Eleştiri Üzerine – Engin Taş

Eleştiri Üzerine* 

Bilindiği gibi eleştiri, bir sanat ya da düşünce eserinin özünü, yapısını anlatan; onun değerli ve değersiz yanlarını, toplumun sanat ve düşünce gelişimi içindeki yerini, gerektiğinde belgeler ve örneklerle belirten yazıdır. Tanımı açtığımızda, eleştirinin, şu noktaları içermesi gerektiği çıkıyor karşımıza:

  1. l) Eseri düşünsel ve teknik açıdan incelemek, değerlendirmek,
  • Toplumun sanat ve düşünsel gelişimini barındırmak,
  • Eserin, toplumun sanat ve düşünsel gelişimi içindeki yerini saptamak
  • Belgelere yaslanmak, örneklerle somutlaştırmak

Bütün bunları içermesi gereken eleştiri, elbette bunları bilen yetkin insanlar tarafından yapılabilir. Eleştirmen yetkin değilse, yazı ya övgüye ya da yergiye dönüşür. Övgüye ve yergiye dönüşmüş olan şeye de eleştiri demek mümkün değildir; çünkü bu tür üretimler, toplumun gelişmesine hiçbir katkıda bulunmaz. Konumuz olan eleştiri, toplumsal gelişim konusunda işlev üstlenen eleştiridir. Böyle bir eleştiriyi ise yaşama dair söyleyecek sözü olan, aksaklıkları gören ve gösteren, olumluyu olumsuzdan ayırabilen, toplumu yeniden kurma projesi geliştirebilen, projesinin gerçekleşmesi için sorumluluk üstlenebilen insanlarca yazılabilir. Dikkat edilirse, bu özellikler, bir karşı duruşu, tavır almayı ifade etmektedir. Bu anlamda eleştiri, bir toplumsal sorumluluk üstlenme sorunu çıkarmaktadır karşımıza. Kendini, topluma /dünyaya karşı sorumlu hissetmeyen ve sorumluluk hissini yaşam felsefesi haline getirmeyenlerin üstesinden gelebileceği bir yazı türü değildir eleştiri. Nitelikli eleştirmenlerimizin sayıca az olmasının nedeni işte budur.

(…) Anladığıma göre eleştiri, felsefe ve tarih gibi, akıllı ve meraklı ruhlara uygun gelen bir çeşit romandır.” (1) derken Anatole France, “akıllı ve meraklı ruhlu” olmayı eleştiri için ön koşul kabul etmektedir. Çünkü Anatole France, eleştirinin, özünde bir güç taşıdığını biliyor: Değerlendirme ve yargılama gücü. Bu güçleri doğru bir biçimde kullanmak, işe yarar hale getirmek, yani sorunları kavramak, değerlendirmek, çözmek akılla mümkün. Meraklı ruh ise, keşif yapmaya yarar. Demek ki, eleştiri için, alternatif bir yaşamı keşfe çıkmış bir ruh ve keşfedilenleri çözümleyen, sistemleştiren bir akıl gerekmektedir. Yine France’e göre eleştiri, “Anıları zengin, hiç şüphesiz gelenekleri de uzun olan pek uygar bir topluma son derece uygun düşer. Özellikle meraklı, bilgili, eğitilmiş bir insanlığa yaraşır. Gelişmesi için bütün öteki edebiyat türlerinin gerekseme duyduğu kültürden daha çok kültür ister. (…) Kaynağını hem felsefeden hem tarihten alır.”(1) Eleştiri türünün edebiyatımızda geç gelişmeye başlamasının açıklaması France’ın söylediklerinde saklı. Toplumumuzun zengin bir anı birikiminin, sağlam bir geleneğinin olmadığını biliyoruz. Orta Asya’da başlayan tarih serüvenimize ait yazılı belge yok denecek kadar az. Ayrıca İslamiyet etkisindeki yaşamımızın Arap ve Fars yaşam tarzı tarafından işgali, Tanzimat sonrası yaşamımızın ise Batı endeksli oluşu, anılarımızın zengin, geleneğimizin uzun olmadığını göstermeye yetiyor. En azından, başka toplumların etkisine girmemizi engelleyecek kadar güçlü olmadığını gösteriyor. İşte bu durum, anılarımızın ve geleneğimizin kesintilere uğradığını, bu nedenle uygarlaşma yolunda geç kaldığımızı, bilgilenme ve kültürlenme sürecimizin sekteye uğradığını, çelişen ve çatışan anlayışlarla eğitilmeye çalışıldığımızı göstermektedir. Zaten, dilini işgal ettirmiş bir toplumun düşünce eseri üretmesi ve felsefi birikim açısından gelişmesi mümkün değildir.

France’in, “Eleştirinin kaynağı felsefe ve tarihe dayanır.” savından hareket edersek, eleştiri kültürümüzün gelişmesine kaynaklık edecek bir  felsefi, düşünsel birikim bulamayız. Eleştiri için ön koşul kabul edilen meraklı ruh ise, ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) sürecinde hastalanmış, din tarafından narkozlanmış, darbelerle sakatlanmıştır. Böylece, otoriteye kayıtsız şartsız  boyun eğen, her şeyi bir kurtarıcıdan, devletten bekleyen, araştırmayan, seçenek üretmeyen, üretilen seçeneklere de körü körüne karşı çıkan, eleştirmeyen, sorgulamayan, nemelazımcı bir insan kütlesi yetiştirilmiştir. Böyle bir kütle, eleştiri yapmanın sorumluluğunu bilebilir ve üstlenebilir mi? Elbette hayır. Eleştiri başlığı altında yazılan yazıların övgüye ve yergiye dönüşüyor olması sanırım bu sorunun yanıtını içeriyor. Yani, eleştirmen bildiklerimizin de böyle bir sorumluluk üstlenmedikleri sonucu çıkıyor karşımıza.

Oya Baydar, bir yazısında “Türkiye’nin tahlilini yapan hareketler,  Türkiye’yi ya olduğundan daha ileri ya da daha geri göstermişlerdir.” diyor. Sorunlara gerçekçi bir gözle bakamadığımızın, gerçeğimizin farkında olamadığımızın tespitini yapıyor Baydar. Yani herkes kendini haklı çıkarmak adına bir şeyler üretiyor, ürettiğini sanıyor. Gerçekten üretenlerin ise sesi duyulmuyor. Meydan, bilgileri bilince dönüştüremeyen, bu nedenle de omuzlarının üzerindeki kafanın kendine ait olup olmadığını dahi sorgulayamayanlara kalıyor.  Laf  kalabalığından öte bir anlam taşımayan yazılara imza atan bu zevatın yazdıkları, kendilerini haklı çıkarmak telaşıyla, komplekslerine, bencilliklerine dayanıyor. Oysa üretim, nesnel gerçeklerden hareketle, insanlıktan yana yapma güzelliğine, insan olabilme onuruna dayanmalı. Elbette bu bir uygarlaşma sorunu. Uygarlıktan yeterince nasiplenmemiş olduğumuz için de, nesnel birikime dayalı öz ölçütlerimiz yok. Bu nedenle de, ya kitabi bilgileri ki kitapları da pek sevmeyiz, ya çarpık sistemin çarpık değerlerini ya da kendimizi ölçüt alma yanlışlığına düşüyoruz. “Bir kitap okudum hayatım değişti.” saçmalığı, soyut kitabi bilgileri ölçüt almanın genel yanlışlığını; sistemin ölçütleri, uygarlığın inkârını; kendimizi ölçüt almak ise başkalarına saygısızlığı içeriyor. Bilimsel kuşkucu bir tavırla sormalıyız kendimize: Acaba karşımdaki gerçekten yanlış düşündüğü için mi ben ona yanlışsın diyorum; yoksa ben yanlış düşündüğüm için mi doğruları yanlış diye damgalıyorum. Kendimizi üretime böyle katarsak omuzlarımızın üzerindeki kafanın bize ait olup olmadığını da sorgulamış oluruz. Böyle bir yaklaşım, toplumsal ilerlemeye, toplumsal ilerleme de bizim ilerlememize katkıda bulunur. Unutmamak gerekir, sahibine ait olan kafa, bilgileri bilince dönüştüren ve bu bilinçle de yeni bilgiler üretebilen bir kafadır. Böyle bir kafa, haklı çıkma adına tahrifata girişmez, intihallere yönelmez, üretimi tekele almaya çalışmaz, sorumluluktan kaçmaz, kolaycılığı seçmez. Böyle bir kafa, yaşanılan koşulları kavrayamayanların ve bu koşulların gereğini yapmayanların içinde bulunacakları geleceğin onlara ait bir  gelecek olmayacağını bilir. Böyle bir kafa, değerlerin değişiminin, değişimin değeri olduğunu unutmaz. Bu nedenle de, doğru olarak kabul edilmiş ve yaşanmış ama artık geçerliliğini yitirmiş değerleri değiştirmeyi, onların yerine yenilerini üretmeyi toplumsal bir işlev sayar. Yani gerçek bir eleştirmen sorumluluğu üstlenir.

Schopenhauer’in kayan yıldızlar, gezegenler, yıldızlar benzetisi, eleştirmenler için de geçerlidir. Kayan yıldızlar, çarpıcı, gösterişli bir anlatımla okuyucuda anlık etkiler uyandırma çabasında olan magazin yazarlarıdır. Gezegenler, yaşadıkları döneme ışık tutan eleştirmenlerdir. Yıldızlarsa olağanüstü bir duyarlık ve sezgi gücüyle yalnız yaşadıkları dönemi değil, geleceği de görebilen, sezebilen büyük eleştirmenlerdir.”(2) diyor, Zehra İpşiroğlu. Yanıt burada işte. Hangisi olmak istiyoruz? Bu bir tavır sorunu. Topluma, hayata, kendimize karşı nasıl bir tavır içerisinde olmalıyız, neleri göze almalıyız, hangi bedelleri ödemeye hazırız? Eleştirmenlerin pek sevilmediği gerçeğini de unutmadan yanıtlamamız gerekir bu soruları. Vereceğimiz cevaplar, kayan yıldız, gezegen ya da yıldız olmamızı sağlayacak. Kolay değil elbette yanıtlamak. Hele bir tavır alma da söz konusu ise. Üretim fakirliğimizi aşmamız gerekiyor öncelikle. Nedenin nedenini sorarak ve en baştaki nedene ulaşmayı amaç edinerek yola çıkmak iyi bir başlangıç sayılabilir. Birilerini küçük düşürerek onun düşme seviyesine göre kendimizi büyük görme ilkelliğinden kurtulmaya çalışmak da iyi bir başlangıç sayılabilir. Birey yaratmak yerine, bireyi ezen, sıradanlaştıran bir geleneğe sahip olduğumuz gerçeğini kabul etmek ama artık asla buna müsaade etmemeyi amaç edinmek de iyi bir başlangıç sayılabilir. Bütün bu başlangıçların devamındaki doğru tavır tutarlılıklarına göre de herkes, kayan yıldız, gezegen ya da yıldızlardan biri sayılabilir, gelecek nesillerce.

1. Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri, ll.cilt, 385

2. Zehra İpşiroğlu, Eleştirinin Eleştirisi, 31

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2010

Bunu paylaş: