“Türk mü, Türkiyeli mi?” Kıskacında Atatürk’ü Yeniden Anlamak – Pınar Avcı

“Türk    mü,    Türkiyeli    mi?”   Kıskacında    Atatürk’ü    Yeniden Anlamak*

 Neredeyse 2004’ten beri iktidar eliyle ince ince işlenen bir konu, “Türkiyeli” meselesi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un İstanbul’daki konuşmasında dile getirdiği “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözleriyle kimilerince yeni bir boyuta taşındı. Sanki medyada sıklıkla duyar olduğumuz Türkiyeli söylemi, devletin resmi ideolojisinin bir temsilcisi olan asker tarafından da benimsenmiş gibi bir yanılsama yaratılarak yapay zafer nidaları atıldı. Genelkurmay Başkanının bu açıklamasının çözüme giden yolda önemli bir adım olduğunun altı çizildi; kimi medya unsurları ve halk kesimlerince bu durum AKP iktidarının bir başarısı olarak lanse edildi. Oysaki Türklüğü bir üst kimlik olarak görmek ve buna karşıt olarak alt kimliklerin de varlığını kabul etmek ve Atatürkçü bakışın aksine Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan halkı Türk yerine Türkiyeli olarak addetmek herhangi bir çözüme giden bir yol olmaktan çok, yapay ayrımlarla kaotik durumlara neden olacak ciddi bir sorunsaldır.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni altı temel ilke üzerine inşa etmiştir. Bunlardan belki de en takdire şayan olanı; Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan tebaa/kulluk anlayışını yıkarak yerine vatandaşlık esasına dayanan bir millet yaratmasını sağlayan milliyetçilik ilkesidir. Atatürk’ün kendi sözleriyle bu ilke altında Türklüğün tanımına bakacak olursak, bugün gündemi meşgul eden ilgili tartışmanın ne derece anlamsız ve Atatürk’ü anlamaktan uzak olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir(1930)”. Demiştir. Bu millet, “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trakyalı her  bir soyun evlatları ve aynı cevherin damarlarıdır (1923)”. Atatürk’e göre, “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de, o kadar kuvvetli olur(1923)”. Sadece bu sözlerde bile görülmektedir ki, milliyetçilik, Türk milletinin siyasal, sosyal ve kültürel bağlamda varoluş gerekçesini ortaya koyan ilkedir. Bu ilkenin sabote edilmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünü sabote etmekle eş  değerdir. Atatürk, milliyetçilik ilkesiyle amaçsız ve kendini tanımlamaktan aciz bir yığından soylu ve sağlam bağlarla birbirine kenetli bir halk yaratmıştır. Atatürk’ün milliyetçiliği ne kimilerinin iddia ettiği gibi kafatasçıdır ne de ayrımcı; aksine hangi kandan hangi topraktan hangi dilden dinden olursa olsun, Türkiye’de yaşamayı seçmiş ve kendini Türk olarak tanımlayan herkesi kucaklayan, içine alan ve tüm farklılıkları pozitif ayrımcılığa dahi izin vermeyecek şekilde bünyesinde eriten, herkese eşit ve adil bir mesafeden yaklaşan bir milliyetçiliktir. Onun millet ve milliyetçilik tanımı; barışperver, ulusun yaşam ve kaderine yön çizebilme temel hakkını gözeten kültürel bir milliyetçilik tanımıdır. Bu tanımdır ki, çok farklı karakter ve yapıdaki yığınlardan tek bir millet yaratabilmiş ve tek bir bayrak tek bir ülkü   altında   bugüne   kadar   varlığını   korumasını   sağlayabilmiştir. Atatürk’ün milliyetçiliğe ait görüşleri ülkücü olduğu kadar da akılcıdır; mantıksız düşmanlıkları reddeder ve karşılıklı yaşam haklarına saygı duyulduğu sürece her milletin varlığının korunması gerektiğini söyler. Atatürk milliyetçiliği bölücü değil, dayanışmacıdır. Atatürk, Türk milletinin birbiriyle dayanışma içerisinde el ele ve  bir bütün halinde gelişmesini öngörür ki; o bütün Lazıyla, Çerkeziyle, Ermenisiyle, Kürdüyle, Türküyle her kökenden insanı kapsayan bir bütündür ve ancak o bütün korunduğu sürece tarihte Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin varlığı devam edecektir. Bugüne kadar hiçbir milletin kendi içinde bölünerek daha büyük bir millet var edemediği düşünülecek olursa dayanışmanın gücü ve önemi daha net anlaşılacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk, 1933’te, tarihe düştüğü notlardan biri olan Onuncu Yıl Nutku’nu sonlandırırken “Ne mutlu Türküm Diyene!” ifadesini kullanır. Atatürkçü ideolojiden, onun ilkelerinden, devrimlerinden, gelecek nesillerden beklentilerinden kısacası hiçbir şeyinden derinlemesine haberi olmayan biri bile bu sözün anlamını düşünerek, bugün yaratılmaya çalışılan ayrımın ne derece suni ve tehlikeli  olduğunu kolaylıkla fark edebilir. Ancak ne yazık ki, kimi kitle iletişim araçlarınca yoğun şekilde manipüle edilen ve ‘biz sizin yerinize düşünür yorumlarız’  mantığıyla her tür akıl yürütmeden uzak kılınan (Habermascı bakışla özel alanı dahi kolonileştirilen) kitleler, bugün bu sözü modası geçmiş elitist ve kafatasçı bir milliyetçilik fikrinin nişanı olarak kabul etme eğilimdedir. Oysa dikkatli bir bakış fark edecektir ki, Atatürk “Ne mutlu Türküm diyene!” demektedir : “Ne mutlu Türk Olana ya da Türk doğana!” değil… Tarih potasında kaynaşmış, birbirine duygusal ve amaçsal bağlarla bağlanmış ve yoktan bir millet yaratarak onu bugünlere taşımış insanlara “Türkiye halkları” diye seslenmek ne Atatürkçü düşünceyle bağdaşır, ne de ulusal varlığımıza ve geleceğimize pozitif bir katkı yaratır. Türkiye halkları ya da Türkiyeli sözcükleri sadece söylemde bir tercih meselesinin sonucu değildir; aksine, daha büyük ve yurtsever hiçbir çıkarla bağdaştırılamayacak kötücül bir planın duyarsızlaştırma yoluyla kitlelere dayatılan tezahürüdür.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2009

Bunu paylaş: