Türkiye’nin Çivisi Çıktı*
Bu ülkeye değil Atatürk, Uğur Mumcu bile geri gelse aynı şeyleri söyler;
“Kim olduğunuzu hatırlayın!”. Bu işin birinci özeti, Türkiye’de gazete patronlarından TSK’ya, üniversite öğrencilerinden işadamlarına, herkesin korkunç bir hafıza kaybına uğrayarak yavaş yavaş gelen tepkisizliğe, beyin felci geçirircesine kendini kaptırmış olmasıdır. Kaybolan refleksler, en saçma şekilde içine girilen paranoya tünelleri, suskunluk ve TV programlarının getirdiği o sahte “olağan yaşam” yanılsaması, hepsi birbirine eklenerek ortaya kabul edilemez bir tablo çıkardı.
Halbuki cumhuriyetçi-demokrat insana, ne korku ne de edilgen sessiz izleme yakışır. Bu psikolojik tutsaklık, derhal yırtılıp atılması gereken bir kefendir.
Erdoğan, yalnız TSK’nın değil basının da, boks deyimiyle, “grogi” olmasını fırsat bilip kontrolsüz salvolarını sürdürüyor. Basına yönelik yeni tehditleri resmen “faşizm dünyasından örnekler” tarihine altın harflerle yazılacak cinsten! Patronlara “her istediğini yazan” köşe yazarlarını kapıya koymazlarsa başlarına geleceklere şaşırmamalarını vaaz veren bir kara ses… Umarım “Avrupa”, ülkeyi demokratikleştireceğine inandığını söylediği bu partinin traji- komik şekilde batağa saplanışını da izleme fırsatı buluyordur! Bakın Hasan Cemal bile “bu kadarına” dayanamamış “Hop dedik Sn. Başbakan” diye şerh koymuş, mahçubiyet içinde. O müthiş esnekliğiyle bunu da hazmedeceği gibi, daha neler neler göreceğini umarım biliyordur, hazır olsun!
Geçen Cuma Habertürk’te Basın Kulübü’nü seyrederken çıldırdım. Mümtaz’er Türköne isimli biri, yüzü kızarmadan ülkenin başına gelen her kötülüğün kaynağı olarak Orduyu işaret ediyor ve “her türlü sapkınlık ve fitne- fücur”un oradan çıktığını rahatça kusuyordu ekrandan. Umarım hukuk yoluyla bu hakaretlerin hesabı sorulur. Sedat Laçiner de resmen tescilli bir AKP avukatı gibiydi, ama hiç olmazsa uslubu kontrollüydü!
Tartışmada o kadar desteksiz atış vardı ki, hangisini düzeltsem? “Ordu ve AKP arasında bir iktidar savaşı varmış”… Hayır beyefendiler! Ordunun “iktidar” olmak gibi bir niyeti yok. Ordu, bu ülkenin değişmez tapu senedini, yani rejimini korumaya çalışıyor. Hangi parti iktidar olmuş, sağ, sol, koalisyon, kim bakan olmuş, Ordunun umurunda değildir. Onları ilgilendiren ana konu, çokpartili laik demokratik parlamenter rejime hukuk devleti ve güç ayrılıkları çerçevesinde uyulmasıdır. Rejim zaten Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası ile garanti altına alınmıştır. Sorun tamamen saptırılmıştır. Konu AKP’nin Türkiye’yi demokratikleştiriyor olması değil, “anti-laik faaliyetlerin odağı” olduğu kanıtlanmış, rejimle kavgalı bir partinin kendi Anayasa dışı emellerine ulaşmak için var olan tüm muhalefet odaklarını yok etme projesidir. Ve ne yazık ki ülkenin yaşadığı yoğun depremin ana merkezi bu tespitten ibarettir. Paydaş medyasını partinin iç güvey uzantısı olarak yaratmış olan AKP, uydurma mağduriyet senaryoları ve paranoya gündemleri arasında ülkeye tam bir “cinsiyet değistirme” operasyonu yapma gayretindedir. Operasyon bittiğinde “oldu da bitti maşallah”larla beraber ülkede yasak olan “şeriatçılık” yeni Anayasa’nın temelini oluşturacak, “eski” dönemin Atatürkçü, laik, demokratik rejimi ise yasaklı ve terör sayılan pozisyona oturtulmuş olacaktır. Yaşanan gürültünün tamamı, operasyon sürerken mızrağın çuvala sığmaması ve olayın kotarılabilmesi için, örneğin Orgeneral Çetin Doğan’a “HSBC ve Sinagog bombalamalarıyla bir ilginiz var mı?” cinsinden sorular uydurmaktır.
Ameliyat bitene kadar denetimin her türlüsünden kaçarak rezaletin açığa çıkmasını istemeyen iktidar, basına yönelttiği saldırılar ve yargıyı dönüştürme çabalarının ötesinde “Parti kapatma işlerine Parlamento baksın” (!) diyecek kadar bilincini kaybetmiştir. Bu komedinin anlamı şu olur: Fenerbahçe ceza sahasında Lugano’nun yapmış olabileceği bir penaltının soruşturması kapsamında, Fenerbahçeli futbolcu ve yöneticilerin egemen olduğu noktaya anket formu dağıtılacak ve sonuç “evet” çıkarsa penaltı çekilecektir! Basını dört koldan ablukaya almaya çalışan Erdoğan, böylece kendi kendini denetleyeceği bir sisteme yatay geçiş yapmaya çalışmaktadır (!). Hala olayın adını “demokratikleşme” koyan sorumsuzlara duyurulur!