol” diye bağırmak geliyordu adamın ama yine de korkmuştu. Çarpmayla beraber ayılmaya başlamıştı kadın. Bir iki kelime çıktı ağzından ama ne çocuk ne adam hiçbir şey anlamadı. Kapıyı gösterdi çocuğa adam. Çocuk kilidi açarken kadın kafasını tutmuş: “Yavaş yavaş” diye bağırıyordu. “Tamam, yavaş yavaş öldüreceğim seni” dedi adam. Çocuğa teşekkür edip içeri girdi. Salona girdiğinde gözlerine inanamadı. Kadın ne kadar pisse, salon o kadar temizdi. Koltuğun yanında duran bir sürü şişe hariç, hiçbir yayıntı yoktu ortalıkta. Koltuğun üzerine bıraktı kadını. Söyleniyordu bir şeyler ama hala kendinde değildi kadın. “Nereye kustu ki” diye geçirdi içinden. Pijamalarını çıkarıyordu kadının, koku dayanılacak gibi değildi. “Sus artık sus geveleme ne dediğin anlaşılmıyor bile ne içtin ki bu kadar!” diye bağırıyordu kadına. Titremeye başlamıştı kadın. Kim bilir ne kadar yatmıştı soğuk kaldırımların üzerinde. Elindeki kirli pijamalarla banyoya girdi.  Pijamaları bırakıp şofbeni yaktı. Kahve yapmak için mutfağa gitti. Kahveyi hazırlarken sinirden elleri titriyordu. “ Saat gece yarısını geçmiş, şubat soğuğunda ne işin var kaldırımda! Ama sarhoşun mektubu okunmaz tabi, dua et biri bir şey yapmamış!” Elinde kahveyle mutfaktan çıkarken, kadının duvara tutunarak banyoya girdiğini gördü. “Bekle geri zekâlı şunu iç su biraz ısınsın!” Umursamadı kadın, adam banyo kapısına geldiğinde küvetin kenarında çamaşırlarını çıkarıyordu. Musluğa uzanırken sendeledi çarptı küvetin kenarına. Tekrar uzandı. Musluğu açıp girdi küvetin içine. Yalnızmışçasına uzandı. Elinde kahve fincanı hareketsizce izliyordu adam. İlk defa çıplak görüyordu onu. Çok zayıflamış ama hala çok güzel diye geçirdi içinden. İncecik bileğini sarkıttı küvetten dışarı, kafasını yasladı kenarına. Islak ve boş gözlerle bakıyordu adamın suratına: “Yalnız öleceğim ben…” derken sağ gözünden bir yaş süzüldü. Adama bakmaya devam ediyordu. Küvette kalan elini fayansa vurmaya başladı. “Bak evimde duyabileceğim tek ses, işte kendi çıkardığım ses.” Ne diyeceğini bilemedi adam. Gözlerini kırpmıyordu kadın, sadece ince ince yaşlar boşalıyordu yanaklarından. Bağırmıyordu, hıçkırmıyordu. Fincanı lavabonun kenarına bıraktı adam. Salona gidip, bir sandalye aldı. Küvetin kenarına koydu sandalyeyi. “Bu mu derdin, bu saçmalığı mı çıkardın şimdi ortaya?” diye sordu otururken.

“Yalnızca aşkın sözünün geçtiği, tutkunun, kaybetme korkusunun, heyecanın, umudun mutluluğun ya da aşkla ilgili birçok şeyin işte karşılıklı yaşandığı bir ilişki imkânsız mı?” Adama çevirmemişti bakışlarını, hala kapıya doğru bakıyordu kadın. Dilindeki pelteklik geçiyordu yavaş yavaş. “Karşılık?” diye sordu adam. Hafif bir gülümseme belirdi yüzünde kadının:

  • Sen bir kadına âşıksın o da sana âşık bu işte.
  • Sen imkânsız olduğuna inanıyor musun?
  • Hayır
  • İyi sorun ne o zaman? Herkes bunu
  • Âşık olduğun insana cennetini mi sunarsın cehennemini mi?
  • Ne biçim sorular bunlar cevaplarını bilmiyor musun? Âşık olduğum kadına tabi ki cennetimi sunarım.
  • Âşık olduğun kadın o zaman, sana âşıksa cennetini mi sunar cehennemini mi?
  • Kes artık saçmalamayı sen cennetini sunmuyor musun?
  • Sunuyorum ama bana sunulan hep Araf… Cennetlerim anlık, cehennem için dua eder hale geliyorum… Sen Araf’ta bekletilmenin ne demek olduğunu biliyor musun, ruhun nasıl sıkıştığını, sen sana Araf sunulduğunda, sunanın aşkına inanır mısın? Aşk şiirdeki gibi değil midir: “Her şey birdenbire oldu. Kız birdenbire oğlan birden bire. Yollar, kediler, insanlar… Aşk birden bire oldu.” Bu değimlidir âşık olmak? Araf bunun neresinde bana anlatır mısın? Şimdi bana şunun cevabını  ver; neden âşık olmadığın bir kadın güzel diye, hissettiğini bile bile, incinebileceğini hiç düşünmeden elini tutarsın, ona dokunursun? Güzel kadınların ruhları beton mudur? Bedenleri anlık nesne, hissettikleri saman alevi midir? Beş parmağın beşi bir midir? Bir insana her şeyden önce yalnızca insan olduğu için değer vermiyor muyuz, incinmemelerine özen göstermiyor muyuz? Betonda derin çatlaklar vardı.  Kapanmaya  başlamıştı yavaş yavaş. Sonra her şey birdenbire İnce bir keskiyle tekrar oyuldular. Yanaklarımdan tozları akıyor becerebiliyorsan topla hadi kapat onları…
  • Önceki yavaş yavaş kapanıyorduysa bu da kapanacak. Belki bir sonraki, öncekinin üzerinden geçmeyecekte, yeni yaralar açacak. Ya da bir bakmışsın bir gün inandığın her şey hayatında. Sen her seferde, her başladığında söylemiyor musun “Canım da yanabilir olsun bu da bu meretin bir parçası”
  • Demek ki tahammül edemiyorum artık…
  • Tamam, tahammül edemediğin noktada bırakmıyor musun zaten, bırak.
  • Bıraktım zaten Araf’ta değilim ve hiçbir şey
  • O zaman düşünmeyi de bırak.

Solundaki fayansa doğru döndü kadın. Adamın gölgesi vuruyordu fayansa. Kısacık kesilmiş dik saçlarının arasından seçiliyordu ışık. Elini uzattı kadın gölgeye:

  • Saçlarının arasında yıldız var…

İşaret parmağını bastırdı yansıyan ışığa:

  • Ama ben söndürdüm

Gülüyordu adam:

  • Gelirken kocaman bir kadın olduğunu düşünüyordum.

Eline uzandı kadının. İşaret parmağını hafifçe fayansa yansıyan ışığın altına kaydırdı:

  • Bak şimdi o yıldız parmağının

Beraber gülüyorlardı şimdi. Adamın bıraktığı eliyle yanaklarını sildi. Başıyla kapının arkasında aslılı havluyu işaret etti adama ayağa kalkarken. Havluya sarınırken hala gülüyordu kadın:

  • O zaman ben bir daha aşık olacağım ve bir bakmışım o da bana aşık…
  • Buradan bakınca pekte yalnız ölecek gibi görünmüyorsun.

Hafif gülümsüyordu şimdi adam. İğneler gibi mi söylemişti, dalga mı geçiyordu yoksa söyleyişinde hiçbir ima yok muydu anlayamamıştı kadın. Şaşkın gözlerle baktı:

  • Neden böyle söyledin şimdi? Gülüş büyüdü yüzünde adamın:
  • İnancın var. Tabi biraz masalvari olsa
  • Bir yerlerde yaşayan aşk dolu, tutku dolu, masalvari inançları olan bir adam olamaz mı? İnanmayayım mı yani?
  • -Soren Kierkegaard; “Mükemmel aşk, insanın kendisini mutsuz edecek kişiyi sevmesidir.” diyor. Belki de mutlu olmak için, mutsuz etmeyi denemelisin. Acı vermelisin biraz, uzak olmalı, hislerini  belli etmemelisin. Ki biliyorsun bu oyun böyle oynanır. Oyunu yıllardır  kendim olacağım, dürüst olacağım diye kuraldışı oynayan

Suları sıçrata sıçrata çıkıyordu küvetten kadın, kaymasın diye elini tuttu adam. Bir iki saniye adama baktıktan sonra sertçe çevirdi kadın başını. Odasına yürümeye başladı. Adam bu bakışı çok iyi biliyordu. Gülmeye başladı tekrar kadını takip ederken:

  • Niye kızıyorsun ki? Doğruyu söylüyorum
  • Şu klişe stratejinin bana hatırlattığı tek şey, Bukowski’nin “Kadınlarla erkeklerin birbirlerine ettikleri, insanın idrak gücünü aşıyor” sözü. İki insan birbirine âşık olduktan sonra ne gereği var? İnsana, yalnızca insan olduğu için değer verebilmekten, incitmemekten bahsettim ben değil mi? Niçin incitiyorum, mutsuz ediyorum ve bunu bilerek yapıyorum insan olduğum için mi? Ha bir de beni daha çok sevsin diye ne güzel! Hiç halim yok şu yatağın kenarına otur, ben de önüne oturayım şu saçlarımı tara ne olur. Bir daha da büyüyemedim diye de laf söyleme bana. Baksana senin de benden aşağı kalır yanın yok. Hala oyunlardan bahsediyorsun. Ayrıca, Kierkegaard aşkı değil, acısını seviyormuş belli ki. Kendisini sevmediği de apaçık ortada. Ben kendimi
  • Evet, bu yüzden şubat soğuğunda kaldırımda sızıyorsun.
  • Oraya nasıl gittiğimi hatırlamıyorum bile. Biraz fazla içmişim o kadar. Kendini sevmeyen    insan    başkasını    hiç        Eğer  kendimi sevmeseydim  aşksızlığı   hazmeder,   Araf’ta  kalırdım…  Hem   soğuk kaldırımda sızmayı, oyun oynamaya tercih ederim.

Fırçayı saçlarında gezdirirken kadının, saatine baktı adam:

  • Al bakalım fırçanı. Kalk yat hadi uyu biraz. İşe gitmem lazım.

Omzunun üzerinden uzanan fırçayı aldı kadın. Sol tarafında duran komodinin üzerine bıraktı. Adamın dizine tutunarak kalktı yerden. Yanına oturdu adamın. İşaret parmağı burnuyla dudaklarının arasında halıya odaklanmış düşünüyordu. Ayağa kalktı adam elyaf yorganı açtı:

  • Hadi bırak düşünmeyi gir şu yatağa.

Üzerindeki havluyu yere fırlattı kadın. Hırçın bir çocuk gibi girdi yatağa. Ensesine kadar çekti yorganı. “Çok üşüdün bak. Tamam, oda sıcak ama istersen bir şeyler giy üzerine. Bu kadar zaman da ıslak havluyla oturdun” dedi adam. Başucunda duran adama doğru çevirdi başını; “Üşümüyorum. İyi böyle sağol” dedi gülümserken. Yatağın kenarına oturdu adam:

  • Eğer bir sonraki hayal kırıklığında ki, masalvari inançları olan bir adamı çok zor bulabileceğin için, tekrar hayal kırıklığı yaşama ihtimalin yüksek, kendini kaybedecek kadar içip, çatıya falan çıkarsan ve ben seni orda bulursam hiç acımam iterim aşağıya. Ne kemik kalır ne beton haberin olsun.

Hışımla yanındaki yastığı aldı kadın, ayağa fırladı adam, gülüyordu ikisi de:

  • Hem inan diyorsun, hem inancımı sarsmaya çalışıyorsun! Git artık işine! Hani geç kalıyordun!

Çoktan kapıya gitmiş olan adam arkasına döndü:

  • Niye fırlatmadın yastığı?
  • Değişiklik olsun

Elindeki yastığa sarılıp, tekrar yattı kadın. “Her şey için teşekkür ederim yine gel. Daha iyi bulacağından emin olabilirsin” dedi. “Tamam, uyu biraz görüşürüz sonra” dedi adam.

Binadan çıktığında is kokusunu içine çekti adam. Ayaklarına bakıyordu yürürken. Bitkindi. Kadınlarla erkeklerin, birbirlerine ettikleri insanın idrak gücünü aşıyor. Doğru diye düşündü içinden. Umarım “Aşk dolu, tutku dolu masalvari inançları olan bir adam” vardır dedi gülümseyerek.

Tozlarıyla ıslatırken kadın yastığını; “Aşk dolu, tutku dolu, masalvari inançları olan bir adam var” diyordu içinden.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2009

Bunu paylaş: