Harf Devrimi’ni Anlamak*
1928 Harf Devrimi’nin nedenlerini anlayabilmek için, devrimden önceki dilimizdeki iki asırlık evrim sürecinin dinamiklerine bakmak gerekir.
Bir ulusun diliyle alfabesi arasında nasıl bir ilişki vardır? Bir ulusun dili, hangi alfabeyle olursa olsun kendisini tam olarak ifade edebilir mi, yoksa özgün dil ile alfabe arasında belirli bir uyumun varlığı zorunlu mudur?
Dilimiz dilimizin matbaanın kuruluşu ile Harf Devrimi arasındaki 200 yıllık gelişme sürecine baktığımızda öncelikle şunu görüyoruz:
Türkçenin seslisi çok (8 sesli), Arapçanın ise seslisi az (2 sesli) diller olmaları ve ayrıca gramer yapısının özelliğinden dolayı Arapçadaki bu iki seslinin her zaman aynı sesi vermemesi, Arap harfleriyle Türkçe yazımında her zaman büyük sorunlar yaratmıştır. (Örneğin, Arapçanın sesli iki harfinden biri olan ‘ayın’ harfi Türkçede, ‘e’ harfi hariç, sesli diğer yedi harfe karşılık gelebiliyordu. Ayrıca sessiz Arap harfleriyle ilgili sorunlar da vardı).
Türkçe sözcükler kullanmak isteyenler, bu sözcüklerin Arap alfabesi kurallarıyla okunduğunda farklılıklar ve belirsizlikler oluşturması ve bu nedenle de zorluklara, yanlışlıklara yol açması yüzünden, çoğu zaman Türkçe sözcükler yerine Arapça karşılıklarını aramaya ve kullanmaya yöneliyorlardı. Bu durum Arapça için çekim gücü yaratmış ve Türkçenin gelişimine her zaman büyük bir engel oluşturmuştur. Bu engelden kurtularak bir sözcüğü Türkçe tam olarak ifade edebilmek için bazı yardımcı işaretlerin kullanılması yoluna gidilmiştir. Bu amaçla çok sayıda yardımcı işaret geliştirilmişti.
Arapça sözcüklerin, kavramların, deyimlerin, tamlamaların dilimize girişinin ve yaygınlaşmasının temel filolojik dinamiği ve itici gücü budur. (Arapçanın Türkçeye nüfuzunun bilimsel, kültürel, siyasi vb. dinamikleri burada konumuzun dışındadır).
Ancak Türkçe okuma zorluklarını gidermek için yardımcı işaretlerin kullanılması, sorunu çözmeye yetmiyor ve bazen daha büyük zorluklar yaratabiliyordu. 1860’lı yıllardan başlayarak, Türk dilinin Latin harfleriyle daha rahat ifade edilebileceği ve bu nedenle bu sorunun en köklü çözüm yolunun Latin harflerinin kullanılması olduğu görüşü çeşitli yazarlarca dile getirilmeye başlandı. Harf Devrimi öncesinde, Latin harflerine geçilmesi gerektiğini savunan önemli bir literatür oluşmuş bulunuyordu.
Arap alfabesinin terk edilmesi konusundaki ikinci dinamik, Osmanlı Türklerinin uluslaşmasıyla ilgilidir. Dil, bir topluluğu ulus yapan etkenlerin başında gelir. Ulusal bilincin doğması ve gelişmesine bağlı olarak dili Türkçeleştirme akımları güçlendi ve yukarıda değindiğimiz pratik zorluklardan sıyrılma düşüncesi, ulusal dilin yabancı dillerin egemenliğinden kurtarılması düşüncesi ve isteğiyle birleşti. Arap harflerinin ulusal dilin özgürce gelişip serpilmesine ayak bağı olduğu düşüncesi, özellikle Cumhuriyetin kuruluş yıllarında büyük bir güç kazandı.
Harf Devrimi’nin arkasındaki iki büyük dinamik bunlardır. Ayrıca bu devrimi kolaylaştıran iki de ikincil olgu vardır. Bunlardan birincisi, başka etkenlerle birlikte Arap alfabesiyle okuma yazma öğrenmenin zorluğu ve caydırıcılığı nedeniyle de 1928’de ülkemizdeki okuryazar sayısının son derece düşük olmasıdır. 1928’deki Türkiye’deki okuryazar kitlesi, toplam nüfusun %11’ini oluşturuyordu. Bu okuryazar topluluk içindeki gerçekten iyi okuryazar sayısının ise çok daha az olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu çok az sayıdaki okuryazar da zaten kısa sürede yeni harflerle okumayı yazmayı öğrendiler. (Bu nedenle Harf Devrimi, bazılarının iddia ettiği gibi, ulusu bir günde dilsiz bırakmadı, tam tersine ‘dilsiz’ bir ulusu çok kısa bir sürede kolaylıkla okuryazar hale getirdi).
İkinci kolaylaştırıcı etken, Arap harfleriyle yazılmış kültürel mirasımızın 200 yılda çok büyük bir birikim oluşturamamış olmasıdır. Bu yüzden de eski yazıdan kopuş, büyük bir bilimsel ve kültürel sarsıntı yaratmamıştır. Seyfettin Özege, matbaanın kuruluşundan Harf Devrimi’ne kadar olan dönemdeki yayınların tamamının 25 bin kadar başlık altında olduğunu saptamıştır. Üstelik bu başlıkların sadece birkaç bini, bilimsel ve kültürel değeri yüksek eserlere aittir. Osmanlı kültürel mirasını oluşturan çalışmaları küçümsemekle ve değersiz görmekle ilgili olmayarak (çünkü bu bizim tarihimiz) bu birikimin zayıflığının da Harf Devrimi’nin gerçekleşmesini kolaylaştırmış olduğunu söyleyebiliriz.
Harf Devrimi’nden sonraki Cumhuriyet hükümetleri ve entelektüelleri, ancak Osmanlı kültür mirasının önemli bölümlerini yeni harflerle yeni dünyamıza yeterince yansıtmamış olmakla eleştirilebilirler.
Harf Devrimi’nin yapılmış olmasını eleştirenler, dilimizle Arap alfabesi arasındaki sorunlardan ve Türklerin geçen yüzyılın başındaki yükselen uluslaşma mücadelelerinden habersiz olanlardır.
1928 Harf Devrimi, ulusal gelişmeden ve ulusun kendisini özgürce ve rahatça ifade etme istek ve iradesinden ayrı düşünülemez.