Ulusuna Tapan Ustaya Veda: Halit Refiğ – Selin Süar

Ulusuna Tapan Ustaya Veda: Halit Refiğ*

 

Türkiye’de sinema tarihine baktığımızda hayatını filmlere adayan, ulusal düşünceyle vicdan filmlerine giden yolda sinema dilini geliştirip beyaz perdeyi kendi ülkemizde de bir sanat haline getiren ve hüzünlü bir sonbahar gününde uğurladığımız Halit Refiğ’i bu ayki güncellememizde anmamak olmazdı.

Anne ve baba tarafından Selanik göçmeni olan Halit Refiğ, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1934’te İzmir’de dünyaya geldi. Çocukluğunda, Varlık Vergisi’nin kendi ailesini de vurmasıyla beraber ailenin maddi kaygılarla birbirine düşmesi, Refiğ’in huzur ve mutlulukla geçen çocukluk günlerini oldukça etkilemişti. Aile içi meselelerden kendini uzak tutmaya çalışan Halit Refiğ, sinema hayatında bu dinamiklerden bütünüyle ayrı olmayacaktı.

Selanik göçmeni olan ailesinin Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in temel ilkelerine sıkı sıkıya bağlı oluşu Halit Refiğ’in de hayatına yansır. İbrahim Türk ile yaptığı söyleşide okuduğu okul hakkında şöyle belirtir:

Okuduğum okul olan Şişli Terakki Lisesi de esas itibariyle Atatürk’ün ilkokul hocası Şemsi Efendi tarafından Selanik’te kurulan bir okuldu. Yani Selaniklilik okulda da devam etmişti. Benim okudum dönemde benden üst ve alt sınıflarda Şarık Tara, Bilge Karasu, diplomat Nazmi Akıman ve felsefe hocam İhsan Kongar’ın oğlu Emre Kongar da öğrenciydiler.”[1]

Ailesinin genel karakterinden etkilenen ve bu yolda ileriki yıllarda Türkiye’de ulusal sinema akımını başlatmasında önemli bir role sahip olan Refiğ,  askerliğini bitirdikten sonra Anadolu kültürünü daha yakından tanımış ve kendine öğretilen ilerici, aydın bakış açısıyla içinde bulunduğu farklı dinamiklerden oluşan memleketini sorgulamaya başlamıştır. Ancak bunu hor görerek değil, Türkiye’yi, memleketinin insanlarını çok severek yapmış ve bu sevgisi toplumsal gerçekçi filmlerinde de yer bulmuştur.

İzlediği ilk filmden itibaren sinema tarafından büyülenen Refiğ, gün geçtikçe Türkiye’de sinema yapmanın olanaklarını araştırmaya başlar. Bu konuda neredeyse hiçbir yazılı, eğitsel ürün bulamayan genç, Robert Koleji’nde okuduğu sıralar kendini geliştirmek için film dublajının yapıldığı ses stüdyosuna gider ve orada kendini eğitme amaçlı işe başlamaya karar verir. Bir sonraki yaz İngiltere’ye sinema eğitimini araştırmaya gider ve edindiği bazı kitaplar sayesinde Eisenstein, Pudovkin gibi sinema kuramcılarından, psikanalizin kurucusu  Freud’tan haberdar  olur.  Geri  dönerken  aklında  tek  bir şey vardır; ailesinin, kendisi üzerindeki mühendislik heveslerini gerçekleştirme çabasını  ve eğitime devam etmeyi bir yana bırakıp en temelinden sinemada var olmak, sinemayı Türkiye’de var etmek…

Sinemaya giden yolda askerliği aradan çıkarmak isteyip ilk olarak Eskişehir’de yedek subaylıkla görev alan Refiğ, Kore Savaşı’na gönüllü olarak gittiğinde Amerikan birliklerinin kurduğu satış mağazalarından ilk yadigarlarını satın alır; 8mm kamera, montaj masası, perde ve projeksiyon makinesi. Tüm kalbiyle yönetmenliğe yönelen genç sinemacı, askerlik dönüşünde tercüme  ettiği yazılarla ve sinema eleştirileri yaparak aile desteği olmadan para kazanmaya çalışır. İlk yazısı 1956’da Akis Dergisi’nde yayımlanır. Atilla İlhan’ın yazılarından, Rus Gerçekçiliğinden, Cahiers du Cinema hareketinden, İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden oldukça etkilenen Halit Refiğ, o dönem çekilen filmlerin çoğundan olumsuz şekilde söz eder, çünkü ona göre bütün eserler gerçekçilikten uzak, toplum sorunlarına eğilmeyen ve hayalci bir yapıdadır.

1950’li yıllardan itibaren Refiğ’in ‘Ulusal Sinema Kavgası’ başlar. Türkiye’nin çalkantılı ortamında ideolojik olarak CHP kanadında yer alan, Marksizm  eğilimli olan sinema ustamızın sahip olduğu veya savunduğu düşünce ne olursa olsun tek derdi, üzerinde yaşadığı toprağın insanlarının sorunları ve gerçeklikleriyle ilgilenmektir. Atatürk ile ilgili çekilmesi gereken bir filmin yabancıların ellerinden çıkmaması gerektiğini söyler; kendisi solcu düşünceye eğilimli, Cumhuriyet ideolojileriyle yetiştirilmiş olsa da gerçekçi ve ulusal olmayan her şeye karşı bir duruş sergiler. Halktan olmayana, salt sanata, sert ve tek yönlü ideolojik savunmalara, sinemanın estetik kaygı diretmesine, seyirciden ve sorunlardan kopuk bir sanat anlayışına; kısacası melodrama ve klişeleşmiş Yeşilçam kalıplarına itiraz etmiş ve Ulusal Sinema’yı memleket  panoramasının içine sokmuştur. Sanat çevresi tarafından ‘basit eğlence kaynağı’ gibi görülen sinemanın 60’lı yıllarda ‘sanat’ olarak, isim olarak var olmasına büyük katkıda bulunan ustalardan biridir Refiğ.

Değerli sinema ustamız 70’lerden itibaren ulusalcılık anlayışının yok olmaya başladığını düşünmektedir ve bu yüzden 80’lerin sonuyla beraber vicdani bir meseleye dönüşen ulusalcılık çerçevesinde ‘vicdan filmleri’ ile yola devam eder. Ulus hareketleri, bir toplumsal kaygı değil, bireyden gelen vicdani bir sestir artık onun için. ‘Teyzem’, ‘İki Yabancı’, ‘Kurtar Beni’, ‘Hanım’, ‘Karılar Koğuşu’ adlı filmlerinde bireye inen, birey gözünden ulusalcı sinema kodlarının varlığını görürüz.

1975 yılında TRT adına çektiği “Aşk-ı Memnu” adlı dizi, oldukça dikkat çekmiş ve televizyon dizilerine öncü olmuştur. Yine TRT Kurumu için 1981 yılında, Kemal Tahir‘in romanından uyarlanan “Yorgun Savaşçı” adlı filmin o yıllarda yakıldığı iddia edilse de 1993’te televizyonlarda gösterilme şansı bulmuştur.

Filmlerinde, dizilerinde, yazdığı yazılarda ulusalcılık kaygısını her zaman önde tutan, içinde yaşadığı toplumun sorunlarını, dinamiklerini, yaşadıklarını göz önünde bulundurarak eserlerini ortaya koyan ve sinemaya bu ülkede değer verilmesini sağlayan ustalarımızdan olan Halit Refiğ’in ışıklar içinde yatmasını diliyor, Türk sinemasına olan katkılarından dolayı ona bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Ölümünden önce Ergenekon Davası için ‘beni de alın’ kampanyasının öncülerinden olarak ulusal tavrını bir kez daha ortaya koydu. Filmlerin, kitapların yakılmasına, aydınların, doğruları söyleyenlerin yok edilmesine, topraklarından sürülmesine şahit olan ülkemizde sanatın örselenmeyeceği; bütün kurumları ve yöneticileriyle toplumsallıktan, sorunlarının gerçekçilikle gösterilmesinden korkmayan, Türkiye  Cumhuriyeti’nin hak ettiği bir halkın var olması; sinemamızın gün geçtikçe yükselen ve değeri artan bir ivme kazanacağı günlerimizin bir an önce gelmesi dileğiyle…

[1] İbrahim Türk, ‘HALİT REFİĞ Düşlerden Düşüncelere Söyleşiler’, Kabalcı Yayınevi, Kasım 2001, s.15.

‘Lütfi Ömer Akad, Metin Erksan, Osman F. Seden, Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Halit Refiğ SİNEMAYI SANAT YAPANLAR’, TRT Eğitim Dairesi Başkanlığı, Aralık 1999.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2009

Bunu paylaş: