Lidyalılar ve Dünyaları’na Yolculuk – Tuğçe Duysak

Lidyalılar ve Dünyaları’na Yolculuk*

YKY Vedat Nedim Tör Müzesi’nde bulunan Lidyalılar ve Dünyaları isimli sergi, Manisa Müzesi, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve daha birçok arkeoloji müzelerinden getirilen eserleri bünyesinde barındırıyor.

Sergi müzenin ikinci katında açılmış ve ikinci kata çıkana kadar duvarlarda ve sarkıtılmış olarak sikkelerin büyütülmüş kâğıttan levhalarını inceleyebiliyorsunuz. Kata ulaşıldığında ziyaretçi defterinin ve sergi kapsamında ve sergiyle aynı adı taşıyan Lidyalılar ve Dünyaları kitabının  üzerinde bulunduğu masayı görüyorsunuz. Girişin hemen iki yanında ise kabartmalı eserler var. Sol taraftaki eser; Artemis ve Kybele’yi gösteren mermer sunak  siteli. Manisa Arkeoloji Müzesinde bulunan eserin bir kopyası olduğunu görüyoruz çünkü eser mermerden yapılmış değil. Sağ tarafta ise Gökçelerden Kabartma’yı görüyoruz. Tanıtım levhasının üzerinde Manisa Arkeoloji Müzesi yazıyor ve devamındaki açıklamalar serginin verimli geçeceğinin bir göstergesi.

Kapıdan içeriye girdiğimizde yerdeki ok işaretlerinden daha çok Lidya tipi ev canlandırması dikkatimizi çekiyor. Kartondan insanların işlerini yaptığı kompozisyon ve sol tarafında akan nehir özenli. Evlerin mimarisinin oldukça basit olduğu dikkatimizi çekiyor. Bir odadan oluşan ve hem işlerini yaptıkları, hem barındıkları yerler olduğunu öğreniyoruz Lidyalıların evlerinin. Nehir canlandırmasında ise yine karton Lidya insanı nehrin başında post yıkıyor ve postun üzerinde parıltılar var. Bu bana sergi esnasında edindiğim bilgilere göre, canlandırmanın Paktolos Nehri olabileceğini düşündürdü.

Ok işaretlerini takip ediyoruz. Duvarlarda eserleri daha iyi kavramamız için Lidya hakkında bilgi verecek yazılardan ilkini görüyoruz. Başkenti Sardeis olan Lidya ile ilgili kazılara 1904 yılında Osman Hamdi Bey ve yardımcısı Gustav Mendel’in başladığını görüyoruz. Lidya’nın verimliliğinden, zenginliğinden bahsederken altın akan nehir Paktolos’tan da bahsediliyor ve Tunç Çağı’ndan, Osmanlı Dönemi’ne kadar geçen 4000 yıllık sürenin ürünleri olan eserleri incelemek için devam ediyoruz.

İlk bölmeye gidene kadarki mesafede yine bilgilendirmeler görüyoruz. Serginin verimliliğini bizler için arttıracak olması mümkün. Taş idollerin, çanak çömleklerin ve takıların, mezar buluntularından tanındığını okuyorum yazının birinde. İlk bölmede gördüğüm eserlerin bulunduğu yerlerin mezarlar olduğunu gördüğümde bilgimi pekiştiriyorum. Taş idol, bakır alaşımlı keser, kesik gaga ağızlı çömlek var. Çömleğin onarıldığını görüyoruz.

İlerideki bölmede yine onarılmış yonca ağızlı testi görüyoruz. Yine aynı bölmede pişmiş topraktan mimari eleman: sakallı erkek başı isimli Lidya erkeği olarak tanımlanan başı inceliyoruz. Küpesi, saçı ve giyim şekliyle günümüze  çok da uzak değil. Yüzün ön kısmında hasar olduğu için net olarak inceleyemiyoruz, ancak üzerindeki renkler çok etkileyici. Etkisinden sıyrılıp duvar yazısına dönüyoruz. Lidya tanrıları üzerine açıklamalar içeriyor. Konum itibariyle Anadolu ve Yunan Kültürlerinden etkilenen Lidya için en önemli tanrıçalardan ikisi; Kybele(Sardis Kenti) ve Artemis (Ephesos Kenti). Lidya’nın bu konumundan etkilenen sadece inançları değil, sergi boyunca incelediğimiz eserlerde de bu etkileşimi görebiliyoruz.

Lidyalıların yemek kapları da onları yakından tanımamız için ayrı bir fırsat veriyor. Yemeklerinde baharatı sıkça kullandıklarını, yer yer kan katarak zenginleştirdiklerini öğreniyoruz. Ritüel yemeğe ait kaplar artık karşımızda. Skyphos, oinokhoe, çömlek ve tabaklar var. Bunlar aşırılıktan uzak kaplar. Karşımıza çıkan bir kapakta doğu bezemelerini görüyoruz. Konumunun kültüründeki etkisini pekiştiriyoruz. Yemek üzerine farklı bir bölmede pişirme kapları, rendelerini görüyoruz. Rendelenmiş ekmekle yaptıkları özel bir yemek olduğu bilgisi ise yine duvar yazılarından yerleşiyor belleğimize. Yanmış sarımsak belki de benim için en farklı gelen buluntularından bölmedeki.

Lidyalıların, insanlar tarafından üstün körü de olsa bilinmesini sağlayan en önemli özelliği ‘parayı bulmaları’ ise sikkeler olmadan bu serginin bir anlamı olmazdı. Sergi alanına çıkarken kâğıt levhalarda gördüğümüz sikkeleri görüyoruz. Beklediğimden çok daha küçükler. Üzerlerinde bulunan aslan figürünün bu kadar küçük bir alana nasıl yerleştirildiğini düşünüyorum. Paraların hepsi altından ve oval biçimdeler. Altının kullanımı bu kadar  rahatken gerçekliğini nasıl saptıyorlardı, merakımı denek taşı gideriyor. Ufak bir taş olan denek taşı ismini altının gerçekliğini ölçmeye yaramasından alıyor ve biraz yanında da ateşe hava üflemek için, üfleç yer alıyor.

Duvarların birinde yine karton Lidya insanlarını görüyoruz. Üzerlerinde kültürlerine ait kıyafetleri ve ellerinde aletleriyle sergiyi canlı tutuyorlar. Farklı bir bölmede pişmiş topraktan kantharos, alabastron ve lekythos görüyoruz. Boyutları ufak ama kullanım için yeterli kaplar olduğunu düşünüyorum. Çizimleri ya da resimlerinden farklı olarak canlı görmek o dönemi anlamak  adına oldukça önemli. Gerçeğe uygulanabilir oluyorlar, buluntuları gördükten sonra.

Biraz daha ilerlediğimizde gösterişli siyah renkli bir amphora ile karşılaşıyoruz. Gösterişli olması özel bir kullanımı olduğunu düşündürüyor. Yanındaki kabın ortasında bulunan sonradan aplike edilen baş heykelciği ise işçiliğin geliştiğini gösteriyor. Ok uçları ve asker iskeletinin bir kısmının bulunduğu bölme ise açıklamalarla etkileyiciliği artan farklı buluntulardan. Ellerinin arasında taş tutan askerin cesedi yüz üstü olarak bir bahçede bulunmuş. Ayrıntılarla oldukça canlı tutulan bir sergi olduğunu yineleyebiliriz.

Duvar yazılarında kokular ve süs eşyaları üzerine bilgiler alıyoruz. Gördüğümüz küpler, kolyeler ve yüzükler altınla süslenmenin bir ayrıcalık olduğunu gösterir nitelikte. Özellikle oldukça ufak altın oturan kuzu işçiliğin gelişkinliğini bir kez daha hatırlatıyor. Aynı bölümde fildişi baş da boyun kıvrımlarına kadar canlanıyor. Bronzdan ayna da bakımın önemli olduğunu gösteriyor. Ayrıca üzerindeki işçilik zanaattan çok sanat yapıldığını düşündürüyor. Mermer sakallı erkek başını görüyoruz ardından. Yüz üstü bulunmuş bir eser olduğundan burnunda hasarlar var. Kaşları ve alın çizgileri çok gerçekçi. Sakal ve saçı ile yüksek zümreden biri olması fikrini düşündürdü bende.

Gezimiz başladığımız yere geri dönmemizle son buluyor. Eve buyur edilip, biraz evin sahiplerine tanık edip onlara veda ediyoruz. Kâğıttan Lidya insanları 15 Mayıs 2010’a kadar orada kendi ürünlerinin vermiş olduğu canlılıkla  konuklarını bekliyor olacak.

*https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2010

Bunu paylaş: