Kısa çöp, uzun çöpten hakkını alacak elbette!: Hasan Hüseyin Korkmazgil – Duygu Yılmaz

Kısa çöp, uzun çöpten hakkını alacak elbette!: Hasan Hüseyin Korkmazgil*

 Hasan Hüseyin, 1927’de Sivas’ın Gürün ilçesinde doğmuştur. Öğrenim hayatını Adana Erkek Lisesi’nin ardından, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde sürdürmüştür. K.Maraş’ta öğretmen olarak kamu görevine başlamış; fakat siyasi eylemde bulunduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırılmış ve hüküm giymiştir. Bu  süreçte arzuhalcilik, ressamlık ve inşaat işçiliği yapmıştır. Akis ve Forum dergilerinde çalıştıktan sonra, Kızılırmak kitabı nedeniyle  yargılandı.  Birçok şiiri bestelendi.

Ödülleri:

*1964 Yeditepe Şiir Armağanı (Kavel)

* 1970 TRT Sanat Başarı Ödülü (Kızılkuğu)

*1981 Toprak ve Nevzat Üstün Ödülü (Filizkıran Fırtınası)

AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP

incecikti gül dalıydı

dokunsam kırılacaktı

 

dokunmadım kurudu

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını neden akşam oluyorum tren kalkınca kırlangıçlar birdenbire çekip gidince mendiller sallanınca neden tıkanıyorum öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki

az önceki çiçekler nasıl da diken diken

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti

o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı

oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı

nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

…………………………………………..

VE DER Kİ KİTABIN ORTAYERİNDE BÜTÜN IRMAKLARI DÜNYANIN KIZILIRMAKTAN GEÇER

…………………………………………..

 

KIZILIRMAK

 

Silâh ve şarkı

ben bütün karanlıkları bunlarla yendim doğacak çocuğumun kanında esen emekçi karımın dimdik bakışlarında ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu

silâh ve şark

 

 

benim bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyin ışıklı nehirler büyütür silâh seslerim tankaranlığında yekinir yürür orman

yekinir yürür toprak yekinir yürür kalabalıklar

 

ve der ki kitabın ortayerinde bütün ırmakları dünyanın kızılırmaktan geçer

vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım

açtım kırkıncı kapıyı gördüm ki atın önünde et titrer biryerleri zamanın kırdım kırkıncı kapıyı gördüm ki itin önünde ot ürperip durur hiç olmalardan şakıdı kuş

yarıldı nar delirdi ateş

ve başladı uğul uğul uğuldamağa bütün ırmakları dünyanın kızılırmak

kızılırmak

 

güneşin ortasında insanlar kımıldaşır ve der ki şakıyan kuş

yarılan nar deliren ateş: zaman akıyor

omuzlarında kalabalık nalkırıklarıyla anasonlu duyarlığında general nargilelerin bir damla kankurusu çok eski savaşlardan belki silâhların çürümedik biryerlerinde belki pişman bir ağzın acıyarak anlattıkları aşka benzer bir karışık kıtlık direnci boyunları kafataslı saray kahramanları yığınlara vatan diye kalan yoksunluk

 

ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı!

yıkık bir ud tiryakiliği antika cumbalarda kanaryalarında berberli bezginliği burjuvalığın

bir polis burnu belki – dağdaki çarıksızın çarıksızlığı bir büyük vurgun düzeni – belki de bir lavrens vurgunun soygunu nevyork’ta döllediği

bir kucak sakal sanmak belki de marks’ı toprakları denizleri insanları ingilizlemek silâhlarla beklemek sömürge sofralarını vaşington ağalarının pilâtin dişlerine

taze bir kan gibisine gerinir güneşlerde saklar genişliğini şarapçasına

altun tepsilerde çok büyük ölür yürek çok büyük hıncı kalır mayonezli kirenaların

 

yanyana birsofrada

sanfransisko ve c.i.a. yâni çuval ve mızrak

notrdam’ın kargalarının güldüğü

 

sakalları incili hümanizma satıcıları halep pazarlarından gecikmiş bir ikindi kışlalar öğlesonları asurbanipal

bir böcek ölüsünün geceyi kemirdiği tektanrılı çokyataklı ve çok çok acımaklı ikindi parklarında köpek ve kıral

altun ve brovningin karanlık egemenliği

konuşun soytarılar çalgılar susun daha bitmedi açlar

salınır o eski sularda cüzzam yalnızlığı kirliliklerin gözün gözü sömürdüğü topraklarda ayıp ve kara şimdi çoktaaan terekesi o serüven kahramanlığın

o bezirgan mutluluk balık tutar şimdi mor kuytularda

 

ne de çok özlemişiz gökyüzünü kirşiz sevmeyi

kırdım kırkıncı kapıyı kandım o pınarlardan

başladı ugul uğul uğuldamağa bütün ırmakları dünyanın kızılırmak

kızılırmak

Sen ne cömert topraklarsın ey ortadoğu sen ne çok soyulansın ve hiç uyanmıyansın

akdeniz’de mor bir deniz burjuva gitarlarında kuytuların kuytularda ölüme döllenmesi sevişmenin soyutluğu ve çamurluğu

duaların çamurluğu ve soyutluğu gökyüzüne insanca bakamamak yâni hiçbir şey

yâni utanç ve lavanta yâni mum

çoktespihli bir ebabil ki uzar çöllerde uzatır baltazar bayramlarını petrol petrol uzatır köleliği âmin âmin

çeşmelerinden hâlâ şehname akan şahlı seccadelerde acem ve anka

mezarlık toprak reformu – kölelerin eşelendiği keskin bir ingiliz burnu – de ki abadan

ya da bir şah ve allah ve dolar üçlemesi saat tam onikiye beş kala

 

akdeniz’de mor bir deniz burjuva gitarlarında soyubitmiş balıkların akvaryum bezginliği bir dilim ay

bir lokma arap

– gölgesini güneşten bile esirgeyen – ve şakkulkamer bedeviliği

yâni utanç ve lavanta yâni kirli ve kaçak yâni mum

kalçaları, kadın pazarlarının – yok başka

 

karanlık vatanseverliği kaçakçılığın – yok başka general nargilelerin madalya törenleri

ve şeytan taşlaması petrol kırallarının – yok başka ezik ve utangaç

bilgiç ve yoz mum

yâni demek istiyorum ki sadakalı sosyalizm soytarılığı

 

konuşun soytarılar çalgılar susun

bekler güzel yarınlarını bu tutsak toprakların çetelerin o sipsivri uykusuzluğu

 

akdeniz’de mor bir deniz burjuva gitarlarında neyin neye düşman olduğu belki de hiç bilinmeyen hergece bir düşük, sam radyosunda

hersabah bir komik âdem bir hacıyatmaz

ve komünistli bir kıralistan yunanistan’da

 

hacının develeri gevişirken ay altında ortadoğu’da petrol ve çelik kırallarının gölgesinde bir istanbul akşamı

bizans ve kirli türk ve yoksul ve mâcun

allaha ve devlete ve bilcümle gölgelere dualar eyliyerek biryanı yangın yıkım

biryanı yoksul yetim biryanı dökülür pul pul deniz

altun

ve kristal karışımı halinde bir istanbul uyanır köprüaltı uykularında

 

elektıronik müzikli bir hicazkâr ud ve kızıl çağrısı açlığın

o devletli tekliğinin kabuğunda bir hamal Ortadoğulu

 

sıla çalgını da vatan yoksulu allaha inanır arapça

yoksulluk çeker türkçe ve denizi sever çocukça oraları söyler durmadan oralarda yaşar bıkmadan oralarda ölür istanbullarda

 

kaktüs kemirenlerinden biri midir brezilya’nın yoksa nil’e tapan ve aç yatan bir fellah mıdır kimbilir belki de rio’lu bir gecekondulu

insan nerde başlar belli değil ki istanbulsuz gibi yaşıyarak istanbul’u

vatansızlığını vatan diye güzelim gün ortasında elektıronik müzikli bir hicazkâr ud

develeşip develeşip dönüşmesi gökdelenlere yanki go hom’lu bir miting alaturka betonarme balkonlarında emperyalizmin

ve kasıklarında maydarling amerika yâni bütün devrimcilerin konakladığı en çok özlediklerine düşman yaşıyan bir gecikmiş kıral ve özgür köle sürüyerek zincirlerini kaldırımlarda ana avrat söverek soluna sosyalistine ve bir somun ekmek kaldırımlarda ve bir garip hamal kaldırımlarda

ve bir vatanölüsü kaldırımlarda

 

Ne bulmak içkilerde intiharlarda

neye varmak birşeyleri durmadan çoğaltarak çiçek resimleri çizmek güneşli pencerelere ölüleri akreplerle çiyanlarla karıştırarak

eski çamaşırları yenilemek dilencilerde

bir eski oyuncaktan koca bir gençlik bulup çıkarmak

 

kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz

alı neden moru neden kırmızıyı kimbilir neden severiz

 

bir kenti geri almak ve davul bir kenti geri vermek ve davul

oynaşmak iskeletlerle altunlarla madalyalarla dedeleri gümüşlere altunlara atlara oranlamak bıkıp bıkıp yeniden başlamak sevişmelere kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz

alı neden moru neden kırmızıyı neden severiz kimbilir

 

dal uyur daldasında yorgun dalların gece büyük büyük anlatır eskimişlerden su değil toprak değil

de ki acımışlıklar

de ki altun sözcükleri tükenmişliğin oturur direk direk

götürür pazar pazar ne ki yaşamak?

 

umduğum gel sevdiğim gel beklediğim gel gel benim kuşak kuşak

yoluna kurban olduğum Kırmızböceğini tanır mısınız?

güneşin kıyısında kırmızböcekleriyiz bir, maviye çalar türkülerimiz

bir, kapkaraya

kağnı uzaklığını bilir misiniz kırmızıbiber ve tuz

bilir  misiniz karlı karanlıkta yalnız

yapayalnız ince ince ölmek

bilir misiniz bugün bulgurun sonu yarına dur bakalım

 

öbürgün allah kerim bilir misiniz

toprağın boynu bükük eller umarsız

ağam sen bilirsin bilir misiniz

hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz ve işte atombombalarıyla korunur açlığımız

 

işlemeli mendil ve kurşun harmanyeriyiz hey bre karakol kapısıyız

imparatorluk kokar sefaletimiz soyula soyula çıplak güdüle güdüle sürü

bütün halklar gibiyiz – biraz kuşdili biraz kahvefalı

ve biraz da düş hapisâne avlusuyuz hey bre

cennet kuzularıyız

helallaşır gibi bakarız dostların gözlerine severiz gülyağını

ve bir de aynaları

ve bir de aynalarda yiğitlik masallarını sonra azıcık da sakızı

azıcık da uçkurhavalarını

bıyık burup gazel çekeriz de tenhalarda menhalarda uzatırız boynumuzu elkapılarında

sülünler gibi

 

ve işte türkiyeliyiz

hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz hamsiyiz karadeniz’de

çukurova’da pamuk uzunyayla’da buğdayız ege’de tütün

sınırboylarında gözükara kaçakçılarız istanbul’da kadillaklı karaborsacı ve doğu dağlarında koçero’larız

 

eşsiz bir güzellikle çarpılmış gibi uyumuşuz yoksulluğun körmemelerinde çalışkanız

filozofuz dostuz

bütün sömürülenler gibi ezik bütün uyananlar gibi kızgın ve doluyuz

seslenir yüzyıllar ötesinden pir sultan abdal’ımız ‘üstü kanköpüklü meşe seliyiz’

etekleriz de kodaman soyguncuları ekmek kapılarında gözümüz gibi koruyup kolladığımız devletin silâhını hey bre

yoksul – yetime doğrulturuz

 

ve işte türkiyeliyiz ateşleriz de mandıraları fabrikaları

topal karıncayı melhemleyip salıveririz

bir yaprak düşer bir yanbakış götürür biryerlerimizi kan sızar yeşillerden ak mendillere

çıkarıp öcümüzü dağbaşlarına ağıtlara ağıtlara dökeriz yüreğimizi

 

saksıda çiçek kıraçta ceviz

örtülerimizde nakış nakış sabır ve gözyaşı vardır bizim

 

akıyorsak garip çaylar gibi incelerekten dokutuyorsak eğer sonbahar gibi

çok ağır olduğumuz içindir mandalar gibi ve balıklar gibi çok kalabalık seviyorsak silâhı ve yoksulluğu

susuyorsak kar altında toprakçasına bıçak kemiğe değmediği güneş ufuktan doğmadığı

o tozkoparan fırtına kapımızı

kırmadığı içindir

 

vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım

 

Anasının karnını tekmelediğinde temmuz kocaman ve çoook akıllı bir balıktı uzayda proton -1 uydusu sovyetler’in

ve çelik bir kelebekti mariner-4 ensekökünde merih’in

şeftali emzikteydi bursa’da pamuk çiçekte çukurova’da

ve yeşil bir buluttu buğday konya’da

sivas’ta siverek’te

 

ozan ozanca söylüyordu dünyanın geleceğini işçi grevce

adını bile bilmediğimiz birileri vardı dünyanın bir- yerlerinde

örneğin Singapur’da tahran’da belki belki de kordoba’da

karakas’da mı desem katanga’da mı yoksa roma’da mı ankara’da mı

birileri biryerlerde durmadan yontuyordu barışı mermer mermer

öfkeyi demir demir sevgiyi tunç tunç doyumsuz günler aşkına

 

ölmek birşey değil dostlar hergün ölmek güç

açlık

o başka ölüm açlık korkusu beter

ne atom ne hidrojen ne yangın

 

dağları dümdüz etmeğe – dostlar aç çocukların çığlığı yeter proton-1

mariner-4 güzel akıllı büyük

yıldız kaymaları masallar getirirken gecelerime yangından kaçar gibi bölük bölük

sırtı yorganlı emekçileri cömert ülkemin göçüyorlardı vatan vatan

viyana üzerinden adenover almanyasına

‘allı turnam bizim ile gidersen şeker söyle kaymak söyle bal söyle’ söyle ki iyi vursun hınzır vurguncu tüyübitmediği soysun tefeci

eskiden gemilere bindirip bindirip zencileri allı turnam geçersen ırgat pazarlarından zincirli topraklardan hacizli kapılardan hastane önlerinden geçersen allı turnam

 

insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor birşeylerin gidişinden ve hiç dönmeyişinden

 

sabahları yorumlamak güç değil yoksulluğu yorumlamak güç değil

nasılsa bir başka yorumlamak hep aynı sabahları esmer ve uzak

inmeli antenlerin ardında şaşkın

ve grevler döverken komprador marka demokrasinin duvarlarını

yedirip yüreklerini korkularına bir köledüzenin uşağı efendisi cebi dolarlısı da

sırtı bitlisi

tekmeler gibi güneşi çocukların gözbebeklerinde ‘arefe gününde bayram ayında’

vurdular emekçilerin kongresini

 

kördüler karaydılar çiçeksizdiler

ve gelip bir karanlıktan gidiyorlardı bir karanlığa

 

Benim karamsarlığım belki de bir demet gül – sevdiğim içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam- sarlığım

 

kocaman ve çoook akıllı bir balıkken uzayda proton -1 uydusu sovyetler’in

ve kondukonacakken luna’lar tatlı bir öpücük gibi ay’a dilenmek benim ülkemde işsizlik benim ülkemde

ve şeytan taşlamak yasak değildi benim ülkemde baböf’ü okumak yasak

paspas yapıldı demirinden giyotinin direktuvar bir ölü söz lârus’ta

oysa bizim buralarda kelepçe yapılıyor hâlâ

pitekantıropüs babanın günahsız baltasından

 

kopmuş toprağından kanayarak kanayarak

saçılmış yollara türkü türkü ışık ne

vatan nerde ne ki kutsallık!

