16072010*
Regli öncesi kadın gerginliğinden muzdarip çayımı yudumluyorum. Vakitse çok erken, akşam yedi. Bu saatte uyanmak isterdim, aynaya bakmak ve şiş yüzümü güzel bulmak. Yanımda uzanan erkeğe gülümsemek, sonrasında gün batımına karşı kahvaltı yapmak… Oysa hiçbiri yok.
Günün bu saatinde uyanık ve çalışmaktan ziyade ruh halimle yorgunum. Tüm düşlerim anlamsız. Bir anlam kazanmasını istiyor muyum? Bu da ayrı soru. Yine aklım karıştı.
İşlevi üzerine kafa patlatıyorum, kafamın. Hep o karıştırıyor. Anlamsız kendini bulma sürecinde beni harcıyor. O, oldu mu ki beni var etmeye çalışıyor? Var mıyız ki? Neyse zaten hiçbiri yok.
Hayatım garip bir düzlemde, bilim insanları bilmiyor. Onlar bile bilemezken bu düzlemi benim bulmam… Zor. Tüm bu zorluklar kaşlarım gibi, kafamın her yanını sarmış. Onları aldırmak istiyorum. Kuaföre gittim, kapıyı zorladım. Açılmıyor. İçeri bakıyorum, afişlerden görebildiğim kadarıyla. Kimse yok. Kapalı diyor bir kadın. Tanıdığına aldırabilirmişim, beş liraya. Köy yerinde büyük bir nimet. Tercih yapamıyorum. Ne onlarla, ne onlarsız yoluma devam ediyorum. Kaşlarım aşağıya düşüyor. Düşün, düşün, düşün… Biliyorum ki aslında onlar da yok.
Kapıya kadar bu düşüncelerle yürüyorum. Güneş tepemde, ensem yanıyor. Ensemden omurilik soğanıma aldığım ışınlar beynime sinyal veriyor. Ellerim ayaklarım tutmuyor. Vajinamda bir kasılma, gülüyorum. Ah, sıcak! İşiyorum, bacaklarım ısınıyor. Yüksek ısı tüm bedenimde, kafam karışık… Hangi zaman normal oldu ki? Ellerim beynimden aldığı sinyalle kafamı kavrıyor. Sağa sola, sonra sola sağa çeviriyor. Artık kopmak üzere ve sanırım yok.
Ne var ki düşündüklerim olsun. Anlamını bulmak isterken iyice anlamsızlaşan biriyim. Kasıklarım ağrımaya başlıyor, bahçeye yığılıyorum. İlkin hafif tatlı bir sızı, ardından büyük bir acı. Zonkluyorum. Bacaklarımdan yapışkan kanlar çimlere akıyor. Bu kadar kanama sinirden. Oysa ağlayabilecektim düşersem, hem de mutluluktan.