Emek ve İnsan*
İnsanlığın günümüzdeki gelişmişlik düzeyine ulaşmasında emeğin temel etkenlerden biri olduğu açık. Hele makine öncesi çağlarda hemen her şeyin üretimi kol gücüne, yani insan emeğine dayanıyordu.
Makinelerin ortaya çıkışı, insanoğluna dev boyutlarda yeni üretim olanakları yaratırken emeğin rolü azalmadı, arttı. Çünkü makineler de sonunda insan emeğiyle çalışıyordu.
Sosyalist düşünce insan emeğini “en yüce değer” olarak kutsadı. Sosyalizmin uygulandığı toplumlarda emek kahramanları ortaya çıktı.
Andrej Wajda, 1976’da yaptığı “Mermer Adam” adlı çarpıcı filminde, çalışkanlığı ve üretkenliğiyle Polonya’da halk kahramanı olan bir duvarcı ustasının sonraki yıllarda düzen karşısında uğradığı düş kırıklığını anlatıyordu. En yüce değer emek, bürokrasinin çarkları arasında ezilmişti.
***
Son iki yüzyılda, üretimdeki insan emeği etmeninin kol gücünden beyin gücüne dönüşümüne tanık olduk.
Ülkemizde son on yıllarda açılan tünelleri bir düşünün: Metro tünellerini, karayollarındaki tünelleri, su taşımak için yapılan tünelleri… Şimdi de Boğaz suyunun Haliç’e akıtılması için, aslında yaşamsal bir gereksinim olmayan, biraz süs sayılabilecek bir tünel açılıyor.
Dünyanın ilk sualtı tüneli Londra’da Thames Nehri altına yapılmıştı. 1825’te başlandı 1842’de bitirildi. Tam on yedi yılda.
Neden? Çünkü kazma kürekle açılıyordu tüneller. Dinamitin bulunmasıyla toprağı patlatıp taşıma ortaya çıktı. Açılan oyukların ağaçla, metalle sağlamlaştırılması da yine bin bir emekle yapılıyordu.
İnsanoğlu kol gücüyle yaptığı işleri, aklıyla bulduğu, geliştirdiği makinelere yaptırıyor artık. Günlük dile “Böcek” olarak giren tünel açma makinelerini yerin altına yerleştiriyorsunuz. Günde on metre kazıyor, kazdığı yerleri betonlaştırıp sağlamlaştırıyor. Yüzlerce insanın kol gücünü gereksiz duruma getiriveriyor.
***
Kol gücüyle beyin gücünü birbirine kıyaslayanlardan değilim. İkisi de kutsal insan emeği sonunda.
Demek istediğim, insanoğlu teknolojik gelişimlerle çok daha az çalışarak çok daha rahat yaşayabileceği bir dünyanın olanaklarını yarattı. Böyle olacağını Marx da öngörerek geleceğin toplumlarda insanların acılarının yok olmayacağını ama düzeylerinin yükseleceğini söylemişti. Yani insanlar ekmek parası için değil, söz gelimi Bach müziğinden yeterli tadı alabiliyor muyum diye dertleneceklerdi.
Oysa kapitalizm, bütün iğrençliğiyle insanların beyinlerini çürütmeyi sürdürüyor. İyi yaşam olanakları arttıkça, insan olma onuru yükseleceğine alçalıyor.
Oktay Rifat’ın şiirindeki çağrı, bakalım bir gün insanoğluna ulaşabilecek mi? “Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi; Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!”