Gülmek: Charlie Chaplin*
Gülme ve ağlama tepkileri insanlığın başlangıcından beri ‘insana özgü’ doğal bir itki olarak varlığını korur. Bir bebek, daha doğumundan itibaren fizyolojik ihtiyaçlarını belli etmek için ağlar, ancak belli belirsiz gülme işaretleri ikinci haftadan sonra bebekte görülmeye başlanır. Bebek, gülüşüyle beraber sevgisini belli edebileceği gibi, büyüklerinin yaptığı şaklabanlıklara cevap olarak da gülümsemeyle karşılık verebilir. Öyleyse, insanoğlu çevreyi anlamlandırmaya, çevresinde var olana alışmaya ve anormallikleri fark etmeye başladığı andan itibaren gülmeye başlar. Yapılan bilimsel araştırmalar bir çocuğun haftada ortalama 400 kez, bir yetişkinin ise 15 kez güldüğünü ortaya çıkarmıştır. Yapılan testlerde gülme öncesi ve gülme sonrası beyin aktivitesi ve vücut fonksiyonları incelendiğinde, kahkahayla ve içten gülen kişide hastalıklara olan bağışıklık düzeyinin arttığı, gülme öncesi daha gergin olan kişinin gülme sonrası daha rahat ve sakin olduğu, gülme öncesi normal düzeyde saptanan ağrı algısının gülme sonrası ağrı algısında düşme olduğu kayıtlara geçirilmiştir. Basit bir olgu veya doğal bir itki gibi görünse de sakinleştirici ilaç kullanımı sonrası ortaya çıkan bazı fonksiyonlarla aynı doğrultuda ilerleyen gülme eyleminin, insanın ruh sağlığını koruduğu ispatlanmıştır. Buradan anlaşılacağı üzere gülmek, aslında ağlamak gibi doğal karşılanacak bir itki değil, aksine mantıkla beraber işleyen ve öğrenebilen bir olgudur. İş yaşamı stresinden doğan ve uzun çalışma saatlerinin insanda bıraktığı yorucu etkiden dolayı gülmeyi yeniden öğretebilmek amacıyla Amerika’da gülme kursları verilmekte ve depresyon tedavisi uygulanan hastalara bazı komik görüntüler ve gülen insanlar gösterilerek gülmeyle tedavi uygulanmaktadır. Gülmenin bir de böyle bir yanı vardır; gülmek bulaşıcıdır.
‘Gülme’ üzerine ilk çalışmalar Antik çağda Yunan filozofları tarafından ele alınmış, Yunan tragedyasına ek olarak Komedya ortaya çıkmıştır. Her ne kadar ilk etapta komedi ve güldürü küçük görülse ve halk düzeyine indirgense de çağlar geçtikçe güldürünün aslında kıvrak zekânın bir ürünü olduğu ve insanları güldürebilmenin şaklabanlıklar yapmak dışında durağan bir gidişata, ahlaki bir söyleme, baskıcı kurallara bir karşı duruş, bir intikam alma söylemi olduğu görülmüştür.
Bergson, “Gülme” adlı eserinde insana özgü olan gülme ve güldürmenin nedenlerini sıralarken mekanik bir katılığın seyrinin bozulmasını; örneğin tüm ciddiyetiyle işinin başında olan kişinin başına gelen bir düşme hikâyesinin, etraftan geçenler tarafından gülerek karşılanacağını söyler. Rastlantısal olan gülmeyi beraberinde getirebileceği gibi, katılığı ve diretmeleri aşan gerginlik ve esneklik ikilisi de gülme yaratabilir. Ancak gülme edimini üç genel neden altında toplayacak olursak bunlar; üstünlük, rahatlama ve zıtlıktır. Normal olanın dışındakine verilen doğal bir tepki olarak başlayan bu süreç sonraki çağlarla birlikte kültürlerin de etkisinde kalmıştır. Üstün olana gülen insanlar, gerek kendi kültürlerinden olana gerekse kendi kültürleriyle dış kültürden olanın yarattığı zıtlığa gülebilirler; bu yüzdendir ki bazen bir toplumun kültürü tanınmadıkça o kültürün içinde yaşayan kişilerin güldüklerine başka toplumdan biri gülmeyebilir.
Her nasıl olursa olsun komediyi içeren bir eser, yaşama ve yaşamı şekillendiren insana ait olduğundan; bir karakterin ciddiyeti, sertliği, bir toplumun kuralları ve gereksiz gerginliğiyle uğraşır. Bu yüzden tragedyada yer alan kahramanlar, yemez, içmez, uyumaz. İnsanüstü bir donanımla kuşatılmışlardır, çünkü tragedya yazarları da bilir ki insana özgü olan herhangi bir durumda seyirciyi dürtecek olan şeytan kahramana ağız dolusu gülmeye neden olabilir ve bu yüzden komedyenler her şeyden önce kendi saçmalıklarına kendileri güldükleri için halktan sayılırlar ama işin içinde alay söz konusu olduğundan seyirci, başına olmadık işler gelen komedyenle özdeşleşmez. Antik Yunan tiyatrosundan doğan tragedyanın peşi sıra gelen komedyadan biraz daha bahsetmek gerekirse komedya kelimenin kökenlerinde bulunan Comos ve Oidia kelimelerinden oluştuğunu ve bu kelimelerin de halk, cümbüş ve köy anlamlarıyla halk ezgisi anlamına geldiği bilinmektedir. Aristoteles’in yazmış olduğu Poetika’nın 2. bölümünde “komedya, ortalamadan daha kötüleri, tragedya ise ortalamadan daha iyi olan karakterleri yansıtmak ister.” der. Çünkü önceden de bahsettiğim gibi komedya asıl olarak gülünç olanın özüne, soylu olmayana veya özetle kusurlara dayanır. Dram sanatının iki önemli öğesi olan tragedya ve komedya, birbirinin zıttı gibi görünse de aslında güleriz acınacak halimize dermişçesine tragedya kolu, soylulara ait olan dramı yansıtmış, komedya ise halkın dramını ortaya koymuştur. Trajedide büyük bir gerginlik varsa da komedyada yer alan merak öğesi, seyircinin ilgisini ayakta tutmaya yardımcı olmuş ve komedyanın merakla beraber gelişen sürükleyicilik çerçevesinde öğreticilik yanı ağır basmıştır.
“Komedyanın temel özellikleri:
- Komedyanın gelişim çizgisindeki gerilim yumuşaktır.
- Bunun için de seyirciyi heyecanlandırmaktan çok meraklandırır.
- Genellikle ön planda olaylar ve durumlar olduğundan, yani vurgu, kişilerden çok olaylar üzerinde bulunduğundan seyirci, komedya kişilerini genel bir bakış içinde değerlendirir. Ancak Moliere’in yapıtlarında görüldüğü gibi kişilerin ön planda olduğu komedyalar da vardır.
- Tragedyada seyirci, kahramanın bazı yönlerini kendisininkiyle karşılaştırırken, komedide başkasınınkiyle karşılaştırır.
- Böylece seyircinin tragedyada heyecanlanmasının nedeni, kahramanı kendisiyle karşılaştırdığı için, komedyada ise merakının nedeni, kahramanı başkasıyla karşılaştırdığından dolayıdır.
- Öyleyse seyirci, tragedyada daha çok duygusal, derinlemesine bir yönelim içindeyken, komedyada daha çok akılcı ve çizgisel bir yönelim içindedir.
- Tragedya insanın nasıl yaşadığını gösterirken, komedya insanın nasıl davrandığını gösterir.
- Bu davranış çoğu kez toplumsal ölçütlere, törelere, göreneklere ve eğilimlere bir tepki olduğundan komedya, içinde bulunduğu çağa ve topluma göre değişir.
- Bunun için belli bir dönemde gülünç olan şeyler, başka bir dönemde (evrensel zayıflıklar dışında) hiç de gülünç olmayabilir. Buna iyi bir örnek: Shakespeare’in yaşadığı dönemde Venedik Taciri’ndeki Shylock, gülünç bir karakterdi; oysa bugün oldukça trajik bir figür olarak ele alınmaktadır. Öte yanda, bir tragedya karakteri olan Othello, bugün de her açıdan bir tragedya karakteri olarak kalmıştır.
- Komedyanın aksiyonu istendiği kadar uzatılıp kısaltılabilir; ancak bu, konu bütünlüğü bozulmadan yapılmalıdır. Bunun bir nedeni, oyun kişilerinin, tragedyada olduğu kadar aksiyonla kaynaşmamış olmalarıdır.”1
Dram sanatında temellenen komedide de insanla ilgili olan her şeyi sanatsal bir yeniden yaratma süreciyle canlandırma işlevi yatar. Komedya türü de diğer türler gibi gerçekliği olduğu gibi aktarmak yerine, yaşamın kişiler ve olaylar yoluyla yeniden canlandırılması yatmaktadır. Güldürünün tiyatroya yansıyan belli başlı türlerini de biraz aktarmak gerekirse eğer, karşımıza genel olarak yedi tür ortaya çıkar:
- Ciddi Komedya, belli bir tezi öne sürerek, oyundaki karakterler ve onların konuşmalarıyla ele aldığı konuyu yorumlar. Ciddi komedyada, oyun yazarının yaşama belli bir bakışı bulunur ve oyunun sonlanması, belli bir söz ile bitmez. Kesin bir yargı ortaya atılmaz. Böylelikle seyirci, kendi düşünceleriyle ve kendi yorumlarıyla oyundan çıkar.
- Kahramanlık Komedyası, insanüstü özellikler barındıran karakteri nedeniyle tragedyaya benzerlik taşır, ancak tragedya karakterinden farklı olarak burada kahramanın başına komik durumlar gelmekte ama kahraman bütün bunları espriyle ve seyirciyi kendine güldürmeden atlatır. Espri kabiliyeti ve dünyaya bakış açısında esneklik bulunan Kahramanlık komedyası karakteri, böylelikle gülünç olmakla beraber kendinde hayranlık uyandırır.
- Romantik Komedide yine bir kahraman vardır ve olay örgüsünde abartılı hareketler bulunur ancak, Kahramanlık Komedyasında olduğu kadar masallar ve destanlarla yüceltilmiş bir insanüstü varlık burada görülmez. Olaylar gerçek dünyadan alınmıştır ve kahramanın başına gelen serüvenler konu
- Töre ve Karakter Komedyasında, adından da anlaşılacağı gibi birey ve/veya toplum eleştirisi yatar. Komikliği beraberinde getirecek olan öğe, törelerin neden olduğu durumlardan değil, bu törelerle yaşayan kişilerin özelliklerinden ortaya çıkarılır.
- İçli Komedya, Töre ve Karakter Komedyasına benzer ancak, daha çocuksu ve esnek bir yapı taşır. İçli Komedyada genellikle birbirine kavuşmaya çalışan bir erkek ve kız vardır. Onların başına gelen olaylar komik veya trajikomik bir düzeyde anlatılır. Mutlu sonla
- Dolantı Komedyası, Entrika Komedyası olarak da adlandırılır ve Batı dünyasının en çok geliştirdiği türlerdendir. İlerlemeyi sağlayan öğe, kişilerin kurnazlıklarından ve çevirdiği dolaplardan ileri gelir.(Orta Oyunu, Dolantı Komedyasına çok benzer).
- Hafif Komedya’nın konusu sakin ve gündelik yaşantıya dayalı küçük olaylar çerçevesinde geçer. Tek amacı seyirciyi eğlendirmektir.
Komedyanın kendi dinamiklerinin dışında yer alan Fars ise tiplere dayalı, kişilerin yaptıkları abartılı hareketler veya kişilerin hiç olmayacak durumlara atılmasından ileri gelir. Gülünç durumlar, tiplerin gövdesel hareketleri yoluyla sağlanır ama olay örgüsü içinde, üçüncü uzamda gelişen fars, seyircide aksiyonun başarılı olmasından dolayı görsel bir komedi sağlar.
Tiyatroda temellenip beyaz perdeye aktarılan komedi, özellikle sessiz sinema döneminde büyük örnekler vermiş, tiyatro geleneğinden miras aldığı kalıpları daha da geliştirerek görüntü düzleminde seyirciye güldürerek düşünme olanağı sunmuştur. Son olarak dünyada komedi veya güldürü, toplumun ve bireylerin kendine bile itiraf edemediği korkuları ve takıntıları onların yüzüne vuran kimi zaman hınzır, haşarı, utanmaz bir çocuk olarak kalmış ama aynı zamanda yine bu yönüyle kavgacı, anarşist, başkaldıran yönünü de ortaya koymuştur. Güldürü türünü izlerken “ne kişiler var bu hayatta, nasıl toplumlar var…” diye kahkahalarla iç geçiren, şükreden insan, işte o an komedinin asıl konusu, okların yöneldiği kişi haline gelir; çünkü kendiyle dalga geçebilen insanın bile yapabileceği tek şey kendine gülmektir.
Komedi arzuların ve doğal olanın yanında bulunur, yasa koyucuların değil. Genel duruma arzular neden olduğunda da bir bakarız ki komedi, yasaların ve sınırlayıcıların yanına geçivermiştir. Çünkü komedide başlı başına karşıtlık ve meydan okuma vardır, en ciddi en alışıldık durumdan bile cıva gibi sıyrılır. Komedinin karakterleri ise nezih ve ahlaklı toplum için birer tehdittir. Bu yüzden komedi, kimi zaman yasaklanmış, kimi zaman kaos ortamında insanlar eğlensin diye özellikle serbest bırakılmıştır.
Sinemada Komedi ve Sessiz Sinema:
İlk güldürü filmi Fransa’da Lumiere Kardeşler’in “Bahçıvanın Sulanışı” adlı ‘gag’iyle ortaya çıkmış (gag: eğlence gösterilerine konu olan beklenmedik gülünç sözler, durumlar: TDK gülüt demeyi kabul ediyor) ve böylece yanlışlıkla/sakarlıkla ıslanma durumunun insanları güldürdüğü fark edilmiştir. Bunun ardından beklenmedik zamanlarda güç durumlara düşüşün acı vermediği görülünce güldürü öğeleri de kolaylıkla bulunabilen bir hale geldiler ve Fransızlar ve İtalyanlar ilk yıllarda güldürü türüyle ilgilendiler.
1920’lerde değişmeye başlayan toplumsal yaşam ve 1. Dünya Savaşı’nın beraberinde getirdiği etkiler Amerikan halkını da etkisi altına aldı. Her ne kadar savaşa girilmemiş olsa da yükselen faşizm (beyaz insan yüceltilişi) ve başka bir tehlike olarak görülen komünizm, diğer yandan sanayileşme ve radyo yayınlarının ilk ticari istasyonunun kurulmasıyla haberin ve farklı yönden görüşlerin insanlara ulaşması, gençlerin kural tanımazlığı ve alkol ile uyuşturucu maddeye bir başkaldırış olarak eğilim göstermeleri, öbür taraftan ailelerin ve yasaların bu gidişata dur demek için yasakçı/baskıcı kampanyaları; toplumsal yaşamın değişen dengeleri arasında yer almaktaydı. Seyirci, verdiği paranın karşılığında günlük hayatın sıkıntılarını üzerinden atabilmek için güldürü filmlerine gitmeye başladı ama seçkin kesim tarafından basit bir eğlence kaynağı olarak görülen sinema, ilerleyen yıllarda hem kendi dilini bulacak hem de toplumsal değişiklikler sonucu güldürü türü, bir kişinin başına gelen komik aksiyonlardan öteye geçecekti.
Güldürü filmlerinden hareketle dünya tarihine damgasını vuran Charlie Chaplin üzerinden konuya önümüzdeki ay devam edeceğimiz için, onun hayatında iki önemli çizgi oluşturan Max Linder ve Mack Sennett’ten de biraz bahsetmek gerekir. Sesin henüz sinemaya gelmediği dönemlerde ele alınan güldürü öğeleri mimik ve jestlerin vurgulandığı türden olmasına karşın, güldürüye fikir olgusunu sokan ilk kişi Max Linder olmuştur. Charlie Chaplin’in “hocam” diye adlandırdığı Max Linder, ortaya çıkan güldürü karakterlerinin çeşitli sosyal olaylar ve mesleki konumları içindeki yerlerini izleyiciye göstermiştir. Charlie Chaplin’in de karakter yaratımı esnasında esinlendiği Max Linder, giyimlerinden tutumuna kadar sosyetik bir havaya bürünmüş olan 19 yüzyıl sonu kentlisini anlatan bir karakterdi.
Mack Sennett ise Amerkia’da, ‘slapstick’lerin yani, harekete ve görselliğe dayanan güldürülerin güzel kadınlar ve erotik çağrışımların yer aldığı görüntülerin yaratıcısı, atası olarak tarihe geçmiştir. Mack Sennett, sinema dilinin, geleneksel kurgunun yaratıcılarından Griffith’in yanında çalışmış ve ondan öğrendikleriyle yola koyulmuştur. Sinemaya, Roscoe Arbuckle (şişko Fatty), Ben Turpin (Şaşı), Chester Conklin (İrikıyım), Buster Keaton (Taş yüz), Harold Lloyd (Akrobat) Harry Langdon ve Charlie Chaplin gibi karakterleri kazandırmıştır.
“Sennett’in güldürüleri gerçek yaşama benzemez. Olayları daha hızlı ve insanları şamatacıdır. İzleyiciyi neşelendirmek için mayo giymiş kızlar, polisler, soytarılar, köpekler, kediler, bebekler, otomobiller, hiçbir şeyden haberi olmayan o anda sokaktan geçenler, bazen tüm bir kentin insanları bitmeyen enerjileriyle çılgın kovalamacaların kahramanı olurdu.”2
Sennet’in filmlerinde antik Yunan tiyatrosunun kaba/saba, güldürülü biçimi bulunur. Oyuncuları, işini kaybetmiş bir tiyatrocu, bir opera şarkıcısı, başarısız bir müzikal oyuncusu gibi kişilerden seçerdi ve filmlerinde oluşturduğu zıtlıklar, seyirciyi en çok vuran tuhaflıklardan biridir. Şişmanla zayıfı, uzunla kısayı yan yana koyan Sennett, güldürü ögelerinin temelini belirlerken Buster Keaton, Harold Lloyd, Roscoe Arbuckle, Harry Langdon, Ben Turpin gibi karakterleri var ettiği gibi Chaplin’in de bu şekilde keşfedilmesine neden olmuştur ve ortaya çıkan bütün bu karakterlerle “palyaço” geleneği doğmuştur.
Amerikan ve Fransız güldürü sinemasında ‘clown’, yani palyaço geleneğinin kaynağı vodvillerdir. Vodviller, gezici tiyatro topluluklarıdır ve kendilerine tanınan belli bir süre olduğundan sahnede hata payını en aza indirmek, dinamizmi canlı tutmak en önemli kuraldır. Vodvil geleneğinde yetişen ve çeşitli insanlar tanıyan, sınıfları gözlemleyen oyuncular, ileride üstlenecekleri palyaço karakterinin temellerini bu oyunlarda kurmuşlardır. Palyaço’nun görevi büyüktür, beyaz perdede de dinamizmi sürekli tutmak ve büründüğü kıyafetlerle beraber kullandığı mimik ve jestleriyle sergilenenin bir komedi olacağının haberini vermektir. Vodvillerin yerleşik olmaması, ülkeden ülkeye, şehirden şehre gezmeleri, palyaço karakterini de etkilemiştir ancak en önemlisi, değişen dünya düzeninde palyaçoların dünyaya karşı aldıkları tavırdan ileri gelir. Sessiz sinema, yani clown geleneğinin tavan yaptığı zamanlar, daha önce de bahsettiğim gibi dünyada sanayileşme ve savaş nedeniyle değişen değer yargılarının komediyle iğnelenmesi olmuştur. Çünkü insanların gelişen dünyaya ayak uydurması zorlaşmış ve bu da onları komik bir duruma sürüklemeye başlamıştır.
Charlie Chaplin
Charlie Chaplin için anahtar temalardan ilki Gezginci Yahudi kavramıdır. Sinema serüveninde pandomimi ustalıkla kullanması ve ele aldığı karakterler, konular onun bu özelliğini açıkça ortaya koyar. Her ne kadar bu kimliğini gizlemek istese de annesinin dayandığı kökler bunu işaret etmektedir. Yahudi tiyatrosunda Commedia Del Arte’yi andıran Purim oyunlarında mim sanatının temelleri bulunmaktadır.
Purim:
Yahudi bayramlarının hemen hepsi dini bir gereklilikten çok şeytanın bacağını kırarak en güç durumdan sıyrılma sonucu olmuştur. Tarihte kesin kayıtlar bulunmasa da Yahudi ırkının Pesah’ta (Mısır’dan çıkış) ve Purim’de, yani dini bayramlarında şükretmeleri akıllarını kullanarak ve yine onlara göre Allah’ın yardımıyla en zor işten sıyrıldıkları içindir. Pur; zar demektir, Purim ise zarlar. Purim’in hikâyesi de Yahudilerin yaşadığı bir krallıkta, krala karşı yapılan suikasti Ester adında bir Yahudi’nin ortaya çıkarmış olmasından ileri gelir ve ne tuhaftır ki aslında ilk Hitler o zaman ortaya çıkmış, suikast düzenlemeyi planlayan kişi aynı zamanda kralı tahttan indirerek bütün Yahudilerin de katlini yapmayı planlamış, ama bunda başarılı olamamıştır. Purim’de bunun için yalnızca Ester adındaki kişiler bir gün öncesinden oruç tutar. Yüzyıllardır, bunu kutlamak amacıyla Purim bayramı bir şenliğe ve karnavala dönmüş, kralı, krala suikast düzenlemek isteyenleri ve kurtarıcıyı anlatan canlandırmaya dayalı tiyatro oyunları sergilenmiştir. İkinci olarak ve daha az söylenen şekliyle Purim, Ester adında bir Yahudi kızın Filistinli bir Arap’la evlenmesi ve çocuklarının olması, kavimlerin birbirine karışması ve Yahudi ırkından gelen çocuklarla, Arap çocukların birbirinin kuyusunu kazması, aralarında çıkan olaylar yüzünden birbirinden nefret etmeleri yönündedir. Ester adını alan her Yahudi, bu hatanın bedelini ödemek için Purim’den bir gün önce oruç tutar. Her nasıl olursa olsun Filistin ve Yahudi halkları aslında kardeş çocukları olduklarını saklamazlar, ama sonsuza dek sürecek olan nefretten de bahsederler.
Mimik ve jestlerle anlatım bir Akdeniz geleneğinin habercisidir. Onun Yahudi kimliğini, pek çok araştırmacı özellikle incelemiştir, çünkü sosyetik bir sınıfa dâhil olmak isteyip de aşağılanan, her şeyi eline yüzüne bulaştıran, yine de hayatın tüm olumsuzluklarından bir saflık ve iyilik perisi olarak değil, bir kurnazlıkla kurtulmayı başaran ve erdem timsali olmayan tiplemesi kendi filmlerine damgasını vurmuştur. Yahudi kimliği taşıyan kişiler de hayatın katı kuralları ve belli grupların aşağılamalarına karşı üzerlerine geçirdikleri iki zırhın, gülüp geçmek ve soy ile manevi açıdan onları birbirine bağlayan din olgusunun varlığını bugün bile vurgulamaktadırlar. Yahudi edebiyatı da üç tipte kahramanlarla varlığını sürdürür:
- İşsiz güçsüz dolaşan adam: Fırsatlardan yararlanır, tefecilik, eskicilik, kaçak satış gibi işlerle uğraşır.
- Şanssız, sakar, başına sürekli olmadık işler gelen
- Yılışık, asalak, dilenci tipi: Çaldıkları ile yaşar veya hayatını şaklabanlık yaparak kazanır.
Bütün bu özellikler ise birinin ya hayata karşı ödlek veya alçak gönüllü oluşuyla veya kendine aşırı güvenmesi ve şiddet yanlısı oluşuyla vücuda gelir. Bütün bunlar en nihayetinde Museviliğin daha evrensel açılımında yatan Kabala öğretisinde soylu bir iyimserlik, zekânın kaba kuvvete üstün gelmesi, ilahi adaletin önünde sonunda gerçekleşmesi ve Tanrının yansıması olan insanın soyluluğunda bütün bunların mevcudiyetiyle tanımlanır. Charlie Chaplin, Şarlo kılığına büründüğünde bütün bu özellikleri kendisinde toplar ve böylece evrensel bir insan imgesi meydana getirir.
Ele alınan bir diğer özellik de Gezginci kimliğidir. Kendi filmlerinde de mutlaka bir yerlerden gelir, bir yerlere gider, ama gittiği yer; yani çıkış sahnesi yalnızca bir uzamdır. Gittiği yer belli değildir. Bu yüzden Şarlo “Avare” veya “Serseri” olarak da adlandırılmıştır. Babasının ölümünden sonra çocuklarına bakamayacak duruma gelen annesi, Chaplin henüz üç yaşındayken akıl hastanesine kapatılmış, tedaviden sonra, dışarı çıktığında, çocuklarını da alarak düşkünler yurduna sığınmıştır. Henüz çocukken sefaleti tanıyan Chaplin, 1901’de Karno topluluğuna katılır ve bir oyuncu olarak Amerika’ya ayak basar. Oyun başarısız olsa da topluluğun Amerika’da çok tanınması, Chaplin’in hayatının değişmesine neden olur ve aldığı bir telgrafla Mack Sennett’le tanışır. Gezginci kimliğine gizlenen bir diğer not da o dönem Yahudilerin, Avrupa’da hor görülerek çareyi Amerika’ya göç etmelerinde bulmaları, yani başlı başına gezginci olmalarıdır. Şarlo’ya atfedilen Avare tiplemesi de bu yüzden diğer Yahudilerinkine benzer şekilde bir köle niteliği taşır.
Üçüncü özellik ise kahraman karşıtı bir direnmede yatar. Önemli olan ülkülerdir ve Şarlo, kendi soylu-insancıl idealleri için her zaman bir savaş verir.
Şarlo’nun Giysileri:
Şarlo’nun giysileri, dışa vurmak istediği karakter çizgisiyle yakından bağlantılıdır. İlk etapta kendi tarzını yakalayamayan Chaplin, müzikhol giysilerini yeniden üzerine geçirdiğinde sahip olduğu Avare/Sereseri tiplemesinde kendini daha rahat ifade etmiş ve izleyiciler de bu tipleme üzerinden gidilen durum komedilerini daha çok beğenmişlerdir.
Chaplin giysilerini çevresindeki kişilerden ödünç aldığı parçalarla meydana getirmiştir. Charlie Chaplin’e göre oldukça büyük beden bir pantolon, arkadaşı Fatty’nin, 45 numara ayakkabılar Ford Sterling’in, çekmiş / daracık ceket Billy Gilbert’in, melon bir şapka Minta Durfee’nin babasından kalma, bir baston ve Mack Swain’in bıyığından kesilerek uydurulmuş minik fırça bir bıyık.
Melon şapkası ve bıyığı soylu görünme çabasından, dar ceketi, bastonu ve bunlarla birleşen tüm jestleri ise soylu görünme çabasına ek olan canlılık ve kibarlık taşıyan aksesuarlardır. Giysileriyle kendini “soylu”ymuş gibi sanan Şarlo, asıl olarak dünyanın çizdiği soyluluk kurallarına karşı çıkar, biçimi reddeder ve hem kendisiyle hem de dünyayla alay eder. Çünkü diğer kişiler de aslında soyluluk sınıfına geçmek isteyip de tökezleyen, yani kendine gülen sınıfın arasındandır. Soylu olmadığını bile bile öyle görünmeye çalışır, başına olmadık işler gelir ve örneğin patrondan tekmeyi yer. Ancak kedere boğulmak yerine tekme yiyeceğini bildiği için kendisi özellikle arkasını döner. İşte bu alay ederek, sonunu görerek intikam almak, karşı durmaktır.
Modern Zamanlar:
İnsan ve makinenin savaşını anlatan Modern Times, Serseri/Avare (Tramp) Şarlo’nun zamana karşı makineler içindeki yarışını, vardiyalı çalışma saatlerini, kapitalizmin işsiz ve parasız olan kişilere nasıl yaşam olanağını tanımadığını ve refah yaşamın bir eleştirisini ortaya koyar. Sessiz filmden ilk sesli filme geçiş olan Modern Times, bu açıdan da Chaplin güldürüsü açısından önem taşır.
Değişen ve sanayileşen dünyada zamanın ilerleyişiyle beraber filmin ismi çerçeveye düşer ve peşi sıra “Endüstri ve Özel teşebbüsün hikâyesi, İnsanlık mutlu olmak için mücadele veriyor.” yazar. Filme asıl geçiliş çoban gösterilmese de güdülen koyun sürüsünün çerçevede gösterilmesinin hemen ardından, metrodan çıkıp işine yetişmek için koyun sürüsü gibi güdülen insanların görüntüsüyle devam eder, her iki sürü de bilinçsizce bir yerlere güdülmektedir. İnsanlar, otomatikleşmiş biçimde işlerinin başına kurulurken müdür (sanayileşmiş toplumda “Tanrı”nın işlevini üstlenen müdür), kendi odasında can sıkıntısından yapbozla uğraşmakta, ardından canı sıkılınca gazeteye göz atmakta ve sekreterinin getirdiği ilaçla –çünkü sanayileşen toplumda gastrit, stres gibi modern hastalıklar da ortaya çıkmıştır- kendine gelmekte ve fabrikasını her yerden gözetleyen kamerasını açıp işçilerin hızını kontrol etmektedir. Beşinci bölümün daha hızlı çalışması için ana kumanda dairesinde olan yapılı ve kaslı adama (ki emekçi kişinin, doğayla savaşan adamın profilidir bu tipleme, oysa artık makineleri kontrol etmektedir) talimat verir ve beşinci bölümün işçileri, makinelerin hızlanmasıyla daha da seri hale gelirler. İşleri bozan Avare Şarlo olur, azar işitir, ama çalışmaya devam eder. Nöbet değişim sırası geldiğinde artık kasları bile iş yapmaktan dolayı şartlı olarak kasılmakta, vida sıkıştırmaktadır.
Ancak asıl ipler yemek vaktinde kopar. İşçilerden daha iyi verim alınabilmesi için yemek saatlerinin kayıp vakit olmaktan çıkıp yemek yeme makinesiyle fabrikaya prestij kazandıracağını ve müdüre, zaman yarışında daha hızlı olacağını söyleyen firma, makineyi denemek için Şarlo’yu kurban seçer ama makineleşmiş insan ve insanlaşmış makine burada devreye girer. Makine, insana karşı savaşmaya, onunla dalga geçmeye başlar ve Şarlo, aklını oynatarak akıl hastanesine kapatılır. Çıktığındaysa şehir yine aynı kaostadır.
Şehrin gürültüsü içinde bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar… Durmak bilmeyen zaman…
Sanayileşen ortamda emek kaybolmuştur, zanaat yoktur artık. Yetim kalan kızların, aç kalan insanların çektikleri de kimsenin umurunda değildir. Bireyselleşme önem kazanır, refah toplumu için güzel olarak gösterilen özgürlük söylemleri, insanın paraya, zamana, makinelere kulluğundan başka bir şey değildir aslında. Polisler yine kanun koruyucu, sistemin devamını sağlayıcı bekçilerdir. Kendi aşkını da polisten kaçan yetim kızda bulur Şarlo. Bu kız için “çalışması gerekse bile”, insanlığını ve duygularını kaybetmesi gerekse bile başlarını sokacakları bir ev ve yemek sağlamaya yemin eder adeta. Yine de bulduğu işten sakarlığı yüzünden kovulur ama genç kız, Avare aşkına sadık kalır ve bulduğu iş yerinde ona da bir iş ayarlar. İnsanların, bir makinenin veya bir saatin çarkları gibi işleyen dans pistindeki oluşturduğu kalabalık arasında aldığı işi beceremeyip garsonlukta da yüzü gülmeyen Şarlo, şarkı söyleyerek insanları eğlendirmeyi başarır, ancak tam ikisi de huzura erecekleri vakit, kızı arayan polisler Şarlo’nun kız arkadaşını götürmek için gelseler de yine onların ellerinden kaçıp kurtulurlar ve en başa dönerek sonu belli olmayan bir yöne doğru yola çıkarlar.
Bütün bu mekanikleşmeye, maddileşmeye, duyguların kayboluşuna ve zamana yetişme telaşına karşı yapılacak en iyi şey kahkaha atmaktır. Her gün mecburen gidilen işten kaytaran bir kişinin iş arkadaşlarının ekşimiş yüzlerini görmesi esnasında, sistemin yargısına göre baş kaldırdığı için kovalanan bir kişinin, kanun koruyucuların elinden kurtulduğunda kahkaha atmaktan başka yapılacak daha iyi bir iş yoktur. Tüm bunlar içinden gelir insanın, durup kendini dinlemeye bir neden oluşturur her biri.
Modern Zamanlar’ın sonunda ‘insanların mutlu olmak için mücadele etmesi gerekmez’ denir üstü kapalı olarak; insanlığını koruması, dayatılan kalıplara ara sıra da olsa durup gülmesi, işleri karıştırması ve mekanikliği, durağanlığı, katılığı bozması yeter söylemi vardır. Modern Zamanlar, Chaplin’in sessiz sinemadan sesli sinemaya geçişteki ilk filmidir. Chaplin, sesin sinemaya gelmesini büyük bir kayıp olarak görür ve sesli sinemaya şiddetle karşı çıkar.
Sese bu denli karşı çıkışı belki de dil kalıpları içine sıkışmış dünya görüşüyle sınırlanan insanın, sessizlikle bir karşı duruş sergileyeceğinden dolayıdır.
***
Komedi, varlığını temellendirdiği sırada oldukça nitelikli eserler vermesine rağmen zamanla ilk ortaya çıktığı tarzlardaki haline bürünmeye başladı. Suya sabuna dokunmayan meseleler ve plot oluşumu sırasında basit bir olaya dayandırılarak beyaz perdeye aktarılan komedi günümüzde daha çok gençlerin cinselliği yaşamasını sulandıran veya filmleri ‘ti’ye alan bir şekle büründü. Özellikle Amerikan komedilerinde gördüğümüz Road Trip veya American Pie serisi, karşımıza konulan romantik komediler, yaşamın içinde yer alan ve gündelik olayların ters gidişatından ortaya çıkarılan komediler veya en ciddi konuları, en ciddi yapıtları ve tarih sahnesinde göz dolduran kahramanlıkları şimdiki kültür ve değerlerin değişimiyle oldukça basit ve güldürmek için zorlayan türlerde ele alan komedi tarzı neredeyse tüm dünyayı etkisi altına almış bulunmakta. Türk sinemasında da nitelikli eserler veremeyen, bir yönüyle (daha doğrusu pek çok yönüyle) mutlaka Amerikan komedi türünden nasiplenen sinemamız, gençlere nitelikli komedinin bu olduğu yönünde telkinler vermekte ve ucuz komedi dönemi Türk sinemasına da Çılgın Dershane, Recep İvedik, Maskeli Beşler furyası vb. ile damgasını vurmaktadır. Biraz olsun Türk insanının (Kemal Sunalvari, başı eğik, ama zeki ve her işten sıyrılmasını bilen) görünümünü sunan GORA gibi yapımlar da mevcut ama yine de söylenen yeni bir şey yok. Bazı eleştirmenlerin ‘çıtayı yükseltti’ söylemlerinin aksine aşağılamayacağım, küfür etmeyeceğim derken, yüksek bütçesine rağmen oldukça zorlama bir film olan AROG tam bir facia. Yine de Dünya sinemasında hemen her filminde mizahı bir köşesinden yakalayan Almodovar, Kusturica gibi yönetmenlerimiz de mevcut. Ancak unutulmamalıdır ki komedinin işlevini görmesi için mutlaka siyasi iğnelemelere girmesi şart değil. İnsanlar, en zor anlarında kaçış için komediyi seçmekte ve olayları ağlayarak değil gülerek karşılamak istemektedir. Komedi ve Tarih filmlerinin tavan yaptığı zamanlar da sırf bu yüzden ülkelerin en karışık zamanlarına denk gelir. Ancak sansür, korku nereye kadar gidecek, hiç birimiz bilmemekteyiz. Sonuç olarak insan zekâsı olayları farklı biçimde görüp ‘güleriz acınacak halimize’ yorumlarını yaptığı ve zekânın inceliği kurgusal bütünlükte çalıştığı sürece güzel yapıtlar da ortaya çıkacaktır ya da en azından çıkmalıdır, çıkmak zorundadır. Daha önceden de söz ettiğimiz gibi mizah, komedi veya güldürü; adına her ne dense densin yaşamın içinde haşarı bir çocuk olmaya devam edecek, insanlık var olduğu sürece nitelikli eserler az da olsa ortaya konulacaktır.
Kaynakça:
1.NUTKU, Özdemir, “Dram Sanatı”, Kabalcı Yayınevi, Eylül 2001, 4. Basım, sf:63–64
2.MAKAL, Oğuz, “100 Filmde Başlangıcından Günümüze Güldürü/Komedi Filmleri”, Bilgi Yayınevi, 1. Basım, Mart 1995, sf:23–24
- BERGSON, Henri, “Gülme, Komiğin Anlamı Üstüne Deneme”, Fransızcadan Çeviren: Yaşar Avunç, Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, 2006
- Modern Zamanlar Dergisi, “Dünden Yarına Türk Güldürü Sineması”, Güz 2008, Sayı 7
- DORSAY, Atilla, “Sinema ve Çağımız”, 1. Baskı, Hil Yayın, 1985
- BRECHT, Bertolt, “Sinema Yazıları”, Çeviri: Bertan Onaran, Yurdanur Salman, Görsel Yayınlar:1, 1. Basım, Hilal Matbaacılık, Mart 1977
- http://www.sevivon.com/bayramlar/purim/purim_abc.asp
http://www.holidays.net/purim/ http://www.imdb.com/title/tt0027977/
http://thelosthighway.blogcu.com/modern-times-charlie-chaplin_3948467.html
http://cache.eb.com/eb/image?id=59661&rendTypeId=4 http://www.athinorama.gr/cinema/movies2008_2009/comedies.htm http://www.benjamins.nl/jbp/series/IDJ/10-2/art/hol1.gif
http://tr.wikipedia.org/wiki/Emir_Kusturica
http://www.imdb.com/name/nm0000264/
http://gulengecim.azbuz.com/readArticle.jsp?objectID=5000000004141140
http://www.tumgazeteler.com/?a=4424383
http://yenisafak.com.tr/sinema/?t=23.02.2008&i=101477 http://pacific.jour.auth.gr/emmeis/issues/02/2kalitexn2.html
*https://issuu.com/azizm/docs/edergitemmuz1010_198b133be93ff4