 

kentlerin varoşlarında sanki kurt sürüleri tanrıya filan değil

allı morlu ışıklara dönük yüzleri konuşur elleri ekmek ekmek takırdar çeneleri

ölüm yakın lokman uzak

 

anlamak yasak değildi benim ülkemde anlatmak yasak

adına grev diyorlardı adına gecekondu

bir şey dolaşıyordu aramızda seslisoluklu yaşıyorduk onu biz – dinine allahına kitabına dek yaşıyorduk yağmurda yaprak gibi her zerremizde ölmek yasak değildi yoluna onun

adını koymak yasak tutmuş troya atları subaşlarını

madalyalı seyisleri emperyalizmin ak taşın üzerinde iki damla kan biri memet

öbürü memet ‘arayerde bu kan nedir dost dost dost’

görmek yasak değildi benim ülkemde göstermek yasak

 

ben ki uçan kuşu kıskanırdım oyun çağımda nehirleri yağmurları selleri kıskanırdım

buluttan gemilerimle aşardım duymadığım denizleri yıldızlardan yıldızlara kurulu hamağımda  mapusâne türküleri söylerdim geceleri

bir uzak sel sesiydi o kaygan günlerimde ekmek kavgası dünyamda renkler ve böcek sesleriyle bir öyle cümbüş

en hırçın yıldızları en uysal kavaklara işlemek yaprak yaprak yaralı bir serçenin gözlerinde bir evren ölüp ağlamak

ve bütün haziranları bir tek gülle açmak hersabah

 

o tedirgin ellerin bakışları hâlâ sofralarımda

hâlâ çizik çizik kanar kaygusu o ekmeksiz akşamlarımın yok artık, dost yüzlü ağaçlarım, gurbet kanatlı gemilerim yok

gömüldü gitti kervanlarım o çıtır çıtır ağustos gecelerinde

 

bir dilim güneş koyup bir dilim yoksul sevince aşk büyütmek

gecelerce gecelerce özlemeklerden

 

bölündüm ayrılıklara parça parça dağıldım yeryüzüne çığlık çığlık şimdi patron yüzlü sabahlardayım şimdi direk direk direnmek

 

gel benim sevdiceğim gel benim umducağım beklediğim gel

gel de bitsin kuşak kuşak

yoluna kurban olduğum

 

binip binip bulutlara ulaştım yıldızlara da kıtalardan kıtalara el sallıyamadım

el sallıyamadım

turnalar bile geçip gitti türkülerimden ben kaldım buralarda

ben işte kaldım buralarda ey dost kırmızıkuşlar kırmızıkuşlar

diye diye avuttum hırçın çocuklarımı em, em

diye diye ağladıkça ağladıkça

masmavi çocuklarım hep işte böyle

 

insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor

anaç bir ağaç gibi dinleniyor kaygularım şimdi güneşte aldanmak ne kolay

ne temiz ne ilkel allahım!

kalabalıklarla sevmek güzel günleri ne denli güç

ne denli güç allahım!

 

uzay

o masallaranası yıldızlı karanlığım karanlığım benim!

o şafak tarlalarının ekmeğe dönüşmesi sarıçiçek vakti ölmek ekinler arasında ve şafakleyin

bıldırcınlar ve yıldızlar ve tanyeli eşliğinde birşeyleri bulmak ve varamamak

vakur bir ağaç gibi kucaklamak evreni ve şafakleyin alfa

beta gama

ve aynştayn

yâni biraz daha iflası korkularımızın insan denilenin karanlık kurtuluşu bir ceviz yaprağı denli basit ve ilkel

karışık mı karışık bir ceviz yaprağı gibi

 

nezaman kaldırsam başımı geceleyin ne denli çok anlamağa çalışsam gökyüzü bir yapraktı unutulmuş

not defterinden aynştayn’ın

 

ne sanat sanat için şarlatanlığı ne savaş için savaş

çoktan anlaşıldı hey bekleroğlu taşın taş olmadığı

ateşin ateş

şimdi deprem çizgileri yığınların gözbebeklerinde şimdi yumruk çiçekleri o sömürge ülkeler aşamazken kel dağları kel dağları düşlerde bile geçtim sesduvarlarını sesduvarlarını düşlerde gibi yedi başlı beyler besledim yüreğimden yedirerek vurdum sonra başlarını beylerin efendilerin

yok benim tanrılarla kişilerle hiçbir alışverişim ben artık, düzenlerle boğuşan bir gerçek devim

öyle bir dünyayım ki ben-hep özlenmiş hiç yaşanmamış insan ve emekten geçer ekvatorum benim

kendim çizerim sabahlarımı-yok benim sabahçıbaşım yok benim lüpçübaşım yok benim hötçübaşım

 

yok yok yok!

 

Elbet bir bildiği var bu haçaturyan’ın

bir bildiği vardı elbet erzurumlu hançerbarı’nın arjantin pampalarında uykusuz çetecilerin benim kurtuluş anıtlarımda mermi yüklü ananın lumumba’nın kanının

kanayan viyetnam’ın  . kurşunlu duvarlara doğan günlerin

kalabalık acıların bıçakaçmaz ağızların bir bildiği vardı elbet bir bildiği var

bir bildiği olacak elbet

 

hiç yalan söylemedi kalın çizgilerle susuşu yoksulluğun hiç yalan söylemedi gözlerde zulüm

ve çıplak uykularında zengin düşleri milyonların hiç yalan söylemedi

 

hiç yalan söylemedi bu ozan elbet bir bildiği var bu kayguların birikip birikip durmadan biryerlerde acıların öfkelerin birikip biryerlerde yekinmesi yatanların ve yürümesi

akması küçüklerin ve katılması yıkması birşeylerin

ve yıkılması yıkılıp yapılması

hiç yalan söylemedi bu ozan işte karton kaleleri kapitalizmin işte gözün göze düşman olduğu işte elin ele düşman

ve işte benim

yeryüzünde güller gibi açılan devrimlerim

 

kamboçya’da kalkan kamçı

 

şaklar çukurova’da belimde benim istanbul’da verilmeyen hak durdurur dakota’nın volanlarını

ve der ki öpüp kaldırdığım ekmek

– beni böyle yerdenyere çalan şey – nevyork’ta bitmişse grev

ben burda bil ki grev gözcüsüyümdür

 

benim gözlediğim gel benim yürekyağım

gel benim kuşak kuşak

yoluna kurban olduğum gel!

 

Of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar cilalar civeleklikler yalancılıklar karagünlü saraylı soytarılıklar of!

soygunların gölgesinde sosyete adaleti bre hitlerkırması kurtköpekleri

il duçe döküntüsü yandançarklılar bre arapsaçı sadakalı sosyalistler eh!

 

elif lâm mim vav he ye direkler arası kubbe a be ce de ve ye ze

kadillak marka bir hecindeve saraylardan saraylara aktarılarak eldenele ceptencebe aktarılarak

– yürü bre kahpe devran! –

kanarmş savaşlarla kıtlıklarla yoksunluklarla bir gözünde nevyork

bir gözünde moskova gevişir tespih tespih dökülür dua dua ayışıklı sularında ortadoğu’nun

of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar allamalar pullamalar törpülemeler

 

karagünlü saraylı soytarılıklar of!

 

Yorul ey gayrı akma ey su!

ey benim yaratan tedirginliğim tutsak yanım dinmeyen sızım ey!

çıkarıp çıkarıp yeniden çıkarmak bu dağı bu doruğa yorul ey gayrı

akma ey su!

 

durup durup kaygulanmak gibi birşey bu bizim sularla akıp gitmelerimiz

sonsuz bir tren penceresinden savrulan güvercinleriz çok buruk çok buruk bir şarap diyorum sıkın bağları ben hiç ölmediğimi yaşamak istiyorum

orman seviyorsam kimbilir dallara düşmanlığımı bayat bir başdönmesi – susmamak diye birşey kantutar beni yoksa – kantutmak diye birşey bırakma beni bırakma beni – çıldırırım diye birşey oysa düştüm develeri – düşlerimde uçaklar şimdi düşlerde başlayınca devrim – ne anladınız? devrim diye birşey – bir gecekondu tenceresinde demek ki önce devrim – ne anladınız?

ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa yorul ey gayrı

akma ey su!

 

çiçekler bırakınca renklerini biçimlerini resimler sakal salınca yaldızlı albümlerde eski bir türkü gibi bakışlarından belli bitkilerin sürüp giden yeşillerinden belli kalırız gündengüne yaşlanan sözcüklerde bir akşam saatinde günbatımında

gözgöze gelmelerde ve içkiye yenilmelerde bülbüllerin öte öte bitiremedikleri

kana benzer kan değil kan gibi korkunç ve karanlık kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda belki de çocukların hiç bitmeyen oyunlarında

 

ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa

 

gülersin – menekşeler olur sesin – bırakıp gitmek gözlerine bakınca balıklar cıvıldaşmak – bırakıp gitmek

 

bir avuç bulut içmek masmavi güvertelerde ağlamak tekil değil – ne anladınız?- bırakıp gitmek kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda

 

böcekti karanfildi kemandı bonaparttı anarşistti burjuvaydı polisti kenediydi yoksuldu zengindi kıraldı soytarıydı soğuktu sıcaktı ılımandı of

değil işte bu değil topunun sülâlesini!

 

adamı tutup götürüyorlar geceyi burnundan getiriyorlar

bütün kırbaçları bütün kelepçeleri bütün alçaklıkları adamı vurup öldürüyorlar

 

geceyi bir daha yaşamak kolay adamı bir daha öldürmek zor siz bu tutanaktan ne anladınız

öldürmek diye birşey – ne anladınız suçsuzdu diyorum – ne anladınız sefaleti yok etmek adamın düşü güzel günler düşünmek işi

diyorlar bu kokan balığın başı tevfik fikret diyor devenin başı kime yüklemeli bu iğrenç suçu kime yüklemeli bu iğrenç suçu kime yüklemeli bu iğrenç suçu

 

Benim karamsarlığım belki de bir demet gül – sevdiğim içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam- sarlığım

 

biz ki

petrolü kavuçuğu kahvesi ve kakaosuyla ve kastro’su zapata’sı amado’suyla

sıcak ve kıvrak bir şarkı gibi düşünürüz atlantikaşırı bağımsızlığı

biz ki bir vaşington sineği kondurup bir zenci dağa kanlı bir çocuk başı buluruz viyetnam’dan

ve bazan

öyle bir sızıyla sarsılır ki antenlerimiz sivaslı bir bağlamadan afrikalı bir tamtamdan

daha ilkel ve yalınkat kalır o ipek öfkesiyle leonid kogan

 

beni ısırdı

– bilirim – 18’lerdemondros’larda demokrat suratlıydı bilirim

bezirgan dişli hâlâ damlıyor kanım

viyetnam’da kırılan dişlerinden

ve hâlâ aç dolaşıyor başkent caddelerinde kurtuluş savaşı kahramanlarım çoğunun çoktan söndü ödü ocağı kalmadı çoğundan bir nişan bile

işte bundandır ki benim birtürlü gülemiyor gülemiyor

gülemiyor işte türkülerim

 

of ooofff

ne de çok seviyorum harita okumayı! sakarya sivas erzurum madrid seul havana

hepsini hepsini anlıyorum alev alev budistleriyle saygon linkoln’ün mezartaşı vaşington

ve süzgün gözlü kompradorlarıma kurtuluş istanbulu

 

anlamak hem kolay hem kolay değil

 

ne ölüm ne aşk

ne de işsizlik

ve ne de deniz deniz kabarması yüreğin ne içki

ne çiçek ne dostluk

ve ne de akşam saatleri dişi kentlerin insan bir anda bütün bir evreni birden yaşıyor

kan sıçrayınca bağımsızlık bayraklarına

 

Birgün çıkıp geldiler – anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini – tüketimartıklarım üretimorganlarını ve eski külotlarını – çikletlerini çukulatalarmı getirip bıraktılar – tiklerini mi- miklerini çiğliklerini – gençkızların düşlerini getirip bırak- tılar – hergün hergün yeniden getirip bıraktılar – iplerini oltalarını konservekutularmı – süttozlarmı soyalarını sa- lemlerini – kısırlıkhaplarmı madalyalarını tasmalarını – bayraklarını bayrakyırtmalarını sövmelerini – anamıza bacımıza çocuğumuza – en çok önem verdiğimiz şeyle- rimize – üretimorganlarını ve tüketimartıklarım kullana- rak – tanrının ve isa’nın ve bizimkilerin izniyle – atlarını seyislerini çombelerini – tıraşlarını ve dişlerini getirip bı- raktılar – hergün hergün yeniden getirip bıraktılar – son-

ra güzel güzel anlaşmaları – sonra güzel güzel sözleş- meleri – sonra güzel güzel paylaşmaları – asılmış- ların ve asılacakların izniyle – vedurmadan durmadan

baltazar bayramlarını – sonra güzel güzel savaş uçakla-

rını – radarları rampaları atombombalarmı – denizaltı de- nizüstü birşeylerini – bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini – piekslerini bitekslerini bitpazarlarını – eroinlerini kokain- lerini getirip bıraktılar – hergün hergün yeniden getirip bıraktılar-

ve sonra çekilip gitmediler gemilerine ve sonra çekilip gitmediler gemilerine

 

ve sonra çekilip gitmediler gemilerine ve artık okadar çok şey getirdiler ki ve artık okadar çok şey getirdiler ki ve artık okadar çok şey getirdiler ki bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde

 

acılar ey acılar işsizlik acısı özgürlük acısı bağımsızlık acısı ey

ve ey mızmız acılara direnmenin yoksul kahramanlığı ey hergün ölüm

ey hergün ölüm toplanın birleşin

bir olun

acıların şâhı gibi gelin üstüme gelin

ve bitsin şu iş

 

seninle gelecek – çâre yok seninle bu tatlılık ey büyük acı

gök incir nasıl ballanırsa acılardan

acı koruk nasıl bulursa balların en sarhoşunu o işte o!

gel benim darmadağın direncim gücüm

emeğim çilem gel

gel benim büyük acım gel ve bitir şu işi!

kalaylardan mı gelirsin bolivya’lardan rio’nun favelalarmdan mı

ispanya’dan mı viyetnam’dan mı zonguldak kömürlerinden mi gelirsin çukurova’lardan mı

yellerle mi gelirsin ateşlerle mi uçarak mı koşarak mı yırtınarak mı gel işte gel gayrı

 

gel gel

gel de bitir şu işi

 

elbet bir bildiği var bu çocukların kolay değil öyle genç ölmek yeşil bir yaprak gibi yüreği koparıp ateşe atmak

pek öyle kolay değil

hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da yalnız bir bahar çiçeklenir

a benim gülüm!

 

 

elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi yüzümün

 

yaşamak

bir köpek gibi tekmelenerek yaşamak

öpülüp okşanıp kaldırılarak

 

ne donkarlosun domuz ahırı ne senatör makdoların oda uşağı ne de hacıfışfışın kurban etidir

demokrasi

demokrasi denilen o haspanın – a benim gülüm lordlar kamarasına açılmaz kapısı

beşikteki bebeler bile biliyor bunu artık biliyor ve unutmuyorlar

insan kanıyla işlediğini o teksas tipi demokrasinin

 

elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi yüzümün

elbet kolay değil öyle genç ölmek

 

kore bir kan lekesidir

 

akşamlarımızda sızlayan bir kopuk koldur hiroşima uçaklar geçtikçe çırpınan orda

uzakdoğu’da

gencecik yürekler gibi seğrîşir her bahar barış güvercinleri hiroşima çocuklarının burda

benim ülkemde

titreşip durur yeni barış güvercinleri

 

insan karıştırıyor bazan ölmek mi yaşamak  yoksa yaşamak mı ölmek

 

bir karanfil takmak yakaya belki de bir orkide

bir baloya gitmek gitmemek

bir kumar partisi belki de onlarca hep birdir a benim gülüm

onlarca hep aynı değerde afrika’da kaplan ve zenci avıyla bir atom savaşı ve toptan ölüm

 

çocuklar büyümesin büyümesin tomurcuklar açmasın açmasın

ve sularca akmasın o en güzel şey yaşlılar yaşamasın

yaşamasın ocaklar tütmesin tütmesin

ve yuvalar, gülüm benim gülmesin gülmesin

çapraz iki çizgi ak bulutlara gâvur gözlü kargaları emperyalizmin

amerikan bitpazarlarında

 

 

dünya bir genişleyip alabildiğine daralıyor birden eliçi kadar

ve dolar

madalyalı bir yular gibi geçmiş boyunlarına

ne güvercinin göğsündeki gökkuşağını görür gözleri ne karakarıncanın güneşe günaydınını

ne de sevişir gibi işlemenin güzelliği titretir yüreklerini kongo bir açık bonodur

belçikalı banker brodel’in kasasında ve mister gülbenkyan’ın purosunda enfes bir tütündür havana duymazlar çeliğin mavi kahkahasını

tomurcukta çatlayan gücü görmezler gülüm satarlar bir akşam içkisine

o cânım ülkelerin narçiçeği yarınlarını

 

satarlar gülüm

memedi memede vurdurup memedin tarla sınırında memedin karahaberini satarlar memedin memedine ve karagün

– hangi karagün? – gelip çatınca davul davul

yavruyu memeden koparır gibi koparırlar işleyen elleri işlerinden sokarlar ateşten ateşe gülüm soygun düzeninde göbek atarlar ne sevinç

ne kıvanç ne güven

bize onlardan kalan bir avuç yorgun umut zincirde bir vatan

ve kanrevan türkülerdir

 

İncecik boyunlu kıraç karpuzu dışı yeşil yeşil

içi kırmızı

 

yuvarlana yuvarlana geçer bulutlar meler yanık yanık bağlı bir kuzu

nah şuramda koskocaman dağ benim nah şuramda ipincecik bir sızı ceylanları ceylan gibi çizmem ben çizersem hilâl boyunlu

çiçekleri çiçek gibi çizmem ben çizersem nakış nakış

akarım ince ince de olurum nehir nehir kavgaları kavga gibi çizmem ben çizersem türkü türkü

yazmışlar benim için kocaman kitaplara dışı yeşil yeşil de

içi kırmızı

 

 

neylerim ben kitapları kocaman kitapları efendim okusun benim, canım efendim o kuştüyü salonlarda, canım efendim okusun da büyüsün benim efendim okusun da biliversin aklımdan geçenleri ben işte hep böyle azgelişmişim

yâni ben çünkü evet azgelişmişim

evet çünkü hayır fakat ben işte azgelişmişim çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş cephelerde mapuslarda aslanım aman kıtlıklarda kıyımlarda kurbanım aman seçimlerde sayımlarda ben varım aman kerpiçlerde küllüklerde hayranım aman şenliklerde şölenlerde ben yokum aman

 

ben işte hernedense azgelişmişim çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş demiri de kömürü de sökerim aman

buğdayı da pirinci de ekerim aman çilem budur benim işte çekerim aman

evet çünkü hayhay fakat ben işte azgelişmişim yâni ben çünkü evet hayır fakat azgelişmişim ölüm kalım kıtlık kıyım ben varım aman

 

bayramlarda seyranlarda ben yokum aman soygunlara vurgunlara hayranım aman vatan millet allah patron kurbanım aman kalabalık ve karanlık türküyüm aman

 

benim için demişler ki kocaman kitaplarda dışı yeşil yeşil de

içi kırmızı

neylerim ben kitapları kocaman kitapları efendim okusun benim, cânım efendim okusun da biliversin aklımdan geçenleri okusun da açıversin gözünün şafağını turnalar çizeyim gurbetlerime

ağıtlar düzeyim yiğitlerime kelepçeler vurulsun bileklerime okusun da büyüsün benim efendim yumuşacık salonlarda cânım efendim

 

ve der ki şakıyan kuş yarılan nar deliren ateş

bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu uşak matti seyretmez de breht’i efendisi puntila’sı seyreder

bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu volga mahkûmları’na mahkûmlar değil aristokrat salonlarda efendiler içlenir

 

damarı pir sultan damarı damarı robson damarı

gelir uğul uğul yeraltı nehirlerinden gelir ve bulur yüreğimizi

damarı kavga damarı

bu ne biçim düzen hey bekleroğlu öfkesi sesinden büyük

sesi ününden kocaman ruhi su’yu

şu benim her dalı bin dert açan çıra-çakmak ülkemde şu benim yürekleri çıra-çakmak tutuşanlarım değil istanbul

 

sosyetesi alkışlar

‘gelin canlar bir olalım tevekkel tu taalâllah’

 

vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım

 

Ay doğar bedir bedir yel eser ılgıt ılgıt

sırıtır sıram sıram elkapıları elkapıları da kölelik kapıları kul olur yiğit

 

ay doğar hilâl hilâl gün doğar devrim devrim

sırıtır sıram sıram elkapıları elkapıları da kölelik kapıları kurtulur yiğit

 

yeşili çin’den gelir bu kahkahanın kırmızısı afrika’lardan

ve dünya dünya olur diyorum hey bekleroğlu yaşamak yaşamak

gün gelir biz de görürüz yedi rengini deryaların gün gelir biz de ölürüz hey bekleroğlu yaşamak gibi güzel

süzüp süzüp güneşi bereketlerden çin’den hindistan’dan amerika’dan

taze bir kan gibi dolaşırız biz de bu yeryüzünü

 

vatan topraksa eğer ormansa nehirse mâdense vatan işçiyse köylüyse aydınsa vatan

yâni yapıp yaratmaksa herşeyi yenibaştan sevmeyi yenibaştan

alkışı yenibaştan

bir hesabı vardır bunun sorulur

 

bu hesabı soracaklar bulunur akgün karagünden öcünü alır birgün

ürker altunlu yiğitliğin senin ey bunak düzen ürker bu yağma saltanatın

o kanlı karanlıktan kopup gelen bebeğin güneş renkli ilk çığlığından

lenin’ler olur bu çığlık hey bekleroğlu marks’lar mao’lar mevlâna’lar mustafa kemaller olur hey bekleroğlu galile’ler gagarin’ler adsız ustalar

ve sen olursun işte hey bekleroğlu kıtlıklarda

kıranlarda kurtuluşlarda

 

uyan ey köşem bucağım kırıkkolum iğriboynum sağırkapım dilsizim

vaktidir direnmenin vaktidir şimdi

karalasın göbeğinde güzel gün karalasın göbeğinde mutluluk karataş çatladıçatlıyacak

 

proton -1

mariner – 4

anamın aksütü gibi biliyorum ki aynı kafadan doğma

aynı ellerden çıkmadır

ve aynı amaçlarla dönmeseler de uzayda anamın aksütü gibi biliyorum ki

bir mariner işçisi de özlemektedir barışı

en az bir proton işçisinin sevdiği kadar

Silâh ve şarkı

ben bütün karanlıkları bunlarla yendim sesimde benim

iki yumruk gibi yanyana dövüşüyorlar spartaküslerle viyetkonglar

 

yüreğimde benim  ette bıçak gibi yatıyor

yarım kalan şarkıları yiğitlerimin öfkemde benim

çok dallı bir ağaçtır özlemek doymadan gidenlerimin gözbebeklerinden

 

yürüdüm üstüne üstüne bunca yıl geçtim dikenlitellerini yasakların bir bir

 

tavında demir tavında toprak

ve tavında yürek gibi kabarık ve alıngan

dokundum ateşli kabuğuna güzelin iyinin

gerçeğin

soyundum kötülüklerden çırçıplak

 

dünyanın tepesinde bir avuç hışır karga kanat çırpsa uykuları karışır

yağmalanmış emeklerden gelir soylulukları yağmalanmış özgürlüklerden

dinleri imanları vurgun kelepir toprağın memeleri

altun ışıltılı kumları kıyıların emeğin çiçekleri

hep onlar için

hep onlar için takvimlerin mutlu günleri içimizin karanlığı

soframızın öksüzlüğü hiç gülmemesi yüzlerimizin

hep onlar için

adları morgan da osman da filân da olsa isacı da olsalar muhammetçi de

iki dallas domuzu gibi benzerler birbirlerine karagünler için kaldırırlar kadehlerini adanalı bir toprak ağasıyla

detroit’li bir otomobil fabrikatörü

 

dünyanın tepesinde bir avuç hışır dinleri imanları vurgun kelepir şarkılarda bile istemezler güzel günleri

ve bacakları çörçil zaferi çizerken havalarda musolini’nin öter faşizm düdücükleri

yanki go hom çaçaca maydarling amerika maydarling amerika

 

Bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz

korkusuz beter mi beter

ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter

 

bir oğlum olacak adı temmuz karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladıçatlıyacak bende bitmeyen kavga

onda yeniden başlıyacak

 

bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz

ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin temmuz gibi sıcak ve bereketli

temmuz gibi uçsuzbucaksız

 

bir oğlum olacak adı temmuz dilinde en güzel sesi türkçemin kulağı en yiğit şarkılarla delik

korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı vivaldi’yi dinler gibi okuyup anlıyacak

ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şef-

talisine

 

ay’dan kendi sesini dinliyecek vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle

 

ben ki yalınayak bastım kızgın dişlerine açlığın iri bir çizme gibi balkanlar’a basarken faşizm dağlarda silâh atmayı sevdim

ben ki silâh taşıdım gizli gizli dünyanın bütün devrimlerine boşuna dönmüyor bu rotatifler boşuna bağırmıyor bu kara

boşuna dinlemiyor bu korku kapımızı anamın aksütü gibi biliyorum ki doyumsuz günlere doğacak temmuz doyumsuz günler görecek

hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günler

ama mutlaka

 

karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladıçatlıyacak ben direndim yorulmadım o yorulup yıkılmıyacak

 

vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım

 

“mayonezli kirena” : ikinci dünya savaşı günlerinde, bazı ülkelerde emperyalist ordu komutanlarına tepsi içinde sunulan çocuk ölüsü.

 

“şakkulkamer” : ay’ın yarılması, çatlaması, ay’daki gölgeler muhammed’in mucize gösterip, ay’ı yardığı, çatlattığı biçiminde dinsel bir inancın doğmasına yolaçmıştır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2010

Bunu paylaş: